Türkiye'de sivil toplum algısı: Güven, şeffaflık ve kamuoyunun beklentisi

Rapor, depremler ve seçimler gibi toplumu derinden etkileyen olayların, Türkiye'de sivil toplum algısının nasıl şekillendiğine dair önemli ipuçları veriyor.

Geçtiğimiz hafta sonu Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM), Türkiye'de Sivil Toplum Algısı başlıklı bir rapor yayınladı. Türkiye genelinde 42 ilde, 3040 kişiyle yüz yüze görüşülerek yapılan bu araştırma, sivil toplum kuruluşlarına dair karmaşık algıları ve kamuoyundaki eğilimleri açığa çıkarmayı hedefliyor. Rapor, depremler ve seçimler gibi toplumu derinden etkileyen olayların, Türkiye'de sivil toplum algısının nasıl şekillendiğine dair önemli ipuçları veriyor.

Öncelikle katılımcı profiline ilişkin detaylı analizler araştırma bulguları arasında geniş şekilde yer alıyor. Genel profile dair öne çıkan bazı özellikleri burada vurgulamak önemli. Katılımcıların yarısı kadın, yarısı erkek; yüzde 40'ı 35 yaş altı ve yüzde 30'u bekardır. Katılımcıların eğitim düzeyine bakıldığında, ön lisans ve üstü eğitime sahip olanların oranı yüzde 21. Ayrıca, katılımcıların yaklaşık yüzde 70'inin aylık hane geliri, araştırmanın yapıldığı tarihte 30.000 TL'nin altındadır. Bu tablo, ekonomik koşulların toplumun büyük bir kısmı için ciddi bir zorluk yarattığını gösteriyor. Katılımcıların en önemli haber kaynakları televizyon, sosyal medya ve haber siteleri olurken, genel olarak gelecekten beklentilerin nötr olduğu gözlemlendi. Bu durum, kamuoyunun toplumsal ve siyasi gelişmelere dair temkinli bir yaklaşım sergilediğini gösteriyor.

STK'ların faaliyet gösterdiği başlıca alanlar; "kültür, iletişim ve eğlence faaliyetleri (yüzde 26,2)", "eğitim hizmetleri (yüzde 19,6)", "iş dünyası, meslek örgütleri ve sendikalar (yüzde 12,2)" ve "hayırseverlik ve gönüllülük (yüzde 11,1)" olarak sıralanıyor. Ancak "Türkiye'de Sivil Toplum Algısı" araştırması, toplumun STK'lardan beklediği öncelikli alanların daha çok yoksullukla mücadele ve sağlık hizmetleri olduğunu gösteriyor. Bu ayrışma, toplumun ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının STK'ların mevcut faaliyet alanlarıyla tam olarak örtüşmediğine işaret ediyor.

Rapora göre, Türkiye'deki sivil toplum kuruluşları (STK'lar), toplumsal sorunların çözümünde kimi zaman etkili birer aktör olarak görülse de kimi zaman dış güçlerle bağlantılı ya da çıkar odaklı yapılar olarak eleştiriliyor; ancak bu algının çok kırıldığının da altı çiziliyor. Özellikle kamuoyunda "makbul" olarak görülen bazı STK'ların siyasetle ilişkileri sayesinde büyük kaynaklara erişebilmesi ve kamu kararlarını etkilemesi, buna karşın "makbul olmayan" STK'ların baskıyla karşılaşması gibi dinamikler, toplumun STK'lara yönelik algısını karmaşık hale getiriyor.

Araştırmaya göre, 6 Şubat 2023 depremleri, STK'ların toplum nezdindeki algısını olumlu yönde etkileyen en önemli faktörlerden biri oldu. Toplumsal ve çevresel travmalar, insanların bu kuruluşların yardım faaliyetlerini takdir etmesine yol açtı. Katılımcıların yaklaşık yüzde 50'si, depremin ardından STK'ların kamu kurumlarından daha etkin çalıştığını ifade ediyor. Bir katılımcı, "Deprem, sivil toplum kuruluşlarının ne kadar önemli olduğunu anlamamı sağladı" diyerek bu kuruluşların toplumsal kriz anlarında oynadığı rolü vurguluyor.

Bu olumlu algı, toplumda gönüllü çalışmalara katılma ve bağış yapma eğilimlerinde artışa yol açtı. Katılımcılar, STK'ları "deprem", "afet", "gönüllülük" ve "dayanışma" kavramlarıyla ilişkilendirirken, bu kuruluşları daha çok kamu kurumlarının destekleyicisi olarak görmeye başladı. Ancak sivil toplum kuruluşlarının kamuya bağımlı ya da bağımsız olması da burada önemli. Örneğin, Kızılay'ın çadır ihtiyacı olan bir başka STK'ya çadır satması, bu alanda kamu STK'larının etkinliği ve bağımsız STK'ların rolüne dair önemli tartışmalara yol açtı. Burada sivil toplumun kamu kurumlarından bağımsız bir şekilde faaliyet göstermesinin önemi öne çıkıyor.

Ancak kamuoyunda STK'ların afet dışında daha geniş bir rol oynaması gerektiği konusunda da görüş birliği mevcut. Peki, hangi alanlar?

STK'ların yerel ve ulusal düzeydeki etkisini ölçmek amacıyla katılımcılara iki soru yöneltildi. "Yaşadığınız çevredeki/mahalledeki sorunları çözme konusunda STK'lerin etkisi" sorusuna katılımcıların yaklaşık yüzde 70'i "tamamen etkisiz" veya "biraz etkili" yanıtını verdi. Aynı şekilde, "ülkemizdeki hükümet politikalarının belirlenmesinde STK'ların etkisi" sorusuna da katılımcıların yüzde 73'ü "tamamen etkisiz" veya "biraz etkili" yanıtını verdi. Ancak STK'larla daha aktif bir ilişki kuran, algısı daha olumlu olan katılımcılar arasında bu oran daha düşüktü. Bu sonuçlar, STK'ların varlığına rağmen kamu politikaları ve yerel sorunlar üzerindeki etkisinin zayıf olduğu algısını ortaya koyuyor. Çıkan bu sonuç, TBMM ile STK'lar arasında daha da kuvvetli bir bağ kurulması gerektiğini gösteriyor.

Etki ajanlığı yasa düzenlemesi

Raporun önemini vurgularken, bu hafta TBMM Genel Kuruluna sunulması beklenen bir yasa, bağımsız veya muhalif STK'ları nasıl etkileyecek, 2024 raporuna bu değişiklikler nasıl yansıyacak, merakımı uyandırmadı değil. Geleceği çoğu zaman öngörmemiz mümkün değilse de TBMM Adalet Komisyonu'nda kabul edilen "etki ajanlığı" düzenlemesi, sivil toplumun kamuoyundaki bu olumlu algısını zedeleyebilir. Zira AKP tarafından hazırlanan yasa tasarısında, Türk Ceza Kanunu'na (TCK) eklenecek yeni bir madde ile "devlet güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları doğrultusunda suç işleyenler" hakkında 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Eylem savaş sırasında veya askeri hareketleri tehlikeye sokacak bir süreçte işlenirse ceza 8 yıldan 12 yıla kadar çıkabiliyor ve bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması Adalet Bakanı'nın iznine bağlı olacak.

Bu yasa, öncelikle basın meslek kuruluşları olmak üzere birçok çevrede eleştiriliyor. Basın örgütleri, "etki ajanlığı" suç tanımının içerdiği "yabancı organizasyon" ve "savaş etkinliği" gibi muğlak ifadelerin, her türlü gazetecilik ve STK faaliyetini baskı altına alabileceği uyarısında bulunuyor. AKP ise bu yasa teklifini, "yeni tip ajanlığa karşı" mücadele olarak savunuyor. TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Cüneyt Yüksel, kanunun, Türkiye'nin yabancı organizasyonların operasyonlarına maruz kalmaması için caydırıcı bir önlem olarak tasarlandığını belirtti. Ancak muhalefet ve STK temsilcileri, bu düzenlemenin toplumda STK'lara duyulan güveni zedeleyebileceği ve halkın gönüllü katılımını olumsuz etkileyebileceği endişesini taşıyor.

Hayatının 43 yılının 30 yılını bir vakıfta geçiren, onu kuran ve yürüten bir ailenin içinde olarak, bu düzenlemenin muğlaklığının, sivil toplum ve haklar adına çalışan birçok kurumu baskı altına alacak niteliğe sahip olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yani, kurumsal olarak alınan proje temelli destekler her an bir sopa olarak tüm sivil toplumun kafasına inebilir veya yabancı bir basın kuruluşunda çalışıyorsanız, yaptığınız bir haber ajanlık faaliyeti olarak gösterilebilir.

Geçtiğimiz aylarda Gürcistan'da benzer bir düzenleme yasalaştı. Yoğun protestoların ardından kabul edilmesi, Avrupa Birliği içinde "Rusya Yasası" olarak ele alındı. Bu yasa geçtikten kısa bir süre sonra, NATO Parlamenterler Meclisi, Mayıs 2023'te Gürcistan Etki Ajanlığı düzenlemesini demokrasi tehdidi olarak nitelendiren bir deklarasyon hazırladı ve bu deklarasyona AKP ve MHP milletvekilleri de olumlu oy verdi. Yani NATOPA'da Rusya'ya karşı Fürcistan'da demokrasi tehdidi olarak görülen bu yasa, iktidar bloğu tarafından desteklenirken Türkiye'de "güvenlik" gerekçesiyle savunuluyor. Siyasi iklimde değişen dengelerle, benzer düzenlemelere karşı durulsa da bu ülkede desteklenmesi mükemmel bir çelişki olarak durmaya devam ediyor.

Bu dönemin özelliği bu galiba. Sarkaç gibi sallanan kararlar.

Biz de şaşırmamaya devam ediyoruz, asıl şaşırtıcı olan galiba bu.

Köşe Yazıları Haberleri