Cumhur İttifakı ortağı Devlet Bahçeli 29 Ekim mesajında ne diyordu:
"TUSAŞ tesislerine kadar gelip beş kardeşimizi şehit eden teröristlerle, bölücü terör örgütüyle, terörizm patentini kontrolünde tutan bölgesel ve küresel odaklarla yollarını ayırmayan kim ya da kimler varsa demokrasi ve insanlık düşmanlığı ortak paydasında buluşmaları mutlak bir akıbettir.
Terör ve bölücülüğü sadece hayatımızdan değil, milli hafızadan da söküp atma hedefinden cayma, sapma ve savrulma söz konusu değildir.
Şayet buna direnç gösterilirse, eski usul mücadele stratejilerinden çok daha sert, seri ve şiddetli yöntemlerin devreye alınması mukadder hale gelmeli, hiç kimsenin de gözünün yaşına bakılmamalıdır."
Bahçeli'nin kimi ya da kimleri kast ettiğini biliyoruz.
1 Ekim'deki tokalaşmasının ardından DEM’e "uzattığımız eli tutun" diye çağrı yapan Bahçeli, Öcalan’ı DEM Parti Grubunda konuşma yapmaya bile çağırmıştı.
Öcalan’dan “tek taraflı PKK’yi tasfiye ettiğini“ açıklamasını, PKK’lilerden de Türkiye’ye gelip teslim olmalarını istiyordu.
“Ne Kandil ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın“ diyordu.
Yani başlayan yeni bir “süreç“ filan yoktu.
Bunu da açıkça söylüyordu Bahçeli:
“Biz elimizi yeni bir süreç için değil, kardeşlik ve kaderdaşlık için uzatırız.“
Nitekim kendisine destek veren Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Kandil’e bir çağrımız yok“ dedi. Ve ardından DEM’i tehdit etmeyi ihmal etmedi:
“Bir koltukta terör, diğerinde sivil siyaset taşınmaz. Hukukun ve demokrasinin içine girmeyen, hukuk ve demokrasi içinde karşılığını alır, almıştır, bundan sonra da alacaktır.“
Sadece DEM’i tehdit etmedi Erdoğan, tutuklanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer üzerinden CHP’ye de sopa gösterdi.
O sırada henüz gözaltında olan Ahmet Özer’i “terör örgütü mensubu“ ilan etti ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e “mevcut yönetime destek vereceksin“ diyerek hat çizdi.
Manzara çok açık; iktidarın gerçekte Kürt sorununu çözmek gibi bir niyeti yok. Bu konuda atılmış ya da atılması vaadedilen herhangi bir adım yok. Ortada sorunun muhataplarıyla bir müzakere de yok.
Lafta bir “uzatılan el“ var. Ama o elde “barış“ adına hiçbir şey yok.
Aksine DEM ve CHP’ye sallanan sopa ve tehdit var.
Barış beklentisiyle Kürtleri birbirine düşürmeye çalışan Cumhur İttifakı, DEM Partiyi “tasfiye“ yani kapatma ile tehdit ediyor.
Kent uzlaşısıyla seçilen ve uyduruk gerekçelerle tutuklanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer üzerinden CHP için “terörle iltisaklı“ algısı yaratıyor. CHP içindeki “ulusalcılar“a yeni bir alan açarak parti içinde çatışma ortamı yaratıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere diğer CHP’li belediyelere yönelik operasyon çağrıları yapıyor. Ekrem İmamoğlu’nun olası Cumhurbaşkanı adaylığının önünü kesmeye çalışıyor.
Türkiye’nin kronik sorunlarını çözemeyen, çözmeye de niyeti olmayan Saray çareyi yine “sopa“da buldu.
Hem de zaten alanı daraltılmış demokratik siyaseti tamamen bitirecek bir “sopa“.
Saray rejimi daha da otoriterleşmenin ve kalıcılaşmanın adımlarını atıyor.
“Çok daha sert, seri ve şiddetli yöntemleri devreye alacaklarını“ da söyleyerek yapıyor bunu.
Yine bir kırılmanın eşiğinde Türkiye.
Muhalefet bu oyuna gelirse belki geri dönüşü olmayan bir noktaya varılacak.
Ama çözüm de açık; Saray rejiminin çok korktuğu için saldırdığı Esenyurt’taki “kent uzlaşısı“nı korkmadan, baskıya boyun eğmeden büyütmek.
Yani biraz “cesaret“.