Bankacılar üzerine basa basa GMY der.
Genel müdür yardımcısını böyle ifade etmek bir kısaltmadan çok yarı tanrısal hiyerarşiye, salavatla anılan bir unvana işaret eder.
Medyada benzer kısaltma GYY, yani genel yayın yönetmenidir.
Kamu kaynaklarından milyon dolar hortumlayanı da, muhalifi de “editör”le yetinmez, illa GYY çıkar gelir künyede en tepeye ilişir. Üç kişinin çalıştığı yerde bir koordinatör, bir medya grup başkanı ve tepelerinde mutlaka bir GYY. Muhalif zannettiğiniz yazarlar bile eleştirirken GYY diye ayrıca vurgulamaktan mazoşist bir tat alır.
Eski Babıali’de başyazarlık kurumu tarihe karıştığında, editoryal hiyerarşinin tepesine yazı müdürü oturmuştu. Zamanla yazı işleri müdürüne dönüştü, en çok da devlet tarafından sevildi.
Matbuat kanun dairesinde serbest olduğundan beri, devletin yüzünü ekşiten, canını sıkan her haber ya da yazı için bu yazı işleri müdürü bir tür kulp, elverişli bir tutamaktı.
Askeri darbelerden sonra uzatmalı çavuşların telefonu kaldırıp “onu yazma, bunu çıkar” diye çemkirdiği, en ufak problemde “gel bakalım” denilen günah keçisi oldu.
Bu yeni bir formül doğurdu, günah keçisi yazı işleri müdürü yerinde kaldı, üzerine kaçak bir kat gibi “yayın yönetmeni” çıktı. Yetmedi “genel yayın yönetmeni” oldu.
Banka kredileri, kamu ilanları, hayali ihracat derken buna “medya grup başkanı”, “icra grubu başkanı” gibi çeşitlemeler eklendi.
CARR VATTAL VAN ANDA
Oysa gazeteciliğin evrensel işleyişinde hiyerarşiye pek yer yoktu. Muhabir, temsilci, editör gibi bir işlevi gösteren unvanlar kullanılıyordu. Batılı gazeteleri yöneten pek çok koçyiğit, necip Türk basınındaki gazino ilanı gibi cafcaflı künyelerden habersiz bu dünyadan gelip geçti.
Bunlardan biri de Van Anda’ydı. Tam adıyla Carr Vattal Van Anda.
New York Times gazetesini 1904 ile 1932 yılları arasında “yönetici editör” gibi basit bir ünvanla çekip çeviren, tirajını 24 kat, gelirlerini 7 kat artıran gazeteci.
Şu meşhur GYY’lerimizin boy ölçüsünü bu mütevazı adamla, “Van Anda” çıtasıyla alsak?
16 yaşında astronomi ve fizik okuma hayaliyle Ohio Üniversitesi’ne girmiş bu genç adam yaz tatillerinde Cleveland gazetelerinde muhabirlik yaparak mesleğe adım attı.
Üniversiteyi bıraktı, ustabaşılık, dizgicilik, telgraf operatörlüğü gibi işlerden sonra 24 yaşında New York’a geldi ve The Sun gazetesinin editörü oldu. O günlerde Joseph Pulitzer’in (Meşhur Pulitzer ödülünün kurucusu) New York World gazetesi ile William Randolph Hearst’ün (Yurttaş Kane filminin esin kaynağı) New York Journal gazetesi kıran kırana bir rekabete girmiş, bu tiraj savaşıyla gelen yalan haberler ABD’yi İspanya ile savaşa sokacak kadar ileri gitmiş, 1895-1898 yılları arasındaki bu rezil dönem tarihe “sarı gazetecilik” adıyla geçmişti.
Aynı günlerde Adolph Ochs’un dikkatli gözleri The Sun gazetesinde Van Anda’nın sıradışı reflekslerini fark etmişti. New York Times’ı satın alan Ochs sansasyonel haberlerden uzak, güvenilir bir gazete yaratmayı hedefliyordu, “sarı gazeteciliğe” karşı logonun yanına “basılmaya değer bütün haberler” şiarını yerleştirmişti, Van Anda önce Ochs’un yardımcılarından biri oldu, 1904 yılında artık New York Times’ın yönetici editörüydü.
HABERİN KOKUSUNU ALIYORDU
Dikkat çeken ilk başarısı Japonların Rus pasifik filosunun üçte ikisini (7’si zırhlı 21 gemi) yok ettiği 28 Mayıs 1905’teki Tsushima Boğazı savaşını aktarmaktı. Bütün gazeteler baskılarını bitirip bürolarını kapatmıştı. Ama telgrafları dikkatle izleyen Van Anda 18 bin mil öteden gelen Rus filosunun Japonlarla karşılaşacağını kestirmiş, sabahın beşinde ayakta, haberi bekliyordu. Sayfaları ve manşeti hızla hazırladı, 40 bin adetlik bir “son baskı” yaptı ve gazetenin bayilere doğru dağıtıldığını bizzat görmek için dağıtım kamyonlarının üzerinde şehri dolaştı.
Van Anda haberin kokusunu alıyordu. 15 Nisan 1912 günü 01.20’de Kanada’nın Atlantik Okyanusu kıyısında Cape Race burnundaki telsiz istasyonuna gelen mesaj RMS Titanic transatlantiğinin bir buzdağına çarptığını bildirmişti. Van Anda bu mesajı gördüğünde batmaz denilen geminin battığını tahmin etmişti. Hemen Titanik’in özelliklerini araştırmak, yolcu listesini elde etmek ve ilkbaharda Kuzey Atlantik’te denizin yarattığı tehlikeleri öğrenmek için birer kişi görevlendirdi, telsizlerdeki gelişmeleri dikkatle takip etti. Ertesi sabah sadece New York Times Titanic’in batışına ilişkin doğrulanmamış haberi sayfalarca bilgiyle beraber verdi. New York’ta çıkan diğer gazeteler ise aynı bilgilerle alay etmeyi tercih etmişti.
TİTANİK'İN BATIŞI
Titanik’in battığı ve 1517 yolcusunun öldüğü kesin olarak anlaşıldığında Van Anda yine bir adım öndeydi. New York limanında çok sayıda oda ve telefon kiralamış, kurtarma gemileriyle limana getirilen sağ kalan yolcularla ve onları kurtaranlarla tek tek konuşmak için neredeyse bütün gazeteyi limana yığmıştı. Van Anda’nın New York Times’ı ertesi sabah Titanik’in ve onu kurtarmaya giden gemi telsizcilerinin imzasını taşıyanlar da dahil olmak üzere 14 sayfa boyunca süren haberiyle rakiplerini ezip geçti.
Van Anda pek çok ilgisi olan bir adamdı. Marconi’nin telsiz teknolojisindeki gelişmeleri yakından izliyor, Amiral Peary'nin, Amundsen’in kutup keşiflerini, gazete olarak destekliyordu. Albany’den New York’a uçan ilk havacı Van Anda’nın tuttuğu özel trenle izlenmiş, detaylı fotoğrafları sadece New York Times’ta yer almıştı.
Telsiz, dış haberleri ucuzlatmanın bir yoluydu. Rakipleri “imkansız” olduğunu söylerken, New York Times yorumlarını kablosuz olarak Okyanus ötesine taşıyordu.
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde İngiltere, Almanya, Fransa, Belçika ve Rusya’nın diplomatik yazışmalarını, uluslararası politikaya ilişkin bütün argümanlarını “tam metin” olarak yayınlayan New York Times oldu ve bu çabasıyla 1918 yılında Pulitzer ödülü aldı. Times’ın kablolu ve kablosuz özel haberleri, kelime sayısı olarak diğer tüm Amerikan gazetelerinin “özel haberleri” toplamını geride bırakıyordu.
SAVAŞI SİPERLERDE İZLİYORDU
Birinci Dünya Savaşı başladığında, New York Times Batı cephesindeki gelişmeleri aktarırken resmi sansürü Van Anda’nın geliştirdiği bir şifre ile aşıyor, telgraflara yılda 75 bin dolar harcayan Van Anda savaşı neredeyse “siperlerde” izliyor ve okurlarına aktarıyordu. Savaşın sonunda Alman generali Ludendorf’un 21 Mart 1918’deki “son taarruzunu” fark eden Van Anda’ydı ve bunu Londra gazetelerinin bile birkaç gün önünde duyurmuştu.
Savaşın ardından 9 Haziran 1919’da Versay Anlaşması’nı resmi matbaalardan çıkar çıkmaz alıp aynı anda 24 ayrı telefon kullanarak 10 Haziran günü New York Times’te 62 gazete sütunu dolduran devasa bir tam metin olarak yayınladı.
New York Times’ın tirajı pazar günleri 500 bine dayanmıştı. Gazete 1924’te kendi radyo vericisine sahip olmuş, 1925’te dünyanın her tarafında fotoğrafçıları bulunan devasa bir haber ajansı ve habere yılda 500 bin dolar harcayan bir kurum olmuştu.
Charles Lindbergh tek motorlu uçağıyla Atlantiği geçip Paris’e indiğinde bunu 21 Mayıs 1927 günü “özel kablo haberi” ve “Lindbergh başardı” manşetiyle duyuran New York Times’tı.
Van Anda New York Times efsanesinin temelini sağlam örmüştü.
İngiliz arkeolog Howard Carter’ın 1922’de Tutankamon’un mezarı için yaptığı keşif çalışmalarını destekledi. Van Anda 700 sembolden oluşan hiyeroglifleri okumayı biliyordu ve metinlerle 4 bin yıllık bir “sahtekarlık” bile bulmuştu.
Einstein’ın görecelik kuramı hakkındaki tartışmaları da yakından izliyor, kamuoyuna aktarıyordu. Dahi bilim adamının Princeton Üniversitesi’nde verdiği bir derste tahtaya yazdığı formüldeki hatayı bulup düzeltecek kadar dikkatliydi.
VE HATALARI...
Van Anda’nın hataları da vardı, New York Times 1917-1919 yılları arasında 91 kez Rusya’daki komünist rejimin devrildiğini ya da devrilmek üzere olduğunu yazmış, dört kez Lenin ve Troçki’nin kaçmaya hazırlandıklarını, üç kez de kaçtıklarını duyurmuştu. Lenin’i iki kez istifa ettirmiş, üç kez hapse attırmış, bir kez de öldüğünü duyurmuştu. New York Times bu eleştirilerden sonra Moskova’da öyle bir temsilci seçti ki geçtiği haberler yüzünden gazete sosyetenin Daily Worker’ı (Amerikan Komünist Partisi’nin yayın organı) diye anıldı. New York Times Lenin’in politik vasiyetini ele geçiren tek gazete olacaktı.
Patron Ochs Van Anda’lı 25 yıl boyunca 100 milyon dolar kar elde etmiş, bunun sadece yüzde 4’ü ortaklara kar payı olarak ödenmiş, geri kalan bütün para gazeteyi geliştirmek için harcanmıştı.
Müzevazı ve gösterişsizdi. Birkaç yıldır New York Times’e yazan bir muhabir, Van Anda ile bir çayırlıkta golf kıyafetleri içindeyken tanışmış, Van Anda New York Times’ta çalıştığını söyleyince muhabir “orada ne yapıyorsun” diye sormuştu.
1931’de emekli olduktan sonra New York Park Avenue’daki dairesine çekildi. Science dergisinde astrofizik üzerine tartışmalara katıldı, eleştiriler yayınladı. 1945 yılında hayata veda etti.
New York Times onu dört sütuna yayılan olağanüstü hikayesini anlatarak uğurladı. Van Anda, New York Times’e hem teknoloji, hem de saygınlık olarak eşik atlatan bir “editör” olarak gazetecilik tarihindeki yerini aldı.
12 EYLÜL'DEN SONRA GYY'LERİN MAAŞLARI ARTTI
Aynı günlerde kurulan genç Cumhuriyetin gazete patronları Yunus Nadi ya da Mahmut Nedim, daha çok devlet eliyle yaratılan tekellerden pay kapmaya çalışıyor, adları yolsuzluklarla anılıyordu.
Dahası da oldu, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Türkiye’yi işgal planında Almanlarla işbirliği yapacakların sıralandığı “C listesini” eşelemeye başlayan muhalif Zekeriya Sertel’in Tan gazetesi aralarında Süleyman Demirel, İlhan Selçuk gibi isimlerin olduğu “öfkeli milliyetçi üniversite öğrencileri” tarafından komünist tehlike gerekçesiyle yakılıp yıkıldı.
Milliyetçi gazeteciler “6-7 Eylül provokasyonlarında” da rol aldı, Kıbrıs olayları nedeniyle azınlıklar üzerinde estirilen terör furyasında da.
12 Eylül’den sonra zuhur eden “GYY’lerin” maaşları ve şaşaaları gazetelerinin düşen itibarları ve tirajlarıyla ters orantılı biçimde, patronlarının mal varlıklarıyla paralel olarak arttı.
Gayri-nizami harp çevresinde uydurulmuş, eklenmiş ifadeleri “başyazarlar” yayınladı, Hrant Dink cinayetinin zeminini hazırlayan dava dilekçesi ertesi gün noktası, virgülü değişmeden köşe yazısına konu oldu, sürgünde ölen sanatçılar için atılan “Şerefsiz” manşetleri kaba özürle geçiştirildi.
İnsanlık suçları da sicile eklendi.
Cezaevlerinde süren ölüm oruçlarına karşı yapılan ve dört duvar arasında 30 mahkumun öldürüldüğü “Hayata Dönüş” adı verilen operasyonu “Sahte Oruç Kanlı İftar” başlığıyla duyurabilen GYY’ler, F tiplerini savunan yazarlar, polis ağzıyla haberi kaleme alan muhabirler şimdi “muhalif” saflarda iktidarın baskısından söz ediyor, adları “özgürlükçü duayenler” arasına yazılıyor.
Ve Van Anda’ın yenilikçilikle, dikkatle, teknoloji ve gazetecilikle koyduğu çıta, bir asır sonra bilgisayar ve internet çağında hala orada duruyor.
NOT: Yazıda Martin Walker’in "Basının Gücü" adlı kitabından ve New York Times’ın 29 Ocak 1945 günü Van Anda için yayınladığı uzun biyografiden yararlandım..