Türkiye ilginç bir dönemden geçiyor. Artık CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olacağını bildiğimiz Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi için büyük bir kampanya yürütülüyor. Gazetecisinden sosyal medya trolüne herkes bu kampanyanın büyük bir parçası oluyor. Bir diğer yandan ise İmamoğlu hakkında bir ‘çıkar amaçlı örgüt’ soruşturması yürütüldüğünü biliyoruz. Soruşturmaya İmamoğlu’nun bazı çalışma arkadaşları, gazeteciler de dahil ediliyor. Bununla paralel, iktidara yakınlığını ve desteğini gizlemeyen isimler “İmamoğlu’nu devlet, bürokrasi ve ordu istemiyor” cümlelerini kuruyor. Vesayetten haklı biçimde şikâyet edenler, bugün yeni bir vesayetin arkasından İmamoğlu’na ateş açıyor. Yaşananlar fazlasıyla bugünün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi serüvenini hatırlatıyor.
İnsan dediğimizin hafızası zamana yenik düşer, tazelemekte fayda var.
Tarih 6 Aralık 1997, adres Siirt. Açık hava toplantısında konuşan Erdoğan, Mehmet Akif Ersoy’un şiirini okuyor ve hemen hakkında "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesi ile soruşturma başlatıldı. Erdoğan yargılandı ve hızlıca mahkûm edilendi, hakkında siyasi kararı verildi. Erdoğan, 26 Mart 1999'da girdiği cezaevinde dört ay on gün kaldıktan sonra 24 Temmuz 1999'da tahliye edildi. Hakkında "Muhtar bile olamayacak" manşetleri atıldı. 28 Şubat sonrası Erbakan’dan ziyade Erdoğan’ın üstüne gidildi, “Devlet istemiyor” sözleri havalarda uçuştu.
Erdoğan birkaç yıl sonra 2001’de AKP’yi kurdu. 2002 yılında seçimlere doğru gidilirken, ‘istemeyenler’ yeniden devreye girdi. 146’cı savcı olarak bilinen Nuh Mete Yüksel, Erdoğan’dan örgüt çıkardı ve TCK’daki idam maddesini belirleyen 146/2’den tutuklanmasını istedi. Erdoğan’ın Rize’de yaptığı bir konuşmayı kapatılan Refah Partisi’nin Genel Başkanı Erbakan hakkında yürütülen ‘Milli Görüş Davası’ ile değerlendirmekten vazgeçerek, ayrı bir soruşturma haline getirdi. Erdoğan için TCK'nın 146/2 maddesindeki, ‘Anayasal düzeni bozmaya teşebbüs suçundan’ soruşturma başlattı. Savcı Yüksel, Erdoğan'ın, mitingleri ile tüm konuşma kasetlerini ve diğer delilleri incelemeye aldı. Bu madde öyle bir maddeydi ki Erdoğan için 5-15 yıl hapis cezasından, idamına kadar uzanacak bir sürecin perdesini aralayabilirdi.
Tam da o günlerde gazetelerin Erdoğan için attığı başlıklar dikkat çekiciydi. Erdoğan’ın ifade sürecini “DGM’de terledi” diye verenler bile vardı. O soruşturma kapsamında Erdoğan, Yüksel tarafından tutuklamaya dahi sevk edildi. Tarih 25 Nisan 2002’ydi ve Erdoğan’ın partisi AKP’nin iktidara gelmesine yedi aydan kısa bir süre kalmıştı. O dönemin yorumcuları Erdoğan için “Ordu ve bürokrasi istemiyor” yorumları yapıyor; AKP ise bunu ‘vesayet’ olarak nitelendiriyordu. AKP vesayet dedikçe halktaki desteği artıyor, oy oranları yükseliyor ve giderek yerini sağlamlaştırıyordu.
Erdoğan’ın tutuklama talebiyle gönderildiği Ankara 2 No'lu DGM'nin yedek hâkimi Ramazan Aksan, talebi yerinde görmeyerek, reddetti. Ve işte o günden sonra Erdoğan’ın uzun yolculuğu başladı.
O günden sonra başlayan AKP iktidarında en çok duyulan söz ise ‘vesayet’ oldu. Karşılarına çıkan her engeli ‘vesayet’ diyerek aşan AKP’liler bu süreci bir ‘demokrasi mücadelesi’ olarak anlattı. Hatta Erdoğan süreci anlatırken "Benim de idama mahkûm edilmem istendi ama son anda yırttım. Bizi de apar topar götürüyorlardı” demişti.
Aradan çok uzun yıllar geçti. İstanbul’un Beylikdüzü ilçesini yöneten bir belediye başkanı, CHP’nin o dönemli genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun iknası ile İBB’nin başkanlığına aday gösterildi. Öyle ki CHP’liler bile o dönem Kılıçdaroğlu’na “Kimse bu adamı tanımıyor” diye tepki gösterdi. Kimsenin tanımadığı düşünülen ‘bu adam’ Ekrem İmamoğlu idi. 2019’da girdiği İBB seçimlerini kazandı, mazbatasını aldı. Medya artık el değiştirmiş, manşetler artık başkalarını için atılıyordu. Sabah gazetesi İmamoğlu’nun kazandığı seçimin hileli olduğuna hükmeden manşetiyle sürecin fitilini ateşledi. YSK seçimleri iptal etti ve yenilenen seçimleri İmamoğlu bir kez daha kazandı.
Aradan üç yıl geçmişti ki genel seçimler geldi çattı. Bu sürede o kimsenin tanımadığı adam büyük bir tanınırlığa ulaştı, adı cumhurbaşkanı aday adayı olarak anılmaya başlandı. Tam da o günlerde adına ‘ahmak’ davası denilen bir davada karar çıktı. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile girdiği polemikte YSK üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla İmamoğlu’na hapis cezası ve siyasi yasak getirildi. Karar ile birlikte İmamoğlu için “Aday olursa yasak gelir” denilmeye başlandı. Dava o gün bugündür istinafta bir yerlerde beklemeye devam ediyor.
Genel seçimler muhalefet açısından kıl payı da olsa kaybedildi, CHP bir kurultay geçirdi ve günün sonunda yerel seçimlerden 2019’dan daha büyük bir zaferle çıktı. İmamoğlu’nun adı bir kez daha henüz tarihi net olmayan genel seçimler için cumhurbaşkanı adayı olarak anılmaya başlandı.
Hal böyle olunca da kendisi hakkında ardı ardına soruşturmalar gelmeye başladı. Diploması, Beylikdüzü davası, savcı davası bilirkişi davası… Derken CHP’nin kurultay soruşturması, İstanbul İl Bakanlığı kongresi davası… Nihayetinde CHP’li bazı belediye başkanlarının tutuklandığı suç örgütü soruşturmaları, kent uzlaşısı davaları ve Medya A.Ş soruşturması… Artık tablo netleşmeye başlamıştı, İmamoğlu için kar topu haline getirilen büyük bir ‘çıkar amaçlı örgüt’ soruşturması başlatılıyor, içine gazeteciler ve ekibi dahil ediliyor; pasaportlara el konuluyor, mal varlıklarına tedbir uygulanıyordu. Gazeteciler iktidara yakın ekranlarda İmamoğlu için gözaltına alınacağı ve tutuklanacağı günü söylemeye başladı, diplomasını iptal etti ve yargılamaya bile başladı. Yetmedi, bugün yakın durdukları AKP’nin Genel Başkanı Erdoğan’a geçmişte söylenen “Devlet onu istemiyor, ordu ve bürokrasi direniyor” sözünü köşelerine ve ekranlarına taşımaya başladı. Geçmiş yazılarında vesayet eleştirisi yapanlar, adına vesayet demedikleri bir vesayet rejimini işaret ediyordu. Halkın ne dediğine bakmadan, “Devlet kararı verdi, bu iş olmaz” diyorlardı.
Geçmişi çok çabuk unuttu Türkiye. O gün bir savcı çıkıp ileride ülkeyi yöneteceğinden endişe ettikleri bir isme örgüt suçlaması, anayasal düzeni değiştirme iddiası isnat etmiş ve direnç göstermeye başlamıştı. Medyası da bu ateşe odun taşımıştı. Bugün ise o durduramadıklarının gölgesinde serinleyenler, o gölgenin konforu ile geçmişin bir benzerini yaşatıyor. Vesayet diyemedikleri bir vesayetin rahatlığı ile hüküm verip, siyaset alanını şekillendirmek istiyor.
İmamoğlu’nu Erdoğan’a benzetenlerin sayısı hiç de az değil. Siyaset biçimi ve söylemlerini pek benzetmem, ama başına getirilmek istenenin benzediği aşikâr. Fakat unutulmasın, genel bir de kabuldür ki tarih bazen tekerrür eder.
6 Mart’ta yazdığım yazının finalini şöyle yapmıştım, yine öyle bitireyim:
“İktidar çok açık biçimde İmamoğlu’nun aday olmasını istemiyor. Bu adaylık 2023’te de istenmiyordu bugün de istemiyor.”