Gün ağarmadan yollara düşüp fabrikada çalışan, “her kız çocuğu” gibi ev işlerini de yüklenen Zeynep, annesiyle tartışırken okuma kararlılığını böyle haykırır…
Çünkü Zeynep için okula gidememek, evlendirilmek, erken yaşta anne olmak, ev içi işlerin tamamını yüklenmek ve bir işe girerse kölelik şartlarında çalışmak demek.
Bu ülkede kız çocuklarının önündeki yalın ve sert gerçeklik bu. (“Okusa ne olacak?” ayrı tartışma konusu…)
Zeynep’i “Yaramaz Çocuklar” belgeseliyle tanıdım. Zaten kimseyi değil, kendisi gerçekliğiyle karşımızda.
20 yıl önce evden ayrılan ve yurtdışında yaşayıp yönetmen olan Ahmet Necdet Çupur, 15-16 yaşında nişanlandırılan kardeşi Zeynep’in yardım çağrısı üzerine köye gidip kamerasını çalıştırıyor. Babası hariç aile bireyleri, kamera yokmuş gibi rahat, duygularını, fikirlerini, olduğu gibi döküyor.
“Köye dönüp geçmişimle ilgili mekânları görselleştirmeye başlayınca Zeynep’in hikâyesinin anlatılması gerektiğini anladım. Zeynep’ten sonra Nezahat ve kardeşim Mahmut’un hikâyesini dinlemeye başladım. Ebeveynlerimin bu derece muhafazakâr oluşu yeniydi. Terk ettiğim evin, Türkiye’nin aynası hâline geldiğini anlayınca da sadece eve odaklandım.” (https://altyazi.net/soylesiler/ahmet-necdet-cupur-ile-yaramaz-cocuklar-uzerine-soylesi/)
Gerçekten de Çupur’un kamerası ve filmin güçlü kurgusu, Antakya’da yoksul, Sünni muhafazakar bir ailenin yaşadığı evin içine ışınlıyor izleyiciyi. (Sinemada kaçıranlar Mubi’de izleyebilir.)
Öte yandan aile denen patriarkanın temel taşının sadece kızlara değil, erkeklere de yaşattığı cehenneme şahit oluyorsunuz:
Erken yaşta imam nikâhıyla evlendirilen Mahmut’la Nezahat’in mutsuzluk hikâyesiyle Zeynep’in evlendirilmemek için Antakya’ya, okumak için gitme mücadelesi birbirine paralel yürüyor.
15-25 yaş arasındaki gencecik insanların eğitime erişim, kendi seçimiyle evlenebilme hatta oy tercihi gibi en temel hakları için bu çağda böylesine çetin bir mücadele vermek zorunda kalması ne acı.
Seçim arefesinde kırsal kesimde hayat, muhafazakar aile yapısı, genç seçmen ve eğitimden kopuş üzerine binbir yorum ve veri sunuluyor ve hepsi bir süzgeçten geçiriliyor ya…
Bunları ucuz iş gücü yaratma politikalarından bağımsız düşünemeyiz.
UCUZ VE SESSİZ BİR EMEK GÜCÜ: ÇOCUKLAR
“Genç” Türkiye’nin gençlik sorunu, sadece bir coğrafya, etnik ve dini kökene has değil.
Muhalefet, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “çok çocuk yapma” temennisiyle “dini ve manevi değerlere sahip çıkan” aile politikasını, genelde muhafazakar ideolojisiyle bağdaştırıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması da.
Acaba bu söylemlerin gerisindeki amaç, ucuz – ve sessiz- bir işgücü ordusu yaratmak olmasın?
Dini ve geleneksel bahanelerle aileyi kontrol etmek, itaatkâr çocuklar yetiştirip sisteme katmak demek.
Gece gündüz çalışırken bir yandan da sınavlara hazırlanan Zeynep, babasını kursa gitmek için bile ikna edemezken “başarısız” sayılabilir mi?
Maddi koşullar, ortaokuldan itibaren yüzbinlerce çocuğun eğitim sisteminin dışına çıkmasının tek nedeni mi?
Yasaya bakarsanız çocuk işçiliği yasak; ancak yönetmelikler sayesinde 14 yaş itibariyle çocuk işçi çalıştırılabiliyor. Resmi verilere göre Türkiye’de toplam 720 bin çocuk, işgücünde.
15-17 yaş arasındaki çocukların yüzde 16,4’ü işgücünde, yani her yüz çocuktan 16’sı halihazırda çalışıyor ya da aktif olarak iş arıyor. (X)
Dahası da var: Milli Eğitim Bakanlığı teşvikiyle son 9 ayda 900 bin öğrenci “mesleki eğitim merkezi” denilen MESEM’lere kaydolarak işgücüne katıldı.
Bir mucize olarak sunulan formülde, 9,10 ve 11’inci sınıf öğrencilerinden “başarısız” veya “devamsız” olanlar, haftada bir gün okula gidip dört gün işletmelerde, asgari ücretin yüzde 30’u karşılığında çalıştırılıyor.
AMASRA’YI MADEN LİSESİ Mİ KURTARACAK?
Uzaktan bakınca “ne güzel, en azından meslek sahibi olur” denebilir. Ekonomik koşullar, İmam Hatip dayatması, köylerde okul kalmaması, 4+4+4 sistemi, eğitimde fırsat eşitliğinin önünde kocaman bir engel.
Ancak Milli Eğitim’in görevi sermayeye ucuz çocuk işçi göndermek değil, herkes, eşit şartlarda eğitim almasını sağlamak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amasra’daki maden katliamından sonra ne dediğini hatırlayalım:
“Hedefimiz bu yıl sonuna kadar 1 milyon gencimizin çırak, kalfa ve usta olarak mesleki eğitim merkezlerinde yetişmesini sağlamaktır. Ayrıca mesleki ve teknik liseli gençlerimiz için cazip hale getirecek ilave düzenlemelerin hazırlıkları içindeyiz. Bartın’daki benzeri kazaların önüne geçmek için atacağımız adımlar arasında bölgede madenciliğe özel bir meslek lisesi açma projesi de bulunuyor.“ (https://isghaber.com.tr/haber/12433592/cumhurbaskani-erdogandan-madencilige-ozel-bir-meslek-lisesi-acma-projesi)
Mesleki eğitim adıyla muştulanan bu dönüşüm, modern köleliğe işaret ediyor. Bu formüle göre maden cinayetlerine de maden lisesiyle önlem alınacak, yani devlet yine hiçbir şeyden sorumlu değil!
AKP’YE GÖRE HERKES OKULDA!
AKP bildiğiniz gibi, her konuda olduğu “okullulaşma oranları”nı çarpıtarak vermekte de mahir. Milli Eğitim Bakanı, okullulaşma oranını yüzde 95’lere çıkarmakla övünüyor.
Oysa çocukların çoğu, ilk dört yıldan itibaren hızla eğitim dışına çıkıyor. Kaç çocuğun işgücünde yer aldığına dair son veriler, 2019’da yayınlandı. TÜİK verileri, mevsimsel ve kayıtdışı çalıştırılan çocukları zaten yansıtmıyor.
Özellikle 15 yaşından itibaren öğrenciler, eğitim dışına çıkmaya başlıyor. 14 yaşta %96,3 olan yaşa göre okullulaşma oranı, 15 yaşta %93,4’e, 16 yaşta %88,5’e ve 17 yaşta %84,5’e düşüveriyor.
15-17 yaş arasındaki çalışan çocukların %71,8’ini oğlanlar, %28,2’sini ise kız çocuklar oluşturuyor. Eğitim Reformu Girişimi (ERG), “son 7 yıldır süregelen durum bu. 14-17 yaş grubunda eğitim dışında kalan kız çocuklarının oranı (yüzde 9,5), oğlanlara yakın ama resmi işgücü verilerinde “yok”lar. Ancak kız çocuklarına kaç saat, ne iş yaptıkları sorulunca tablo netleşiyor:
Haftalık 21 saatten fazla ev işlerine katkı sunan, kardeş ve yaşlı bakımı üstlenen kız çocuklarının yüzde 44,4’ü eğitim dışında. Ev içi emek, “iş”ten sayılmasa da bu çocuklar ve kadınlar, emek gücünün içinde, en ağır işleri bilabedel üstleniyor.
Bazı uzmanlar, sekiz yaşındaki kız çocuklarının bebek kardeşlerine tek başına baktıklarını, mevsimlik tarımda bu çocukların hem çadırda hem tarlada çalıştığını söylüyor.
SIĞINMACI POLİTİKASI: YAŞASIN KAYITDIŞI İŞGÜCÜ
Hayata Destek Derneği Sosyal Hizmet ve Çocuk Koruma Sektör Yöneticisi Özlem Gegez, sahada karşılaştıkları ailelerin “Çocuğum okuyacak da ne olacak. Çalışsın para kazansın daha iyi” dediğini aktarıyor:
“Yani eğitim sisteminin zayıflığı, ailelere çocuklarının geleceğine dair bir güvence vermemesi, geleceksizlik hezeyanı da çocuk işçiliğini artıran bir etken.”
Yoksulların ölümüne, ağır ve güvencesiz koşullarda iş bulmaya “amenna” demeye zorlandığı koşullara sığınmacı politikasını da ekleyin.
Bakmayın “gelip bizim işimizi elimizden aldılar” diye şikayet edenlere. Kayıtsız, genç üstelik ucuzun ucuzu işgücü, sermayenin de devletin işine geliyor.
Son verilere göre okul çağındaki Suriyeli çocukların okullulaşma oranı yüzde 64.4. Ortaöğretimdeki okullulaşma oranları daha düşük. Okula kayıtlı olmayan Suriyeli çocukların sayısı ise 425.666!
Peki bu çocuklar nasıl yaşıyor, ne yapıyor? Diğer sığınmacı çocuklara dair neden veri yok? Hepimizin geleceğini, yaşamını şüphesiz ki gelecek seçimleri de ilgilendiren bu sorular cevapsız kalıyor.
Anlayacağınız “Türkiye yüzyılı” vizyonuna toplumsal cinsiyet politikaları, eğitimin ticarileştirilmesi imam hatipleştirilmesi ve sermayeye çocuk ve sığınmacılardan oluşan ucuz istihdam yaratmak dahil.
Muhalefet ittifaklarının bu sorunu ne kadar gördüğü ve dillendirdiği bir yana, çözüm sunması ve geniş kitleleri ikna etmesi için çok çalışması lazım.
Belki de seçimi kazanmanın anahtarı, “muhafazakâr değerlere sahip çıkıyoruz”u anlatmaya çalışmak ve “Z” kuşağı olarak kodlanan gençliği aynı kefeye koymaktansa daha etkili, güçlü ve inandırıcı bir çalışma ve eğitim politikasını sunabilmekte.