Orta Doğu’da ilk toplulukların ortaya çıkışından beri tarihin seyrini değiştiren çok sayıda casus ve casusluk faaliyeti oldu ve hala oluyor.
Orta Doğu’da casusluktan hakkında konuşup yazıyorsak elbette casusların piri, tarihin en organize istihbarat örgütlerinden birini kuran Hasan Sabbah’tan bahsetmemek olmaz.
Sabbah bölgenin kaderini de yapısını da derinden etkiledi. Kurduğu istihbarat teşkilatı ile ölümünden sonra bile korku salmaya devam etti.
Sabbah’ın rivayetler ve masala varan anlatımlarla örülü hikayesine dair yazanların üzerinde mutabık olduğu birkaç nokta var.
Bunlardan biri, Sabbah’ın kartalların erişemediği bir kalede, Alamut’ta yaşadığı gerçeği.
Zaten Alamut kelimesinin Farsça yazılışı ebced hesabında hicri 483 yılına karşılık gelir. Miladi 1090’a denk gelen bu tarih Hasan Sabbah’ın Alamut kalesine giriş tarihidir.
Sabbah işte bu erişilmez, ulaşılmaz kalenin zirvesindeki bir burçtan hem dehşet saçar hem adalet dağıtır. En büyük düşmanı da dönemin Selçuklu Sultanı Alparslan ve veziri Nizamülmülk’tür.
Rivayete göre, Hasan Sabbah bir gün Selçuklu sultanına bir elçi gönderir
Sultan gelenin Sabbah’ın elçisi olduğunu öğrenince ‘huzura kabul edin’ emri verir. Elçi, huzura varır. Sultana, “size bir mesaj getirdim ama bu kalabalıkta söylemem” der ve huzurdakilerin çıkmasını ister. Sultan kabul eder ve nihayetinde kabul salonunda sultan, Sabbah’ın elçisi ve 3 köleden başka kimse kalmaz. Sabbah’ın elçisi kölelerin de çıkmasını ister. Sultan, “olmaz, onlar benim en yakınlarım, en güvendiklerim. Biz 4 kişi tek insanız” diyerek itiraz eder. Elçi, kölelere ‘kılıcınızı çekin’ der. Köleler tereddüt etmeden ihtişamlı Selçuklu sultanına karşı kılıçlarını çeker.
Sabbah’ın elçisi mesajını vermiştir, saraydan çıkar gider
İşte Hasan Sabbah böylesi bir sadakat ordusu kurmayı başardığı için düşmanlarında bile korkuyla karışık saygı uyandırmayı başarır.
Bir başka hikayeye göre Sabbah kimselerin ulaşamadığı kalesinde bir dünya kurdu.
Önce insanları eğitip mürit yaptı. Ardından müritlerinden genç ve yetenekli olanları seçip suikastçi olarak yetiştirdi. En büyük düşmanı da Selçuklu Devleti’nin neredeyse sultandan bile güçlü veziri Nizamülmük’tü. Böylesi güçlü bir düşmana karşı suikast yaptırmak kolay değildi. Hasan Sabbah çare olarak uyuşturucuyu kullanmaya karar verdi. Ancak bu da yetmezdi. Bu nedenle suikastçi olarak seçtiği gençleri kendisine bağlamak için sahte bir cennet yaratmaya girişti.
Önce kaleye birbirinden güzel kızları getirip genç erkeklerin göremeyeceği bir bölümüne yerleştirdi. Burada tek kelimeyle hurileriyle birlikte bir cennet yarattı. Suikatçi olarak eğittiği gençlerin zihinlerini uyuşturucu ile bulandırdı. Ardından bu sahte cennete koydu. Kendilerini cennette bulan genç erkekler artık Hasan Sabbah için her şeyi yapmaya hazırdı.
Peki Hasan Sabbah uyuşturucu, sahte cennet ve kanlı suikastlerden mi ibaretti?
Ölümünden sonra bile suikastlerine devam eden fedailer neredeyse iki yüz küsur yıl boyunca uyuşturucu ve sahte cennet ile mi kandırıldı?
Alamut’un Efendisi adlı kitabı roman üslubuyla kaleme alan Pol Amir’e göre Hasan Sabbah’ın bildiğimizden çok farklı bir hikayesi vardı.
Sabbah her şeyden önce bir siyasi hedef ile yola çıkmıştı. Sabbah’ın ideolojisi, inançları, kurduğu yapı, suikastler dönemin siyasi şartlarından bağımsız değildi.
Gazeteci Yazar Faik Bulut ise defalarca İran’a giderek yerinde araştırdığı Hasan Sabbah’ı ve hikayesini sınıf mücadelesi çerçevesinde kaleme aldı.
Bulut’un Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri ve Hasan Sabbah kitabında orijinal kaynaklardan derlenen verilerin ışığında bambaşka bir Hasan Sabbah ortaya çıkıyor.
HAŞHAŞİLER YAKIŞTIRMASI NASIL ÇIKTI?
Pol Amir’e göre Sabbah iyi eğitimliydi. İsmaili mezhebine inandı. Alamut’un efendisi olduğunda 35 yaşındaydı.
Hasan Sabbah ve adamlarının haşhaş çektikleri iddiası cahil tarihçilerin yanlış yorumlarından dolayı ortaya çıktı. O tarihlerde Alamut şehrinin hastanesi çok meşhurdu. İran’ın diğer şehirlerinden hastalar tedavi olmak için Alamut’a geliyorlardı. Miladi 12.inci yüzyılın yarısında Filistin’de ortaya çıkan Hristiyan keşişleri, Müslümanlardan öğrendikleri bu ilaçları Avrupa’ya taşımaya başladılar. Bu ilaçlar arasında günümüzde yatıştırıcı ve ağrı kesici olarak kullanılan ilaçlar da vardı. Alamut civarındaki İsmaililer bu ilaçların hem ham maddelerini yetiştiriyordu hem de ticaretini yapıyordu. Bunu yanlış yorumlayan Avrupalı keşişler ve seyyahlar bu kesimi haşhaşiler olarak adlandırmaya başladı.
İslam dünyasındaki mezhepler arası çekişme ile birlikte zamanla haşhaşi kelimesi bütün İsmaililer için kullanılır oldu.
KATLİAMLAR SAVAŞMAYI ÖĞRETTİ
İsmaililer İran’da geniş bir sahaya yayılmışlardı. İran’daki ve dışındaki İsmaili davetçiler her yerde zulüm görüyordu. Dai adı verilen bu davetçilerin bir kısmı canlı canlı yakıldı.
Pol Amir’e göre, gördükleri zulüm nedeniyle savaşmayı öğrendiler. İsmaililer Mısır’ı ele geçirip Fatimi Devleti’ni kurdu. Mısır’ı yeniden imar edip günümüzde Sünni dünyanın en önemli fetva merkezlerinden olan El Ezher’i inşa ettiler. Mısır ve Fatimi Devleti’nin hükmü altındaki her yer İsmaililer için sığınak oldu. Hatta Hasan Sabbah da bir süre Mısır’da kalıp kütüphanelerdeki kitapları inceledi.
İsmaililere batıni de deniyordu. Çünkü onlara göre, Kuran’ın ayetlerinin hem zahiri ve hem de batıni anlamları vardı. Kuran ayetlerinin batıni yani yorumla ortaya çıkan anlamlarını sadece imamlar bilebilirdi ancak İsmaililere ve inançlarına karşı tepki çok şiddetliydi. Sapkınlıkla, dinsizlikle, dinden dönmekle suçlanıyorlardı.
Mezhebin inananları imamlarının emri ile bulundukları yerlerde saklanmalarını sağlayacak şekilde takiye yapıyorlardı. Yani yaşadıkları yerlerde gerçek inançlarını gizliyorlardı. Hangi inanç hakimse ona inanıyormuş gibi görünüyorlardı.
FARS MİLLİYETÇİSİ BİR LİDER
Hasan Sabbah İranlıydı. İslam dünyasında Arap etkisine karşıydı. Ayrıca İran’daki Selçuklu idaresine de muhalifti. İran’da Arapça konuşup yazılmasını istemiyordu. Farsça’yı hakim kılmak niyetindeydi. Hasan Sabbah’ın müritlerine yönelik bir nutkunda şöyle söylediği rivayet edilir:
“Arkadaşlar bugün her yerde halkımız güçlendiği için köle ve cariye olarak satılamayacağı gibi kendisi de köle alamayacaktır. Ey insanlar! Biz Arapça konuşmayı da Arapça yazmayı da bugünden itibaren yasaklıyoruz.”
Bu arada popüler kitaplarda anlatılan öykülerde Hasan Sabbah’ın, Nizamülmülk ve şair Ömer Hayyam’ın okul arkadaşı olduğu yazılır.
Ancak Pol Amir, 3 önemli şahsiyetin doğum tarihlerinin ve eğitim gördükleri okulların farklı olduğunu belirtiyor. Yine Pol Amir’e göre İsmaililer kayıp imamı bekliyordu. Kayıp imam gelecek ve bütün zulümler son bulacak, adalet dağıtılacaktı. Kayıp imam gelene kadar dünyevi işler bir vekil imam tarafından yürütülecekti. İşte Hassan Sabbah o vekil imamdı.
Mezhep içinde sadece üst düzey davetçilerin bildiği şifreler vardı. Mesela kıyamet kelimesi aslında Selçuklulara karşı isyanın şifresiydi. Ki, imamın bu şifreyi bölgenin dört bir yanına dağılmış davetçilere vermesi ile birlikte takiye de sona erecekti. İsmaililerin hepsi inançlarını açıklayacaktı. Böylece hem Selçuklulara karşı hem de İslam dünyasındaki Arap egemenliğine karşı isyan başlayacaktı.
Pol Amir’e göre Hasan Sabbah suikastler için yetiştirilen müritlerine asla uyuşturucu vermedi. Hasan Sabbah’ın ölümüne kadar da ya mezhebe karşı kıyım yapanlara karşı ya da siyasi amaçlar için suikastler yapıldı.
Hasan Sabbah’a dair bütün hikayelerde haşhaşiler kelimesinin İngilizce’ye assassins yani suikastçiler olarak geçtiği anlatılır.
KARŞIYDI, MÜRİT OLDU
Gazeteci Yazar Faik Bulut’un Hasan Sabbah Gerçeği adlı kitaba göre, Hasan Sabbah 12 imam Şiilik inancını benimseyen bir aileden geliyordu. İran’ın Kum şehrinde dünyaya geldi.
Kum hala Şii inanç eğitimi açısından çok önemli noktalardan biridir. Küçük yaştan itibaren babası sayesinde çok iyi bir eğitim aldı. Aslında din adamı olmak istiyordu.
Hasan Sabbah’ın kendi anlatımına göre 17 yaşındayken İsmaililerin davetçileri ile tanışmaya ve tartışmaya başladı. Yine kendi ifadesine göre, İslam’a inancı tamdı. Allah’a peygamberlere, imama, cennet ve cehenneme, helal ve harama inanıyordu. İsmaili davetçileri ile ilk tartışmaları çok sertti. İsmailileri İslami sınırları aşmış kitle olarak görüyordu. Zamanla görüşleri değişmeye başladı ve nihayet mezhebe kabul edilmesini istedi.
Peki İsmaililik nasıl ortaya çıktı?
Huzursuz kitleler İsmaili mezhebini doğurdu
Bulut’un kitabında yer verdiği çalışmalara göre, İslamiyetle birlikte başlayan fetihler geniş coğrafyalara yayıldı. Bu coğrafyalarda Yahudi, Hristiyan ve Zerdüşti inançları, eski Mezopotamya ve Yunan uygarlığından devralınan miras vardı. Fetihlerin gerçekleştiği coğrafyalarda halklar bu mirası içselleştirip İslam alemine aktardılar.
Buna göre, İsmaililik Abbasi devrinde kentleşmede yaşanan sosyal ve kültürel patlamanın bir neticesiydi. Ülkeleri işgal edilmiş, eski düzenini yitirmiş köylü yığınları ile kentleşmeden uzak duran sayısız kabilenin bedevilerinin çıkarları buluştu. Bu kesimlerle şehirli katmanlar arasında çelişkiler doğdu. Merkezlerden dışlandığını hisseden toplumsal kümeler ve genel anlamda halk yığınları rejim karşıtı hareketlere ilgi duyuyordu. İlk İsmaili hareketler kırsal kesimlerden ortaya çıktı.
Bu arada, Arapça da Ortodoks İslam ile özdeşleşmişti. Yayılmacılığın resmi dili şeriatçılığın tahakküm aracı haline getirildi. Din, hukuk, yönetim işlerinde Arap dili geçerliydi. Sünni ulema aynı zamanda bürokrasinin bir parçasını oluşturdu. İsmaililer bütün bunlara gösterilen tepkilerden faydalandılar. Zamanla şehirlere de yayılarak Kuzey Afrika’dan Mısır ve Suriye’ye, Irak’tan İran’a Yemen’den Hindistan’a uzandılar.
Ancak ezilen kitleler sayesinde Mısır’ı ele geçiren Fatımiler giderek hantallaştı, söylem veya fikri düzeyde bir şey üretemez hale geldi. Ezilen halkların duygularını hitap eden söylemleri vardı ancak bunun için bir şey yapmıyorlardı.
Bu arada Hasan Sabbah’ın Mısır’a gitti. Hatta Fatımi halifesi ile görüştüğü iddia edilir ancak doğru değil. Ayrıca Sabbah sebebi net olmamakla birlikte Fatımilerin idaresindeki Mısır’dan sınır dışı edildi.
“Kaleyi terk et”
Hasan Sabbah yaklaşık 10 yıl davetçi olarak gezdi.
Artık yıllardır planladığı sistemi kurabileceği sabit ve sağlam bir merkeze ihtiyacı vardı. Elbruz dağlarının uzantısı olan Deylemistan bölgesinde karar kıldı. Arap fetihçiler burayı ele geçirememişti. Halkı görünüşte Müslüman olsa da Arapça bilmiyordu. Yerli halk büyük bir direnişçi potansiyeli taşıyordu. Ancak Alamut kalesi Mehdi adlı bir yerel beyin elindeydi. Sabbah buraya davetçiler, propagandacılar göndererek önce kale etrafındaki halk arasında örgütlendi. Ardından sıra kale içindeki askerlere geldi.
Rivayete göre, bir gün Hasan Sabbah tek başına kalenin zirvesindeki beyin köşküne çıktı. Kale beyi Mehdi’ye ‘burayı bize bırakıp terk et’ dedi. Bey bu talep karşısında sinirlendi ve adamlarına seslendi. Ancak en yakınındaki adamları bile taraf değiştireli çok olmuştu.
Alamut kalesi etrafı dipsiz uçurumlarla çevrili bir yerde kurulmuştu. Kaleye tek yol vardı ve o da 2 bin basamaktan oluşan bir merdivendi.
4 Eylül 1090’da Hasan Sabbah’ın Alamut kalesini ele geçirmesiyle birlikte İran’da ilk İsmaili beyliği kurulmuş oldu. Sabbah kalenin önceki sahibinin köşkünü kütüphaneye çevirdi. Rivayete göre hayatı boyunca o köşkten sadece 2 kez çıktı. Kalenin içini envai çeşit bitki ve meyve ağacı ile donattırdı. Kayaları deldirerek su kanalları açılmasını sağladı. Uzun kuşatma dönemlerini göz önüne alarak yiyecek depoları kurdurdu.
Oğlunu infaz ettirdi
Hasan Sabbah kalede münzevi bir hayat sürüyordu. Ailesi dahil kalede yaşayan herkese içki içmek, çalgı aletleri, eğlence yasaklanmıştı.
Oğlu Muhammed’i içki içtiği gerekçesiyle infaz ettirdi. Ancak oğlunun içki içmediği infazdan sonra ortaya çıktı.
Eşini ve kızlarını kale yakınlarındaki köylerde, tarlalarda çalışmaya gönderdi. Geometri, matematik, astronomi, kimya, sihirbazlık gibi ilimlere vakıftı. Ancak Alamut ne kadar güçlü olursa olsun tek başına saldırılara dayanamazdı. Bu nedenle, Alamut’u çevreleyen 40-50 kadar kale zamanla ele geçirildi. Kalelerin etrafındaki köyler de örgütlendi. Milis kuvvetler oluşturuldu.
Hasan Sabbah’ın başını çektiği Nizariler peygambere inanıyorlardı. Ancak onlara göre her peygamberin şeriatı ölümüyle sona ererdi. İmamın ortaya çıkması ile birlikte Muhammed peygamberin şeriatı da ortadan kalkardı.
İmamı ise şöyle tanımlıyorlardı;
İmam, bedenen fani bir insana benzer, fakat onun ilahi tabiatı kesinlikle bilinemez. Onun sözü Allah kelamıdır. İmamın yokluğunda davayı vekili yürütür.
Faik Bulut’un kitabına göre Sabbah müritlerine esasiyun diye seslenirdi; kurala, ilkelere sadık olanlar. Günümüzde hala suikatçi anlamına gelen İngilizce assasins kelimesi esasiyun kelimesinin bozulmuş haliydi.
Peki onca Hasan Sabbah hikayesi nasıl ortaya çıktı?
Bulut’a göre, İsmaili mezhebine yönelik İslam dünyasında karalama amaçlı çok sayıda efsane anlatılıyordu. Bu bölgeye gelen keşişler, misyonerler, seyyahlar sapkın gibi karalamalarla birlikte bu efsaneleri batı dünyasına aktardı.
Marco Polo’nun yaydığı yalanlar
Bunların en ünlüsü şüphesiz Marco Polo oldu ancak güvenilir kaynaklardan yola çıkan Bulut’a göre, Marco Polo bu coğrafyayı gezmeye başladığında yıl 1271’di. Hülagü Han komutasındaki Moğollar Alamut’u 1256’da yani çoktan yerle bir etmişti. Yani Marco Polo’nun anlattığı hurileri, sahte cenneti hatta Alamut kalelerini görmüş olması bile mümkün değildi.
Faik Bulut’a göre, İsmaililerin haşhaşiler kavramıyla birlikte anılmasının tarihi Fatımi Devleti’ndeki iktidar kavgası ile başladı.
Fatımi halifesinin iki oğlu vardı. Taht sırası oğul Nizar’da iken ikinci oğul Mustali bir saray darbesi ile tahta oturdu. Böylece İsmaililer Nizariyun ve Mustaliyun olarak ikiye bölündü.
Hasan Sabbah Nizariyunlardandı. Bu arada Alamut kalesini ele geçiren Hasan Sabbah ve Nizariyunlar Fatımi Devleti’ni ve Mustaaliyunları eleştiri bombardımanına tuttu.
Buna karşılık tahtta oturan Mustaliyun ve taraftarları Nizariyunları afyonkeşler anlamında kullanılan haşhaşiler olmakla suçladı.
Fedailer kimdi?
Siyasi suikastlerle tarihe geçen fedailer örgütüne dair de gerçek dışı hikayeler anlatılıyor.
Faik Bulut’un kitabına göre, vurucu tim ya da özel bir suikast timi hiçbir zaman oluşturulmadı. Eline bıçağı alan herhangi bir mürit suikast yapabilirdi. Bunun için gerekli olan tek şey inanç ve iyi bir hazırlık dönemiydi. Ki, bu da etkisi sınırlı uyuşturucularla sağlanamazdı. Çünkü bazı suikastler için yıllarca ön hazırlık yapılıyordu. Suikastçi suikasti yapacağı yere gidiyor, halk arasına karışıyor ve iş güç ediniyordu. Ta ki, suikast için uygun an gelene kadar!
Bu suikastlerin en ünlüsü ünlü vezir Nizamülmülk’e yönelik olanıydı
Gücü sultana denk vezir; Nizamülmülk
Nizamülmülk’ün gerçek adı Ebu Ali Hasan bin El bin İshak El Tusi’ydi. Babası üst düzey bir Fars yöneticisiydi. Nizamülmülk Alpaslan ve Melikşah gibi iki önemli Büyük Selçuklu sultanına vezirlik yaptı. Toplam 30 yıl ile tarihte en uzun süre vezirlik yapanların başında yer aldı. Nizamiye medreselerini kurdu, toprak sistemi dahil birçok kanuni düzenlemeyi yaptı.
Melikşah, Nizamülmülk’ün yardımıyla tahta oturmuştu. Bunun karşılığında bütün devlet işlerini veziri Nizamülmülk’e bıraktı.
Nizamülmülk Nizamiye medreselerine çok önem veriyordu. Bürokrat, devlet adamı, propagandacı yetiştirilmesi onun için çok önemliydi. Ayrıca Hasan Sabbah ve müritlerinin de inandığı mezhepler ve akımlar siyasi bir hal almıştı. Zamanla isyan hareketlerine dönüşmüştü. Nihayetinde Sünnilerin dışladıkları Şii-İsmaili inanç önderleri Mısır’da Fatımi Devleti’ni kurmuştu. Nizamülmülk Selçuklu sınırları içindeki hareketlere ve İsmaililere göz açtırmıyordu. İsmaililer sık sık katliama uğruyordu. Mezhep, güvenlik sebebiyle takiye yaptığı için varlığını sürdürüyordu ancak inancı açığa çıkanlar çok sert biçimde cezalandırılıyordu. Ayrıca Hasan Sabbah’ın müritleri tarafından yapılan her suikast sonrası büyük bir katliam yaşanıyordu.
Nizamülmülk işte bunun da önüne geçebilmek için medreselere büyük bütçeler ayırıyordu.
Hatta onu Melikşah’a bile şikayet ettiler.
Nizamülmülk 400 bin kişilik ordunun 300 binini terhis etmişti. Şikayetçi olanlar Melikşah’a medreselere ayrılan bütçe ile 400 bin kişilik ordunun hazırda tutulabileceğini söylediler.
Nizamülkülk ise, barış zamanlarında büyük ordulara ihtiyaç olmadığını savunuyordu. Ona göre, 400 bin kişilik ordunun hantallaşması ve niteliksizleşmesi kaçınılmazdı. Ancak medreselerde yetişen ve ülke sınırlarını da aşarak çok büyük coğrafyalara yayılan din adamları, alimler, tebliğciler yenilmez bir manevi ordu demekti.
Nizamülmülk zamanla Sultan Melikşah’tan bile güçlü hale gelir. Entrikaların eksik olmadığı Selçuklu sarayında Melikşah ile veziri arasında gerginlikler başladı. Melikşah Nizamülmülk’ü azletmekle tehdit etti. Nizamülmülk ise, “onun tacı benim mürekkep hokkama bağlı” cevabını verebilecek kadar güçlüydü. Sultan ile vezir arasında ipler koptu ancak Nizamülmülk saltanatını sürdürdü. 1092’de derviş kılığına girmiş Hasan Sabbah’ın müridi tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Hasan Sabbah, Nizamülmülk’ün ve Melikşah’ın ölümünden sonra başlayan taht kavgalarına da karıştı. Bu şekilde siyasi açıdan güvenceler ve önemli mevkiler de edindi.
İsmaililere karşı olanlar hedefti
Sadece Hasan Sabbah döneminde işlenen suikastlerin sayısının 50’den fazla olduğu söyleniyor. Bu suikastlerde özel kişiler özel siyasi amaçlarla hedef alındı. Devlet adamı, prens, bey, komutan, önde gelen dini şahsiyetler, vali, yerel yönetici; velhasıl İsmailileri hedef alan herkes hedefti. Ancak hedefte sadece Selçuklu yöneticileri ve Sünni din otoriteleri yoktu. Fatımi halifesi de fedailer tarafından öldürüldü.
Hasan Sabbah 1124’te hastalandı ve bir daha ayağa kalkamadı. Hasan Sabbah’tan sonra Alamut yeni pirlerin, liderlerin kontrolüne geçti. Ancak Nizariler birbirlerinden çok kopuktular. Her biri başına buyruk adacıklar gibiydi. Dış saldırılar birleşmelerine engel oluyordu.
Mesela Suriye Nizarileri apayrı bir hareketti ve çok sayıda suikast yaptılar. Son dönemde bizzat Alamut kalesinde de fikir ayrılıkları başlamıştı. Nihayetinde İsmaililer Sünni dünya ile uzlaşıya doğru evrildiler.
Moğol saldırıları ile 1256’da İsmaili devletçikleri yok olup gitti.
Ancak günümüzde hala Suriye başta olmak üzere bölge ülkelerinde çok az sayıda İsmaili inancına mensup insan yaşıyor.