Eminim ki dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki gibi anayasa tartışılmıyordur. Ülke sürekli olarak bir hukuk fakültesi amfisi gibi. Anayasa konuşuluyor, muhtelif yasalar konuşuluyor, yazılı metinlerde yer alan hak, yetki ve sorumluluklar konuşuluyor, tartışılıyor. Uzun süren bu tartışmaların bir sonuca ulaştığını söylemek de hatalı olur.
Anayasa metinleri örgütlenmiş toplumlarda hak ve sorumlulukları, devletin pozisyonunu ve işleyişini belirten ve mutlak uyulması gereken kuralları düzenler. İlk anayasa metni olarak, 1215 tarihli İngiltere’de imza altına alınan Magna Carta kabul edilir. 622 yılındaki Medine Sözleşmesi'nin bir anayasa metni olup olmadığı halen tartışmalıdır. Magna Carta yerine 1789’da ABD’de, adıyla yayınlanan anayasanın ilk olduğunu da tarihçiler savunur. (İlk Anayasa tartışması Hammurabi Kanunlarına M.Ö 1810’e kadar gidiyor) Yani insanlar böyle bir ihtiyacı yüzlerce hatta binlerce yıl önce görmüşler.
Bu metinler oluşmadan önce de eserleri günümüze kadar gelen medeniyetlerde insan toplulukları bir düzen içinde yaşadılar. Yazılı olmasa da onların da uymak zorunda oldukları toplu yaşamadan kaynaklanan kuralları vardı. Bunun üzerine büyük medeniyetler inşa ettiklerini de unutmayalım.
İngiltere’den yani Birleşik Krallık ’tan söz ederken sürekli “yazılı bir anayasası bulunmayan” değerlendirmesinde bulunuruz. Bu doğrudur. Yazılı bir metin olarak anayasa yoktur ama yüzlerce yıllık tarih içinde yasalardan, yargı kararlarından, anlaşmalardan ve geleneklerden oluşmuş bir müktesebat var ve bunların tamamı o ülkenin anayasasını oluşturuyor. Ve bizimkinin milyonda biri kadar anayasa tartışması yaşanmıyor, son 2 ayda 3 başbakanın değiştiği İngiltere’de.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi hukuk sistemimizde bir ekoldür. Yüzlerce öğrencinin doldurduğu amfilerde öğrenciler çıt çıkarmadan konferans tadında ders dinlerlerdi. Ders sonrasında da öğrendiklerini tartışırlardı. İşte bu derslerden birisinde, “batı demokrasilerinde hükümetlerin kuruluş yöntemleri”dir konu. Hoca anlatır:
“İngiltere’de en çok oyu alan partinin genel başkanına kral veya kraliçe hükümeti kurma görevini verir”.
Arkalardan bir ses duyulur sessiz amfinin içinde: “Hocam ya vermezse?”
Hoca tereddüt etmeden yanıt verir:
“O soru burada var orada yani İngiltere’de yok”
Öğrenciler o gün aldıkları dersle bir hukuk fakültesi diplomasını hak etmişlerdir. İşte bütün mesele de budur.
Bu coğrafyanın, günahlarıyla, sevaplarıyla sahici siyasetçisi olan Süleyman Demirel ceketinin çakmak cebinde küçücük bir anayasa kitapçığı taşırdı. Meselenin kilitlendiği yerde onu çıkarır özenle gösterir ve iddiasını güçlendirmek için “ben demiyorum anayasa diyor” derdi. Referansı anayasa, yani herkesi bağlayan yazılı metindi.
Bir başka 12 Eylül referandumu
O ünlü “yetmez ama evet” ile anılan 12 Eylül 2010’da yapılan referandumun sonucunda getirilen düzenlemelerle yargının derdine derman olunacağı sanıldı. 12 Eylül darbesinin aktörlerinin yargılanmasına olanak sağlayacak geçici maddelerin kaldırılacağı hükmü ile mevcut iktidar ne kadar demokrat olduğunu vurgulamak istiyordu. Oysa bu düzenleme cilaydı, niyet yargıya mutlak hâkim olmaktı. O nedenle üyelerine yorum alanını daraltmak, hukuk içinde karar vermeye zorlamak yerine kendi lehlerine yüksek mahkemelerin tamamında üye sayılarını arttırdılar. O dönemki HSYK’nın üye seçim yönteminin AYM tarafından iptal edilmesinin bu kurguyu olumsuz etkilediği tezi de bir kenarda dursun. İptal olmasaydı daha sağlıklı bir HSYK oluşabileceği halen sık sık dillendiriliyor.
12 Eylül’ü yargılama meselesine gelirsek, “başarılı olmuş ve kendi sistemini kurmuş” darbeyi nasıl yargılayacaksınız? 3 tane aktörünü hâkim karşısına çıkararak bunu başaramazsınız. 12 Eylül darbesi ilk olarak anayasayı ortadan kaldırdı, anayasasız ülkeyi yönetti. Sonra kendi yaptığı anayasa ile kalıcı hale geldi. Yani darbeyi, kurucusu olduğu sistem ve onun kurumlarıyla yargılamayı deneyecektiniz. Bu mümkün olabilir miydi? Darbe hukuksuz ise onun yaptığı ve halka da onaylattığı anayasa nasıl hukuki olabilir? 12 Eylül Anayasası'nın yürürlüğünü durdurup onun hukuksuzca ortadan kaldırdığı 61 Anayasası'nı yürürlüğe sokabiliyor musunuz? (Bu yöntemle 1961 Anayasası bile tartışmalı hale gelebilir) Bunu bırakın yapmayı, tartışabiliyor musunuz, aklınıza geliyor mu? Hayır. O zaman üye yapısını değiştirelim bizim olsun. Oldu da.
Recep Tayyip Erdoğan 2014 yılında ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde, adaylığı seçimden 40 gün önce açıklandı. Bakmayın siz sürekli olarak 'Millet İttifakı'nın adayını açıklayın' diye yaptıkları çağrılara. Devlet Bahçeli açıklamasaydı biz ara sıra “acaba” diyerek Cumhur İttifakı'nın adayını bugünlerde tartışıyor olacaktık.
Seçim Mayıs ayına alınacak
Erdoğan’ın 3’üncü kez aday olup olamayacağı tartışması yaşanmayacak. Çünkü seçim Mayıs ayına alınacak. Bu eğilim açık görülüyor. TBMM başkanı dahil iktidarın tamamına göre, Erdoğan’ın zamanında yapılacak seçimlerde aday olmasının önünde engel yok. Oysa rafine hukukçuların tamamı da 'aday olamaz' diyor. İktidarın kendinden emin açıklamalarına karşın, hala hukuki olarak meseleyi değerlendirdiğinin de altını çizelim. Her zamanki gibi savunuyorlar ama emin değiller. Mesele YSK’nın önüne gider mi? Emin değilim. Giderse zor karar verecektir.
Mevcut anayasa gerçekten iktidar için bir anlam ifade ediyor mu? Bakın 10 Ağustos 2014’de Erdoğan doğrudan halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. Seçim döneminde başbakanlıktan, parti genel başkanlığından istifa etmedi. Anayasa hükmü okuma yazma bilen herkesin anlayacağı kadar net:
“Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin TBMM üyeliği sona erer”
Erdoğan, 10 Ağustos’ta seçildi , 28 Ağustos’ta yemin ederek Cumhurbaşkanlığı görevine başladı. 18 gün anayasaya aykırı bir durum oluşturmasına karşın milletvekili, başbakan ve parti genel başkanı olarak kaldı.
"Atı alan Üsküdar'ı geçti" hukuku
İktidarın anayasa ya da yasalara bakışı hep faydacıdır. Bırakın boşluğu muğlak olanları, hatta olmayanları bile zorlama yorumlarla açıklamaya çalışıyorlar. 3’üncü kez adaylık meselesi buna örnektir. 16 Nisan 2017 referandumu sonrasında yasaya açık aykırı olmasına karşın kabul edilen mühürsüz oylardan sonra kurulan “atı alan Üsküdar’ı geçti” cümlesi niyetin açığa çıkmış halidir. RTÜK üyelikleri meselesinde de bakış aynıdır, bir öncekinde HDP’nin şimdi İyi Parti’nin hakkı gasp ediliyor. Gerekçe hep aynı, “yasada bu belirtilmemiş.”
Her seçim döneminde değişen bir seçim yasamız var. Yeni yasanın ortaya çıkaracağı sorun yaratacak uygulamaları öngöremiyorsunuz bile. Niye her seçim öncesinde seçim yasası değişir, bu normal mi?
Erdoğan yeni ve üstüne basa basa vurguladığı gibi sivil bir anayasa yapacaklarını vaat etti. Bu vaat aslında yeni değil. Kaldı ki mevcut anayasanın da onlarca maddesi değişti ama memlekette hiçbir şey değişmedi.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemindeyiz. Yürütme organını tek başına cumhurbaşkanı temsil ediyor. Bakanlar, milletvekili değil. Ama bazı bakanlar milletvekili olmak istiyor. Çünkü seçimler sonrasında oluşacak tablo sıkıntılı bir durum yaratabilir. Süleyman Soylu, Bekir Bozdağ, Hulusi Akar, Fuat Oktay'ı milletvekili listelerinde görme ihtimalimiz yüksek. MİT Başkanı Hakan Fidan’ı da.
Bakanlar aday olmak için istifa edecek mi?
Fidan’ın durumu net; istifa ederek aday olabilecek. Peki bakanlar ne yapacak? Bu soru AKP’nin de önünde duruyor ve ufak ufak bunu tartışmaya başladılar da. Anayasa ve yasaya göre “kamu görevi” yapanların milletvekili adayı olabilmeleri için istifa etmeleri gerekiyor. Önceki sistemde bakanlık siyasi bir görevdi kamu görevi değildi ve bu nedenle milletvekilleri de bakan olabiliyordu. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra mesele muğlak kaldı. Üst düzey bürokrat olarak bakan yardımcıları sayılıyor ama bakanlar bu listede yoklar. Ve bakanlar siyasi partilere üye olabiliyorlar. Ama öte yandan siyasi bir görev yapan milletvekilleri, bürokrat ile biçimsel olarak aynı yöntemle atanan ve sorumluluğu da sadece atayan makama olan bakanlık görevine atanamıyorlar ya da istifa ederek bakan olabiliyorlar.
Milletvekilleri bakan olamazken bakanlar nasıl milletvekili adayı olabilecekler? Burada iktidarın yine o “faydacı” yaklaşımına tanıklık yaptım. Olabilirler diyerek işin içinden çıktılar. Ama bu mesele YSK’nın önüne kadar giderse karar vermekte zorlanacaktır. YSK, referandum ya da İstanbul yerel seçimlerinde olduğu gibi artık kolay kararlar verebilecek mi? Göreceğiz. Ayrıca milletvekili olmak isteyen bakanların durumunu da biraz uzun konuşmak lazım. Erdoğan “milletvekili olmak isteyen bakanlar istifa etsin” derse bize hayli yazı konusu çıkacaktır…