Gazeteci ve polisiye yazarı Timur Soykan’ın Kısa Dalga’da dört bölüm halinde yayınlanan ve büyük ilgi gören “Issız Cinayetler – Anadolu’da bir seri katil” podcast serisi yazı dizisi olarak yayında.
31 Temmuz 2018
Akkuş ilçe merkezinde, köylerde peşi sıra yaşanan facialar günlerdir konuşuluyordu. Birbirlerine komşu ve ilçeye çok yakın Çamlıca, Ormancık, Ortabölme ve Dağyolu köylerinde bahardan beri 6 cenaze kaldırılmıştı. Dağyolu’ndaki Şeker Teyze, sol gözünden tüfekle vurularak öldürülmüştü ve halen katiline dair bir iz bulunmamıştı. Çamlıca’da tüpten zehirlendiği söylenen 87 yaşındaki ‘Hasan Hoca’nın da bileğindeki kesik izleri kulaktan kulağa yayılmıştı. Ailesi babalarının tüfeğinin kayıp olduğunu anlatıyordu ancak jandarma soruşturmada hiç ilerlememişti. Aynı dönemde Ormancık’ta Dursun Kurt’un, Ortabölme’de Sabri Güneş ile oğlu ve gelininin yangında ölmesi de rastlantı mıydı?
Akkuş’ta züccaciyi ve Sevda isimli bijuteriyi işleten 54 yaşındaki Ümit Demir Türedi (fotoğrafta), 20 Temmuz 2018 günü seri katil ile yüz yüze geldiğini bilmiyordu. Dükkanın kapısından giren adamı görünce türbanını düzeltmiş ve ne istediğini sormuştu. Gözünü raflarda gezdiren adam, 18 tane hayvan yuları alacağını söyledi. Yularları büyük boy çöp poşetine koyan kadın bir süredir çevrede gördüğü adamı tanıyordu. Yularların parasını alıp siyah deri bel çantasından çıkardığı para üstünü adama verdi.
Kocası Senayi Türedi ile işlettikleri dükkana çevrede hayvancılık yapanlar sık sık alışverişe gelirdi.
53 yaşındaki Senayi Türedi ve Ümit Demir Türedi ikinci baharlarını yaşıyordu. İkisi de boşanmış ve yıllar sonra evlenmişlerdi. Senayi Türedi’nin ilk evliliğinden iki kızı ve bir oğlu vardı. Kızları Ankara’da oğlu Zonguldak Devrek’te yaşıyordu. Ümit Demir Türedi’nin ilk evliliğinden oğlu ise Ordu Kumru’da kendine yuva kurmuştu.
Esnaf çift, Sevda Bijuteri’nin önünde gelin arabası süsleme işi de yapıyordu. Birkaç gün önce bir gelin arabasını Ümit Hanım süslemiş ve fotoğrafını Facebook hesabından paylaşmıştı. O gün akşam birlikte dükkanları kilitlediler. Senayi Türedi’nin hasta olan erkek kardeşini ziyarete gittiler. Oradan çıkarken Karaçal Köyü’ndeki evlerine gideceklerini söylediler. Bazen ilçedeki evlerinde bazen köyde kalırlardı.
Karaağaç tepesi mevkiindeki tek katlı betonarme köy evinin kapısını açtıklarında hava kararmıştı. Manzaralarındaki yamaçlarda tek ışık yoktu, mehtap önünden geçen bulutları parlatıyordu. Burada vakitlerinin çoğunu salon kadar geniş mutfakta geçirirlerdi. Ümit Hanım yemek hazırlarken Senayi Türedi, televizyon seyrediyordu. Gece yarısı olduğunda kocası kanepede uyuyakalan kadın yer yatağını serdi. Telefonunda Whatsapp mesajlarına baktıktan sonra evin ışığını kapattı.
Tepe tamamen karanlığa gömüldüğünde evlerinin arkasındaki tepede, ağaçların arasında katil duruyordu. Askeri kamuflaj desenli yağmurluk ve pantolon giymişti. Uyuduklarından emin olmak için bir süre bekledikten sonra ayağa kalktı, çantasını ve tüfeğini omzuna atıp yokuştan indi. Uyuyan çift bahçelerindeki karanlık gölgenin çevreyi kolaçan ettiğinin farkında değildi. Kapının yumruklanmasıyla gözlerini açtıklarında “Jandarma” diye bağıran adamı duydular. Senayi Türedi, emin olamamış, kuru sıkı tabancasını almıştı. Kapıyı araladıklarında tüfek namlusu üzerlerine doğrultulmuştu. 10 gün önce dükkana gelen adamı tanımıştı Ümit Demir Türedi.
Yere yüz üstü yatıp ellerini arkalarında birleştirmelerini söyleyen katilin dediğini yaptılar. Bileklerine kelepçeleri geçiren katil, Hasan Bayram cinayetindeki yöntemi uygulayacaktı. Onları mutfağa götürüp ayak bileklerini de kelepçeledi. Hayvanları kestiği gibi cinayete hazırlıyordu kurbanlarını.
Dört gözlü ocağı yakıp yemekleri üzerine koyduğunda acaba kurbanları ne planladığını anlamış mıydı? Tencerelerden yemekler taşarken evdeki değerli eşyaları soruyordu. Senayi Bey’in cüzdanını, Ümit Hanım’ın bel çantasını, telefonunu aldı, kuru sıkı tabancayı da çantasına koydu. İki kurbanının ağızlarını bezle bağladıktan sonra ocaktaki ateşi söndürüp gazı açık bıraktı. Bahçeye çıktı katil. Işıksız evden ağızları bağlı karı kocanın boğuk çığlıkları, anlaşılmaz feryatları geliyordu. Ay arkasında batmış karanlık dağların ıssızlığında yankılanmadı haykırışları.
KAZA SÜSÜ SAHNESİ
Yine kurbanların her nefeste azalan seslerini dinliyordu katil. Bundan keyif aldığına şüphe yoktu. Öldüklerinden emin olunca derin bir nefes alıp eve girdi. Bileklerindeki kelepçeleri kesip aldı, ağızlarındaki bezleri çözüp cebine koydu. Dışarı çıkıp soluklandıktan sonra geri döndü. Cansız kurbanlarıyla kaza süsü sahnesini hazırlıyordu. Senayi Türedi’yi sırt üstü yatırdı, Ümit Demir Türedi’yi sol tarafa çevirip kafasını yastığa koydu. Kurbanlarını omuzlarına kadar yorganla örttü. Karanlık ormanda uzaklaşırken evdeki ocaktan gaz sızmaya devam ediyordu. Katil bu kez kendi evinin çok yakınında canlar almıştı.
Sabah iki cesedin olduğu mutfakta Senayi Türedi’nin cep telefonu çalıyordu. Arayan dün gece ziyaret ettiği kardeşi Hüseyin’di. Saat 14.00’e kadar defalarca aradı, yanıt yoktu. Hasta yatağından kalkıp otomobiliyle köye gitti. Kapı kilitli değildi, içeri girdiğinde kesif koku duvar gibiydi karşısında. Bahçeye çekilip derin bir nefes aldıktan sonra içeri koştu. Kuzinenin önündeki yer yatağında yengesi, kanepede ağabeyi uyuyor gibiydi. Onları sarstı, ölmüşlerdi. Yemek taşmış ocağın düğmesi açıktı, kapattı. Bahçeye çıktığında nefesi tükenmişti. 112’ye adresi verirken dizlerinin üzerine çökmüş, ağlıyordu.
ALTI CİNAYET VE HALA ŞÜPHE YOK
Akkuş jandarması kaza süsü verilmiş kaçıncı cinayet mahallindeydi… Geçmiş ihmaller olmasa Türedi çifti ölmeyecekti. Seri katilin profesyonelliği değil soruşturmacıların beceriksizliğiydi Canik Dağları’ndaki kabusun nedeni. Savcı ve jandarmalar nihayet şüpheleniyordu. Evde çiftin kimliklerini bulamamışlar ve bunu tutanağa yazmışlardı. Kimlik tespitini Hüseyin Türedi ile yaptılar. DNA ve parmak izi aramasından da bir sonuç çıkmayacaktı.
Soruşturmacıların yetersizliğinde kurbanların yakınları dedektife dönüşür. Her acı ‘Neden’ sorusunu doğurur. Keder nedensiz bırakılamayacak kadar güçlüdür. Senayi Türedi’nin oğlu Raif Türedi, babası ve üvey annesinin cenazesi Trabzon Adli Tıp Kurumu’na götürüldükten sonra köy evinde iz arıyordu. Kardeşleriyle birlikte eksikleri tespit ettiler. Babasının cep telefonu evdeydi ancak cüzdanı yoktu. Üvey annesinin cep telefonu, hep belinde taşıdığı çantası, kuru sıkı tabanca evde değildi. Akkuş’taki evde ve dükkanda da kayıp eşyaları bulamadılar. Kardeşler, Ümit Demir Türedi’nin Whatsapp’ta en son cinayetin işlendiği gece yarısı online olduğunu da tespit ettiler. O gün Facebook paylaşımını da cep telefonundan yapmıştı. 2 Ağustos 2018 günü savcılığa giderek yakaladıkları ipuçlarını savcıya anlattılar. “Onlar öldürüldü” dediler.
Kurban yakınlarının adalet arayışı sadece intikam arzusu değildir. Yanıtsız sorular bir ömür kemirir insanı. Huzurlu bir uykuyu, derin bir soluğu haram eder. Hakikat su kadar ekmek kadar ihtiyaçtır. Ağzını saran bağa çığlığı hapsolmuş kadar çaresiz hissettirir gerçeğin yokluğu. Belki de en önemlisi çok sık televizyonda, haberlerde acılı yüzlerden duyduğun sözdür:
“Biz yandık başkaları yanmasın.”
Adalet arayışı katili yakalatır, başka insanları kurtarır.
Senayi ile Ümit Demir Türedi’nin evlatlarının şüpheleri haklıydı. Trabzon Adli Tıp Kurumu’nun otopsi raporunda el bileklerinde ilk bakışta görünmeyen kelepçe kesikleri tespit edildi. Ancak cenazeleri toprağı veren evlatları, bürokrasi yazışmalarındaki önemli bilgiden mahrum bırakılmıştı. Seri katil de cana doymayan açlığıyla Canik Dağları’nda yeni kurbanlar arıyordu. Geçmiş cinayetlerinde yakalanmamanın cesaretiyle basit bir hata yapmak üzereydi. Yanlış kapıyı çalmasa belki yakalanmayacaktı.
7 Ağustos 2018
Akkuş ilçe merkezine yakın, Niksar- Ünye yolunun kıyısındaki Çamalan Köyü’nde yaz canlılığı yavaş yavaş azalmıştı. Gurbettekilerden sadece fındık hasadını bekleyenler kalmıştı. Yazı köyde geçirenler hiç istemeseler de büyükşehirlerdeki betona hapis hayatlarına dönmüştü. Komşularıyla vedalaşırken emeklilik hayallerinden bahsetmişlerdi.
İstanbul’da yaşayan Mehmet Cürebal, 62 yaşındaydı ve hayaline çok yaklaşmıştı. Ata yadigarı ahşap evi yıkıp yerine tuğladan iki kat çıkmışlardı. Karısı Şükriye ile 3 aydır kaldıkları evin eksiği çoktu ve planlarını yapmışlardı. Ağustos başında Şükriye İstanbul’a döndü, Mehmet inşaat işlerinden anlayan İstanbul’daki arkadaşı Cemil Eroğlu’nu çağırdı. Sol kolundan engelliydi Mehmet Cürebal ama Cemil’e yardım ediyordu.
YANLIŞ ADRESE GİTTİ
7 Ağustos 2018, yani Akkuş’un lanetinin aydınlanmasına gebe gün yağmur yağıyordu. Binanın içindeki tuğla duvarların sıvasıyla uğraştılar. Akşam 21.00’de yemeklerini yemiş, sohbet ederken 200 metre uzakta evi olan komşu Cemal Karaşın kapıyı çaldı. Bir buçuk saat çay içip sohbet ettiler. Mehmet Cürebal, komşusunun aynısı ev yaptırmıştı. İkinci kata dışarıdan merdivenli evin inşat işleriyle ilgili konuştular. Cemal gittikten sonra üst kattaki iki odada yatmış, çatıya vuran yağmurun gürültüsünde uyumuşlardı.
Gece yarısını bir saat geçe Çamalan’ın mıcır yolunda beyaz kamyonet ilerliyordu. Yağmur hızlanmıştı. Evler göründüğünde farlarını kapattı, ağaçların kuytusundaki karanlığa sokulup durdu. Kamyonetten inen adam asker postalı giyiyordu, üzerinde askeri kamuflaj desenli yağmurluk, pantolon vardı. Mısır tarlalarının arasından, meraların kıyısından, ağaçların gölgesindeki karanlıktan yaklaşan katili kimse görmemişti. 100 metre uzaktaki evin ışığı yandığında sindi Akkuş Canavarı. Uzaktan izlediği adam bahçesini kontrol ediyordu. Asıl hedefinin o ihtiyar olduğunu anlamamış, hayatının hatasını yapmıştı.
Köy yeniden tamamen geceye gömüldüğünde yanlış adrese yürüdü. Şimşek çakıp göğü, dağları aydınlattığında Mehmet Cürebal’ın bahçesinde seri katil görünüp kayboldu. İkinci katın merdivenini çıkan adımları çatıya vuran yağmurun gürültüsünde duyulmazdı. Tecrübeliydi geçmiş cinayetlerinden. Dış kapının önündeki elektrik şalterini kapattı.
Mehmet Cürebal, kapısına vuran yumruklarla uyandı. Uyku sersemi kalkıp ışığı yakmak için düğmeye bastı. Karanlık aydınlanmamıştı. Elektriklerin kesildiğini zannetti. “Kimsin?” diye bağırdığında kapıdaki seslendi:
“Cemal aç kapıyı.”
Cemil Eroğlu diğer odadan bağırdı:
“Sakın açma.”
Çok geçti. Mehmet Cürebal evini Akkuş Canavarı’na açmıştı. Askeri kamuflaj içindeki, 1.80-1.85 boyundaki katil, jandarma rolünü oynuyordu. Aynı geçmiş cinayetlerindeki gibi.
“Hakkında ihbar var. Askerim. Yere yat” diye bağırdığında kurbanı teslim oldu. Üzerine çullanan adam diziyle bacaklarına basıp el bileklerine ters kelepçeyi taktı. Kulağına eğilip “Evde başkası var mı” diye sordu. Halen katili asker zannediyordu Mehmet. Cemil’i, kaldığı odayı söyledi.
Cemil Eroğlu katili duyuyordu. “Silah kaçakçılığı yapıyormuşsun, hakkında ihbar var. Evini arayacağım” diyordu. Mehmet “Elimin birisi sakat, çok sıkma” dediğinde arkadaşının kelepçelendiğini anlamıştı. Korku içinde beklerken odanın kapısı açıldı. Karanlık silüet yatağa yüzüstü yatıp ellerini arkasında birleştirmesini söyledi. Bileklerine kelepçeyi geçirdi. Evin içinde gezen adam dışarıya “Asker” diye bağırmış ama bir yanıt gelmemişti.
Mehmet Cürebal, nihayet çamurlu botlarıyla etrafında dolaşan adamın asker olmadığını anlamıştı. “Sen asker değilsin” dedi. Katil yanıt vermedi. Alt katın anahtarını istedi, esiri yerini tarif etti.
Mehmet alt kattaki adamın adımlarını dinlerken hatırlamıştı. Kapısını yumruklarken “Cemal kapıyı aç” diye bağırmıştı. Yanlış eve gelmişti. Cemal’in evi 200 metre aşağıdaydı.
Evinin koridorunda, odalarda gezen Akkuş Canavarı da büyük hatasının farkındaydı. Cep telefonlarını, cüzdanlarını çantasına atarken karar vermek zorundaydı. Kurbanlık hayvan gibi bağladığı iki adamı öldürebilirdi.
Ne düşündüğünü ve nasıl karar verdiğini sadece katil biliyor.
Yüzüstü, bileklerinden kelepçelenmiş iki adam dış kapının kilitlendiğini duydu. Can korkusuyla bir saat o halde, sessizce beklediler. Müstakbel kurbanlarının bileklerinde iz bırakmamaya özen göstermişti Akkuş Canavarı. Mehmet Cürebal bileklerini oynatıp engelli elini kurtardı kelepçeden. Cemil’in yanına koşup onun bileklerindeki bağı kesti. Cemil hiç sözünü dinlemeyen arkadaşına “Işıkları açma. Geri dönüp bizi döver” dese de fayda etmedi. Şalteri kaldıran Mehmet’in bahçeden sesi geliyordu:
“Gitmiş, gitmiş…”
Canlarını kurtaran iki adamın telefonları ve cüzdanları çalınmıştı. Mustafa Cürebal’ın cebindeki 2 bin 600 TL ile Cemil Eroğlu’nun cebindeki 200 TL’yi de almıştı. Koşarak Cemal’in evine gittiler.
“SOYULDUK, JANDARMAYI ARA”
Gecenin üçünde kapısı çalan Cemal, karşısında birkaç saat önce sohbet ettiği Mehmet ve Cemil’i gördü. “Soyulduk, telefonları da çaldı. Jandarmayı ara” dediler. Jandarma olay yerinin polis yetkisinde olduğunu söyleyip 155 Polis İmdat Hattı’nı aramalarını söyledi. Gün aydınlanırken Çamalan Köyü’nde polisler ifadelerini alıyordu.
Mağdurlar seri katilin dehşetinden kurtulduklarının farkında değildi. Polis de en az sekiz cinayeti aydınlatacak çok değerli ipucu yakaladıklarını bilmiyordu.
Saldırganın kapıyı yumruklarken “Cemal” demesi önemli bilgiydi. Polisin “Bu sıralar evine yabancı biri geldi mi?” diye sorduğu Cemal, en son üç gün önce hayvanlarını satın almak için köye gelen adamı hatırladı. Telefon numarası kayıtlıydı.
Polisin kimliğini tespit ettiği adam, hayvan hırsızlığı, gasp ve yaralamadan sabıkalıydı, yıllarca hapis yatmıştı. Mehmet Cürebal kendisine gösterilen fotoğraftaki adamı teşhis etti.
Akkuş Canavarı büyük bir hata yapmıştı. Adresi sadece 8 gün önce Senayi ve Ümit Demir Türedi’nin öldürüldüğü köydü. Polis ve jandarma araçları, Karaçal Köyü’ndeki adrese doğru virajlı dağ yollarında ilerliyordu.
Hep karanlıkta gizlenen, sinsice yaklaşan seri katilin yüzü nihayet ortaya çıkmıştı.
YARIN: SERİ KATİLİN ÇİFTLİĞİ…
1. BÖLÜM: ISSIZ CİNAYETLER 1: CİNAYETLERİNİ TELEVİZYONDAN İZLEYEN KATİL
2. BÖLÜM: ISSIZ CİNAYETLER 2 / KATİLİN ZEHİRLİ PLANI