CANAN COŞKUN
Adalet Bakanlığı’nın “Y” ve “S” tipi olarak adlandırdığı, mahpusların ise “kuyu tipi” dediği yeni hapishane modeli, yalnızca bir mimari değişiklik değil; insanı insandan, sesi dünyadan koparan bir sistemin adı. Bu cezaevlerinden tahliye olan tutukluların anlatımı, neden “kuyu” benzetmesi yapıldığını somutlaştırıyor. Bu hapishanelerden Çorlu Karatepe Cezaevi’nin kamuoyunun yakından tanıdığı başka tutukluları da var; örneğin tutuklu İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklu avukatı Mehmet Pehlivan, İmamoğlu’nun danışmanı Murat Ongun, tutuklu avukat Rezan Epözdemir, Leman dergisi çizeri Doğan Pehlevan ve YouTube’daki Soğuk Savaş programının sunucusu Boğaç Soydemir ile program konuğu rapçi Enes Akgündüz de bu cezaevinde bulunuyor.
Grup Yorum üyesi Vedat Doğan ve ESP-SGDF operasyonunda tutuklanan Cafer Erözsoy, farklı iki kuyu tipi cezaevinde kaldı ve buradaki şartlara karşı açlık grevine girdi. Doğan ve Erözsoy, kuyu tipi cezaevlerindeki fiziki koşulları ve yaşam şartlarını anlatırken, bu yeni sistemin karanlık taraflarını da açığa çıkarıyor. Sürekli bir hücre cezasını andıran bu yeni tip cezaevlerinde ortak alan neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Mahpuslar kimsenin yüzüne görmeden günleri deviriyor.
Grup Yorum üyesi Vedat Doğan, Şubat 2024’te tutuklanarak Silivri’deki Marmara Cezaevi’ne kondu. Burada diğer Grup Yorum üyeleri Rezan Şengül ve Fırat Kaya ile kalırken talebi olmamasına karşın Kırşehir’deki Y Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. Doğan, burada tutulurken yaşadıklarını Kısa Dalga’ya anlattı.
- Silivri’den Kırşehir’e sevk edildiğinizde sizin nasıl bir ortam karşıladı?
Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde Grup Yorum emekçileri Rezan Şengül ve Fırat Kaya ile kalıyordum. Şubat 2024’te Rezzan Şengül ve Halil Yakut ile bir sabah vakti hücrelerimize baskın yapılarak kaçırılıp Kırşehir'e götürüldük. Kırşehir kuyu tipi cezaevi o zamanlar daha bir yıllıktı.
Silivri’deki 9 Nolu Cezaevi’nde üç kişilik bir hücrede tutuluyorduk ve kendi havalandırmamız vardı. Kırşehir’de farklı bloklarda tek kişilik hücrelerde tecrit edildik.
Hücrenin penceresinin önünde sık dokunmuş bir tel kafes vardı. Serçe parmağınızın bile giremediği kadar sık. Onun arkasında da demir parmaklıklar vardı. Ama zaten elim ona ulaşmıyordu. Pencere, öndeki havalandırmaya bakıyordu. Orayı birinci kattaki mahpuslar kullanıyordu. Pencereden havalandırmaya çıkanlar zar zor seçiliyordu. Güneşi göremiyorduk.
- Hücrenin fiziki koşullarını biraz tarif eder misiniz? Gün ışığı, hava, iletişim olanakları nasıldı?
Havalandırma hakkım yoktu çünkü sadece bir saat veriyorlardı bunun için. Başka bir yere götürülüyordum havalandırma için. Havalandırmada oturabileceğiniz bir bank ve güneşten veya yağmurdan korunabileceğimiz bir şemsiye de yoktu. Yani boş, düz beton sadece. Havalandırmanın üstünde tel yoktu ama diğer hapishanelerden farklı olarak duvarlar 12-13 metre yüksekliğindeydi. Silivri’deki cezaevinde duvarlar 8 metreydi. Bu fark, çok derin bir yerdesiniz ve yukarıya baktığınızda kendinizi bir kuyunun dibinde gibi hissettiriyordu. Tek başına çıkarıldığımız için bir kuyunun dibinde dolanıp duruyorsunuz yani.
Bazı dayatmalar da vardı. Örneğin, havalandırmaya çıkarken bir defter imzalıyorsunuz ve üstünüz detaylıca aranıyor. Yanınıza da hiçbir şey alamıyorsunuz. Örneğin kitap veya gazete almak yasaktı.
‘Bunları kabul etmezsen çıkartmayız' dediler ve çıkartmadılar. Aylarca havalandırmaya çıkamadım. Bu yüzden 24 saat 5-6 adımlık küçücük bir hücrede, tel örgülerden gökyüzünün bile doğru düzgün görünmediği, hava sirkülasyonun olmadığı, rutubetli bir ortamda kimsenin yüzünü göremeden toplamda 6-7 ay kaldım.
- Mahpuslar hangi kriterlere göre yerleştiriliyordu?
Üç katlı bloklarda altışar hücrenin bulunduğu bir yapısı vardı. Bir blokta 18 hücre vardı. Bu şekilde 400'e yakın hücre var. Dört blok tekli hücrelerden oluşuyor. Sadece bir blok üçlü hücrelerden oluşuyor. Genelde tutuklu ve hükümlü ayrımı yoktu. FETÖ davasından, adli, çeteci, cinayet dosyasından ya da siyasi dosya olmasının hiçbir önemi yok. Herkesi yan yana tekli hücrelere koymuşlardı.
- Açık ve kapalı görüşler nasıldı? Görüşçülerinize yaklaşım tarzı nasıldı?
Görüşe gelen anneme yönelik daha detaylı ince bir arama dayatmaları olmuş. Koca salonda tutuklu olmama rağmen beni sadece annemle görüştürdüler. Başka hiç kimse yoktu. Yani özellikle bize yönelik miydi bu uygulama bilmiyorum ama ben her ay görüşe çıktım ve hep tektim. Kapalı görüş sırasında da tektim, diğer kabinler hep boş oluyordu. Ben tutuklu olmama rağmen tek çıkarılıyorsam, kimi çıkarıyorlar o zaman buraya?
- Hücrede geçirdiğiniz sürede ruhsal olarak neler yaşadınız?
Hücredeyken güneşin doğup battığını dışarıdan anlamak çok zordu. O yüzden saatli, programlı bir disiplinim vardı. Gazete alıyordum, çok sonraları televizyon da aldım. Yazıp çiziyordum. Arkadaşlarımla mektuplaşıyordum.
İnsan sosyal bir varlık, onu o sosyallikten tecrit edip, yalıtıp bir hücrede iletişim kurabileceği hiçbir varlık olmayınca betona gömülmüş gibisiniz. Psikolojik olarak gerçekten çok yıpratıcı bir durum. Çok ağır psikolojik sorunlar yaşayanlar vardı. Çığlıklar atanlar, ilaç almadan yatamayanlar… Bir de bilinçli bir tercih olarak bize ismimizle hitap etmiyorlardı. Mesela ‘2 numara buraya gel’ diyorlardı. Yani “Seni insan yerine koymuyorum” demek istiyordu.
Normalde Silivri'de hücre cezası alındığında kalınan tek kişilik bir hücre vardı. Kırşehir'deyse disiplin cezası yok ama hep hücredesiniz.
- Açlık grevi kararını nasıl verdiniz, süreç nasıl ilerledi?
Aslında hemen başlamamıştım. İlk talebimiz arkadaşlarla bir araya gelmekti. Bunu defalarca dile getirdik idareye. Ancak kesinlikle bizi bir araya getirmediler. Hatta cezaevi müdürü "Ben burada olduğum sürece siz bir araya gelmeyeceksiniz" diye konuştu.
Oraya götürüldüğümde kaburgam kırıktı zaten. Haftalarca sancı çektim, geceleri yatamıyordum. Hastaneye gitmek istediğimde ağzımı bir büyükbaş hayvan muayenesi gibi açıp içini iyice kontrol ettiler ve onursuz aramaya tabi tuttular. Kabul etmediğim için hastaneye götürmediler.
Mahkemeye de götürülmedim. SEGBİS’e çıkardılar. Hakime duruşmaya gelmek istediğimi, huzurda dinlenmek istediğimi söyledim yüz yüzelik ilkesi gereğince. Hakim bana "Orası yüksek güvenlikli hapishane. Senin oradan dışarı çıkman bir güvenlik sorunu yaratır. O yüzden seni mahkemeye getirmiyoruz" dedi.
O koşullarda kullanabileceğimiz en iyi yöntemin açlık grevi olduğunu düşündük. Çünkü hiçbir hakkımız yoktu. Kaldığım yedi ayın altı ayı açlık greviyle geçti. Açlık grevine başladığımda birçok sağlık sorunu da oluştu. Açlık grevinde B1 vitamini almamız gerekiyor. B1 vitamini almayan bir insan, açlık grevinin 60-70’li günlerinde hayatını kaybeder. B1 vitamini sadece beyni diri tutan, beyni besleyen, ölmesini engelleyen bir ilaç.
Bunu bize 130'lu günlere kadar yarım doz verdiler, açlık grevinden vazgeçelim diye. TTB'nin raporlarını sunduk. Birçok kurumun raporlarını sunduk. Ailelerimiz tartıştı, biz tartıştık. Ama hapishane idaresiyle işbirliği yapan doktor beynimizde bir hasar oluşturdu. Şu an bunun sonuçlarını yaşıyorum.
- Cezaevi idaresi ya da devlet kurumlarıyla iletişim kurmaya çalıştınız mı?
Bileklerim tutmayana kadar her yere yazdık. Bakanlığa, insan hakları kurumlarına, Türk Tabipleri Birliği’ne. Bu cezaevleri birçok açıdan bir sorun. Bu binaları yapan mimarlar, burayı yaşanabilir olarak gören sağlıkçılar, inşaatçılar açısından da bir sorun. Bu projenin içinde yer alan herkes için bir sorun. O kadar açlık grevleri oldu, insanlar oradan çıktı ama bakanlığın tek bir açıklaması bile yok. Çünkü savunulacak hiçbir yanı yok.
- Bugün orada kalanlar için ne söylersiniz, sizce bu cezaevi modeli neyi amaçlıyor?
Kuyu tipi yapıların asıl amacı, insanları dış dünyadan tamamen tecrit ederek psikolojik olarak yıpratmak ve teslim almak. Amaçları insanları yaşatmak değil, hizaya çekmek… Bu bir şantaj aracı olarak da kullanılıyor. Hizaya çekemedikleri, düşüncelerinden vazgeçiremedikleri insanlar için yaptıkları bir hapishane burası.
Bugün Serkan Onur Yılmaz gibi birçok kişi 330 gündür aynı basit taleplerle açlık grevi yapıyor. Onları ölüm sınırına kadar getirip, öldürmeden ama ciddi sağlık sorunları yaratarak taleplerini karşılıyorlar. Demek ki kabul edilebilir bir talep, ama bu eziyeti niye yapıyorsunuz o zaman?
Çorlu Karatepe kuyu tipi cezaevi deneyimi
Cafer Erözsoy ise Ocak 2025’te ESP ve SGDF operasyonu kapsamında tutuklanarak Silivri’deki Marmara Cezaevi’ne kondu. 9 Nolu Cezaevi’nde tutulurken 8 Mart sabahı Çorlu Karatepe Cezaevi’ne götürüldü. Mayıs 2025’te tahliye olan Erözsoy, buradaki tanıklığını Kısa Dalga’ya anlattı.
- Kuyu tipi cezaevine nasıl götürüldünüz, doğrudan oraya mı kondunuz, yoksa başka bir hapishaneden mi sevk edildiniz?
21 Ocak'ta evlerimiz basılarak gözaltına alındık. 24 Ocak’ta tutuklandık. Silivri 9 Nolu Cezaevine götürüldük.
7 Mart akşamı gece 11 gibi gelip bize sabah hazırlanmamızı, sevk edileceğimizi söylediler. 8 Mart sabahı ben ve 34 arkadaşım farklı farklı hapishanelere sürgün edildik. Götürülene kadar nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Ben ve 4 arkadaşım Çorlu Karatepe Cezaevi’ne sürgün edildik. Kuyu tipi dediğimiz Y tipi hapishaneye.
Oraya ilk girişte müdür gelip bizle görüştü. Getirildiğimiz yerin Çorlu Karatepe Cezaevi olduğunu, burada insanlık onuruna aykırı hiçbir şey olmadığını ve orada her şeyi yasalara uygun yaptıklarını söyledi.
Müdürden sonra kayıtlarımız yapıldı. Sonra da zorla çıplak arama yapıldı. Dört tane gardiyanın üstümüze çullanmasıyla kıyafetlerimiz zorla çıkartıldı. Sonrasında kıyafetlerimiz X-ray cihazından geçirildi ve bize verildi. Sonra da tekli hücrelere götürüldük.
- Hapishanenin fiziki koşullarını ve yaşam şartlarını anlatır mısınız?
Çıplak arama yapıldığı için ağır bir psikolojik etki bırakıyorlar insan üzerinde. Bu ağır psikolojik etki altında tekli hücreye kondum. Ne insan yüzü, ne bir ses, ne gökyüzü… Hiçbir şey yok.
Çorlu Karatepe Cezaevi’nde hep tekli hücreler vardı, sadece bir blokta üç kişilik hücreler vardı. Üçlü hücre dedikleri de iki tane tekli hücrenin ortadan açılmış kapıyla birleştirilmiş haliydi. Aynı tip yani değişen bir şey yok, aynı mimari. Kamera da vardı üç kişilik hücrelerde. Yani 24 saat boyunca duşa girerken, lavaboya girerken sürekli izliyorlardı.
Üç katlı bloklardan oluşan cezaevinin her bloğunda beş tane kuyu vardı. Blokların her katında bir koridor vardı. Her koridorda da altı hücre. Hücrelerde önünde korkuluk olan bir pencere vardı. Korkuluğun önünde de sık dokunmuş tel kafes bulunuyordu. Yani dışarıyı görmeniz veya ışığın doğru düzgün içeri girmesi, havanın girmesi imkansızdı.
Dışarıyı görmek için sık dokunmuş telin aralıklarından dışarıya bakıyordum. Bir süre sonra gözlerim ağrımaya başladı. Dışarı çıktığımda da bulanık görüyordum. Gökyüzünün güneşli veya bulutlu olduğu ancak havalandırmaya çıktıktan sonra anlaşılıyordu.
Hücrede bir yatak, demir bir dolap, küçük bir mutfak tezgahı ve bir banyo vardı. Yani adım atmak bile çok zordu. Kıyafetiniz yıkasanız asacak bir yer de yoktu. Yani küçücük bir hücre, yaklaşık 10 metrekarelik bir alan. Oraya gittikten altı gün sonra hareketsizlikten eklem yerlerim ağrımaya başladı.
Sonra günlük 50 litre sıcak su hakkı vardı. 50 litreyi aştıktan sonra su otomatik olarak kesiliyordu. Yani o gün duş alırsanız bulaşık yıkayamazsınız, bulaşık yıkarsanız da duş alamazsınız ya da kıyafetlerini yıkarsanız da yine suyunuz bitiyordu.
- Havalandırma hakkı, dış dünyayla temas veya iletişim olanakları nasıldı?
Havalandırma hakkı günde 1,5 saatti. Havalandırmada kitap veya gazeteye hiçbir şekilde izin vermiyorlardı. Bir tek su alabiliyorduk yanımıza. Diğer tutukluları - aynı koridorda tutuluyorsak- havalandırmada görebiliyorduk. Başka koridordaki tutuklularla asla yan yana getirmiyorlardı bizi.
Havalandırmanın üstünde de elektrikli teller vardı. Karşınızda da bir duvar vardı ve sadece derin bir boşluk.
Bir de Ramazan ayında Diyanet’in koyduğu etkinlikler yapılıyordu. İdare, “Eğer bu hücrenin dışına çıkmak istiyorsanız güzel Kuran veya Yasin okuma yarışmalarına katılırsınız” diyordu. Aileyle telefon hakkıyla ilgili de “Bir hak daha kazanmak istiyorsanız Yasin okuma yarışmalarına katılacaksınız ve güzel okuyacaksınız, ezberleyeceksiniz” diyorlardı.
İnsanlar orada sosyal yaşamdan tamamen yalıtılmış durumda. Şöyle düşünün, bir ihtiyacınız olduğunda butona basıyorsunuz. Eğer cevap verirse gardiyanın sesini duyabiliyorsunuz. Onun dışında insan görmek, biriyle sohbet etmek imkansız.
- Gardiyanların size karşı davranışları nasıldı?
Her havalandırmaya çıktığımızda arama yapıyorlardı. Üstümüzü taciz ederek, saldırarak arıyorlardı. Ayakkabılarımıza tekme atıyorlardı, kışkırtıcı söylemlerde bulunuyorlardı. Hücreye geldiklerinde kıyafetlerimizi yere atıyorlar, yataklarımızı dağıtıyorlardı. Kapıları gece 2’de o kadar sert vuruyorlar ki uykudan uyanıyorduk.
- Görüşlerde ya da avukat görüşlerinde nasıl bir uygulamayla karşılaştınız?
Bizi oralara sürgün etmelerinin diğer bir amacı da ailelerimizle olan ilişkiyi kesmekti. Orada 2,5 ay kaldım ve o süre boyunca ailemi göremedim. Ailem zaten yoksul, sürekli çalıştıkları için gelemiyorlardı.
Açık görüşte de sadece görüşe gelen kişi ve tutuklu bulunuyordu. Onun dışında diğer arkadaşlarınla veya onların ailesiyle, akrabalarıyla asla yan yana gelemiyorsun. Buna izin vermiyorlar hiçbir şekilde. Avukat görüşünde de aynı şey geçerliydi. Sadece avukatınızı görebiliyorsunuz, başka tutukluları veya avukatları görmek mümkün değildi.
- Cezaevi koşullarına karşı herhangi bir talepte bulunduğunuzda ne yanıt aldınız?
Karatepe'ye götürüldükten beş gün sonra bir hafta boyunca her sabah sürekli Adalet Bakanlığı’na dilekçe yazdık. Ama hiç hiçbir şekilde dilekçelerimiz Bakanlığa gönderilmedi.
Cezaevi müdürüyle ve baş gardiyanla görüşmek istiyorduk, ama gelmiyorlardı. Kapı dövme eylemi yaptık. Sonra ben ve dört arkadaşım talebimiz olmamasına karşın üçlü hücrelere alındık. Bu hücrelerde kamera vardı, duşa girdiğimizde, üstümüzü değiştiğimizde, lavaboya girdiğimizde, uzandığımızda, her halimizi izliyorlardı.
Açlık grevinde olduğumuz için disiplin soruşturmaları açıldı. İletişim cezaları uygulanmaya başlandı.
- Açlık grevi süreci nasıldı?
İlk açlık grevi yedi gün sürdü. İkincisi süresiz açlık greviydi. İkinciye başladıktan yaklaşık 10 gün sonra tahliye edildim. Eğer tahliye olmasaydım başka bir hapishaneye sevk edilene kadar açlık grevi devam edecekti.
Birkaç defa doktora görünmek isteyip istemediğimizi sormak için geldiler. Zaten götürdüklerinde sürekli alay ederek hakaret ettiklerinden dolayı biz de çıkmıyorduk. Hiçbir şekilde işte vitamin de verilmedi bize. Sadece kantinden aldığımız şeker ve suyla birlikte süreci devam ettirdik.
- Oradaki deneyiminiz size kuyu tipi cezaevleri hakkında ne düşündürdü?
Görüşü ne olursa olsun, "Ben insanım" diyebilen herkesin kuyu tiplerine karşı mücadele etmesi gerekiyor. Orada FETÖ’den hükümlü askeri okul öğrencileri de vardı, iftiradan tutuklananlar da. Ağırlaştırılmış müebbet suçundan mahkum olan insanlar yaşamlarını orada geçirecek. Ancak öldüklerinde o hücreden çıkacaklar.
Bu anlatımlar, cezaevlerinde tecritin nasıl yeniden biçimlendiğini gösteriyor. Kuyu tipi cezaevleri artık yalnızca infazın değil, toplumsal yalıtımın da bir aracı haline gelmiş durumda. Yazı dizisinin yarınki bölümünde, Türkiye’deki infaz rejiminin tarihsel seyrini ele alacak ve kuyu tipi cezaevlerine neden ihtiyaç duyulduğu sorusuna yanıt arayacağız.