Hak örgütleri: Kuyu tipi cezaevleri ile bir işkence rejimi sıradanlaştırılıyor

Hak örgütleri: Kuyu tipi cezaevleri ile bir işkence rejimi sıradanlaştırılıyor
Hak örgütleri, mahpusların günün 22 saatini havasız, güneş görmeyen hücrelerde geçirdiği “kuyu tipi” hapishanelerdeki nüfusun yaklaşık 30 bini bulduğunu söylüyor. Bu hapishanelerin harflerle tiplere ayrılması ve kimlere yönelik olduğu gibi ayrımlarla “işkence” olarak tanımlanabilecek bir rejimin sıradanlaştığını vurguluyorlar.

CANAN COŞKUN

Kuyu tipi hapishanelerin inşasından bu yana beş yıl geçti. Milletvekillerinin defalarca soru önergeleriyle gündeme getirmesine karşın, ne kamuoyundan güçlü bir tepki yükseldi ne de Adalet Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi. Yaklaşık bir yıldır 10’dan fazla mahpus, hem kendilerinin hem de birlikte kaldıkları arkadaşlarının “kuyu tipi” olmayan hapishanelere sevk edilmesi ve buraların kapatılması talebiyle açlık grevi ve ölüm orucunda.

İstanbul Barosu'nun bir kuyu tipi hapishane olan Çorlu Karatepe Cezaevi özelinde hazırladığı raporla sayıları giderek artan bu hapishanelerin yarattığı hak ihlalleri yeniden gündeme geldi. Raporda, bu hapishanelerde mahpusların uzun saatler boyunca hücrelerinde tutulduğu, havalandırma ve sosyalleşme haklarının ciddi biçimde kısıtlandığı belirtildi. Rapora göre, mahpusların günün 22,5-23 saatini yaklaşık 10 metrekarelik havasız hücredelerde geçirmesi, kanunda yalnızca "hücre cezası" için öngörülen koşulların kalıcı hale getirildiğini gösteriyor.

Benzer tespitleri paylaşan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Dr. Metin Bakkalcı ve İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu üyesi Meral Nergis Şahin, bu hapishanelerin “izolasyonu esas alan mimari ve idari sistemleriyle” insanı yalnızlaştırdığını, “hak sahibi bir varlık olmaktan çıkararak” cezalandırma anlayışında yıllar içinde giderek sertleşen bir uygulamanın son halkası olduğunu belirtiyor.

Hak örgütleri uzun süredir Adalet Bakanlığı’na, “kuyu tipi” hapishanelerin insan haklarıyla bağdaşmadığı yönünde çağrılar yapıyor ancak şimdiye dek herhangi bir idari makamdan yanıt alınamadı. Diziyi hazırlarken Adalet Bakanlığı’na, bu hapishanelerin hangi gerekçeyle yapıldığı ve var olanların neden dönüştürüldüğü konusunda bilgi edinme başvurusu yaptık ama herhangi bir yanıt verilmedi.

Yazı dizisinin son gününde, Dr. Bakkalcı ve Şahin, Kısa Dalga’nın sorularını yanıtladı.

ygc-y-tipi-3kisilikoda.png
Mahpusların anlatımıyla çizilmiş Y Tipi üç kişilik hücre modeli

TİHV Başkanı: Yaklaşık 30 bin kişi kapasitesi var

İzolasyona dayalı hapishanelerde kaç mahpus kalıyor, bu hapishanelerin kapasitesi ne kadar?

Dr. Metin Bakkalcı: Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfikevleri Genel Müdürlüğü'nün paylaştığı son verilere göre, toplam yaklaşık 42 hapishanede 30 bine yakın bir kapasiteden, popülasyondan bahsediyoruz. Yani bir hayli anlamlı bir orandan bahsediyoruz. F, Y ve S tipi gibi esas olarak izolasyona dayalı hapishanelerin kapasitesi bizim bildiğimiz kadarıyla 30 bin civarıdır.

ygc-ve-s-tipleri-raporu-4.png
Mahpusların anlatımıyla çizilmiş S tipi üç kişilik hücrenin ortak alanı

Bu hapishanelerle ilgili uluslararası kurallar ne diyor?

- Buradaki mesele, esas olarak mimarisi ile, konumuyla, iç düzenlemeleriyle ve bütünüyle izolasyon, yani dış uyaranlardan yoksunluk anlamına gelen bir tecrit zihniyetine dayalı olan bu hapishaneler ne yazık ki yapılmıştır. Kabul edilemez.

Adları kamuoyunda "kuyu tipi" diye nitelendirilen yani Y ve S tipi yüksek güvenlikli hapishaneler, 2024 yılında Türkiye'nin de üyesi olduğu için Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komitenin 5. dönemsel raporunda da anıldı. Raporda, mahpusların neredeyse günde 22 saatten daha fazla bir süre dış uyaranlardan mahrum bırakılarak hücrelerinde yaşadığı tespit edilmiştir. Komite, bunun kabul edilemezliğini ve bunun "tek başına kapatılma" anlamına geldiğini ifade ederek burada derhal düzenlemelerin yapılmasını önermiştir. Dolayısıyla, bu herhangi bir şekilde sadece bizlerin, Türkiye’de insan haklarıyla meşgul olan kişi ya da kurumların meselesi değil. Türkiye'nin de üyesi olduğu uluslararası insan hakları mekanizmalarında da açıklıkla ifade edilen bir husustur.

Mahpuslara ilişkin Türkiye'nin üyesi olduğu "Birleşmiş Milletler'in mahpuslara yönelik asgari uygulama kuralları" diye ifade edilen Mandela kuralları var. Türkiye'nin üyesi olduğu Avrupa Konseyinin cezaevi kurallarına ilişkin pek çok dokümanı var. Bunlara göre, mahpusların genelleştirilerek gruplara ayrıştırılmaları kabul edilemez. Bütün uluslararası belgeler bunu yazar.

Uygulamanın gruplara yönelik uygulanması ya da “hükümlülere yönelik ama tutuklulara da uygulanıyor” tartışması bile evrensel insan hakları normları açısından kabul edilemez. Ne yazık ki sıradanlaştırılmaya çalışılan bir durumdur bu.

Bunu bize alıştırdılar. Dünyada ilk kez Türkiye'de uygulanmadı bu bilindiği gibi. 1700 sonlarından itibaren ABD ve ondan sonra Avrupa'da başta Almanya olmak üzere pek çok ülkede yüksek güvenli hapishaneler kavramı kullanılıyor. Bize alıştırılıyor. Böyle bir kavram esasen geçerli değildir. Mahpusların gruplara ayrılması bir ayrımcılıktır ve suçtur. Tabii ki kişilerin birey olarak tek tek, nesnel, bilimsel değerlendirmesine dayalı olarak kendisine ve çevresine zarar verme olasılıkları, risk analizleri yapılarak doğrudan, kişisel birtakım önlemlerin alınması doğaldır. Ama, kişilere yönelik olması, bağımsızlığı ve bilimselliği temel alarak sağlıklı değerlendirmelere dayalı olması gerekir. Dolayısıyla bakanlık hangi gerekçeyle bunu yapıyor bilmiyorum ama yanlış yapıyor.

Avrupa Konseyi'nin İşkenceyi Önleme Komitesi var. Bu komitenin 1993'ten itibaren açık bir tavsiyesi vardır. Bir insanın fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan kendini yenilemesi için dış uyaranlara ihtiyacı vardır. Dış uyaranlardan yoksunluk, sağlığa zararlıdır. Komite bunu önlemek için, günde makul bir süre (8 saat) dıştaki insanlarla bulunulan hücre de dahil olmak üzere dış mekânlarda amaca dönük faaliyetlerin organize edilmesi gerektiğini söylüyor. Sosyal etkinlik, spor, havalandırma vb etkinlikler amaca dönük etkinliklerdir.

"Kuyu tipi" diye bilinen hapishanelerde yaşayan mahpus ve onların avukatlarının gözlemlerine göre, günde yaklaşık 22,5 saat hücrelerinde kalıyorlar. "Tek başına kapatılma", işkence ve kötü muamele kategorisinde kendi başına ele alınması gereken kabul edilemez bir suçtur.

99ic2.jpg
Mahpusların çizimiyle havalandırmadaki bir mahpus

Hak örgütleri idareyle veya bakanlıkla görüşme talebinde bulundu mu?

- Çok sayıda talepte bulunulduğunu biliyorum. İHD başta olmak üzere diğer kurumlar, yazılı ve sözlü olarak bu konudaki görüş ve önerilerini aktardı. Ancak Türkiye'de toplum olarak yetki verdiğimiz kamu görevlileriyle ne yazık ki sadece bu konuyla ilgili değil amaca dönük müzakere dediğimiz ortamların oluşmasında büyük bir sorun var. Yani ne yazık ki şu an içinde bulunduğumuz bir müzakere yok.

- Hak örgütleri, hapishanelerde mahpuslarla görüşme olanağı bulabiliyor mu?

- 90'larda hapishane ziyaretleri yapabiliyorduk. En son 2000'in başlarında da biraz yapabiliyorduk ama gün geçtikçe hapishane ziyareti yapma olanağını ne yazık ki sağlayamıyoruz. Çünkü izin verilmiyor. Avukatlar ziyaret ediyorlar ve olabildiği kadar paylaşıyorlar. Kamuoyuna yönelik yazılı ve sözlü programlar paylaşmaya çalışıyoruz, ama yetmiyoruz. Yetemedik bugüne kadar, ama bundan sonra yetemeyeceğimiz anlamına gelmez.

Türkiye'de İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu diye bağımsız olması gereken ama bağımsız olmayan bir kurum var ortalıkta. Onlar birtakım ziyaretler yapıyorlar.

İzole eden sistemin yaygınlaşması devletin cezalandırma sistemi anlayışında bir dönüşümü mü gösteriyor? Bu hapishaneler yaygınlaşırsa Türkiye'de mahpus olmanın anlamı da değişir mi?

- 1980’i yaşama şansına sahip biriyim. 1980 döneminde bir yönetmelik çıktı, sonra geri alındı. “Şu tür suçlardan hapishaneye girenlerin diğer kişilerle görüşmesini engelleyecek tarzda cezaevinde tutulmaları” gibi maddeleri içeren bir yönetmelikti.

O zihniyet, Türkiye'de 1980 askeri darbesinin zihniyetinin bir ifadesiydi. Daha sonra bu düzenleme kalktı, ancak 1990'ların ortasında F tipi diye nitelenen bugün itibariyle 13 tane olduğunu bildiğimiz hapishaneleri farkettik. O dönem bu hapishaneleri ziyaret edebilmiştik.

Bir hapishane izolasyona dayalıysa burada bir öteki vardır ve elinde gücü tutanlar için o öteki hak sahibi değildir. İnsan haklarıyla insandır. Hak sahibi olmadığı zaman her türlü muamele deyim yerindeyse kendileri nezdinde mümkün görülür.

Türkiye'de zaten insan haklarına dayalı rejim fikri terk edildi ve dünyada da terk ediliyor. Mesele burada insanların hak sahibi olmaktan çıkartılarak insansızlaştırılma zihniyetinin giderek pekişmesi, derinleşmesi meselesidir.

99ic3.jpg
Mahpusların çizimiyle hücre penceresindeki demir kafesin görünümü

İHD üyesi Şahin: “Güneşten ve temiz havadan da koparılmış durumdalar”

Bu hapishanelerden size ulaşan mahpus tanıklıkları neler? Gündelik yaşam nasıl tarif ediliyor?

Meral Nergis Şahin: Kuyu tipi hapishanelerle ilgili tanıklıkların hemen hepsi yoğun tecritle ilgili. Tecrit, yalnızca insanlardan yalıtma ile ilgili değil. Aynı zamanda, güneşten ve temiz havadan da tecrit edilmiş durumdalar. Havalandırma hakları günde 1 saate kadar kısıtlanmış durumda.

Tutuklu ve hükümlülerle iletişim nasıl? Avukat görüşleri, mektup, telefon hakkı gibi alanlarda sınırlamalar var mı?

Avukat ve aile görüşüyle ilgili bir hak gaspı henüz iletilmedi. Fakat diğer mahpuslarla görüşme, sosyalleşme ve atölye etkinlikleri konusunda hak gaspı şikâyetleri geliyor. On kişilik sohbet grupları, spor hakları uygulanmıyor. Hakların kullanımı konusunda idarenin keyfi tutumunun çok keyfi olduğu yönünde şikâyetler geliyor.

ygc-y-tipi-kuyu-02.png
Mahpusların anlatımıyla çizilmiş 'kuyu' denilen havalandırma boşluğu modeli

Size ulaşan bilgilere göre açlık grevleri ne zamandır sürüyor, hangi hapishanelerde yoğunlaşmış durumda?

Açlık grevleri yaklaşık 1 yıl önce başladı, kimi mahpusların taleplerinin kabul edilmesiyle bunlar açlık grevlerini bıraktılar. Kuyu tipi hapishanelere sevkler oldukça açlık grevlerine yeniden başvuruldu. Şu an, Sincan, Antalya, Çorlu ve Kırşehir kuyu tipi hapishanelerinde halen açlık grevleri devam ediyor. Sayısal olarak Antalya kuyu tipinde açlık grevi yapan mahpus daha fazla.

Mahpuslar hangi taleplerle açlık grevine başlamış? Taleplerin ortak noktası nedir?

Talepler genel olarak, kuyu tipleri yerine, tecritin daha az olduğu ya da sevk olarak getirildiyseler, önceki hapishanelere yeniden gönderilmesi yönünde. Ancak bu taleplerin arasına kuyu tipi hapishanelerin kapatılması da girmiş ve genel bir talep olmuştur.

ygc-y-tipi-hucre-04.png
Mahpusların anlatımıyla çizilmiş Y Tipi hücre modeli

Hapishane idareleri bu eylemlere nasıl karşılık veriyor?

Hapishane idareleri taleplere karşı genelde sessiz kalıyor. Fakat bazı mahpusların sevk talepleri kabul edildi ve bu mahpuslar açlık grevlerini bitirdi.

Bu yazı dizisinde bugüne dek, “kuyu tipi” yüksek güvenlikli hapishanelerin yalnızca mimari ve idari boyutunu değil, kuruluş gerekçelerini, bu yapılara aktarılan kamu kaynaklarını ve bu yatırımların ardındaki politik tercihi de inceledik.

Kuyu tipi hapishanelerden tahliye olan kişilerin anlatımlarıyla bu mekânların neye benzediği gözümüzde biraz daha somut bir hâl aldı.

Osmanlı döneminden bugüne uzanan infaz rejimine kronolojik ve mimari olarak ele almanın yanı sıra, “güvenlik” gerekçesiyle inşa edilen yapıların aslında insanı toplumsal varlık olmaktan koparan bir rejimi kurumsallaştırdığını gördük. Hak örgütü temsilcilerinin değerlendirmeleri de bu hapishanelerle aslında işkence rejiminin yerleştirildiğini, toplumun da buna alıştırıldığı yönündeydi.

Hem hak örgütleri hem de kamuoyu taleplerine yanıt gelmediği için, tecrit giderek derinleşiyor ve denetim eksikliğiyle birlikte mahpusların sesi neredeyse tamamen duyulmaz hale geliyor.

Kaynak:Haber Merkezi

Abone Ol

İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.