Altılı masa ve dış politika

Altılı Masa’yı kayıtsız şartsız desteklemek ya da ona tam cepheden karşı olmak durumunda değiliz. Ancak izlemek ve eleştirmek zorundayız; çünkü ülkenin mevcut gerçekliğini anlamak ve katkı sunmak yapılabilecek en anlamlı şey.

Türkiye sadece ekonomik bir krizin değil, cumhuriyet tarihinin en uzun ve en derin siyasî krizinin içinde. Bu kriz, demokrasinin sivil bir iktidar döneminde ancak darbe dönemleriyle karşılaştırılabilecek bir şekilde zayıflatıldığı; diğer yandan da devletin kurumsal kapasitesinin adeta eritildiği bir kriz. Yüzüncü yılını kutlamaya yaklaştığımız cumhuriyet yönetimi boyunca, maalesef daha çok askeri kadroların, aralarda da sivil siyasetin biçimlendirdiği yönetim aygıtı yani devlet idaresi adeta darmadağın edilmiş durumda. İşte bugün, beğenelim beğenmeyelim, mevcut muhalefet partilerinin liderlerini ve yetişmiş kadrolarını bir araya getiren ve bir arada tutan temel dinamik bu. Türkiye tarihinde ilk kez, ülkenin ana akım siyasetinin tüm unsurları, aylardır bu derin krizden çıkışın yolları üzerine kafa yoruyorlar, kurullar, komisyonlar oluşturuyorlar ve elbette tüm sorunlara rağmen iktidara karşı ciddi bir güç merkezi oluşturmuş durumdalar.

Bu oluşumun ele aldığı, bir yol haritası oluşturmaya çalıştığı tüm meseleler hayati meseleler. Bu nedenle ortaya çıkan uzlaşmalar ve çözüm perspektifi masaya dahil olmayan diğer muhalefet parti ve hareketleri tarafından da ciddiye alınmalı. Hangi siyasal görüşten olunursa olunsun, bu masadan çıkacak siyasî rejimin 21. yüzyılda ulaşılan en ileri demokrasi standartlarını yansıtması vatandaşların temel beklentisi. Altılı Masa’yı kayıtsız şartsız desteklemek ya da ona tam cepheden karşı olmak durumunda değiliz. Ancak izlemek ve eleştirmek zorundayız; çünkü ülkenin mevcut gerçekliğini anlamak ve katkı sunmak yapılabilecek en anlamlı şey. Katkı sunmak, kaçınılmaz bir şekilde eleştirel olmayı gerektiriyor.

Bu çerçevede Altılı Masa’ya özellikle akademik/ entelektüel çevrelerden çokça eleştiri geliyor. Dış politika alanında da altı parti liderinin ortak bir vizyon ve söylem oluşturamadıkları sıklıkla dile getiriliyor. Hatta ülkenin en önemli dış politika sorunlarında somut olarak ne önerdiklerinin belli olmadığı iddia ediliyor. Bu eleştiriler tamamen yersiz değil. Ancak Altılı Masa’nın dış politikada ortak bir vizyon ve söylem geliştirmesi ya da somut öneriler getirmesi hem dış politika açısından, hem de iç siyasette yürüttükleri mücadele stratejisi bakımından çok da doğru olmayabilir. Altı parti liderinin dış politika alanında şimdiye kadar ne söylediklerinin ve ne söyleyebileceklerinin biraz daha incelikli bir şekilde ele alınması gerekir. Çünkü dış politika ve diplomasi, züccaciye mağazasına giren bir fil misali yönetebileceğiniz bir alan değildir. Kendinizi baştan açık edeceğiniz ve bağlayacağınız büyük sözler söyleyip, sonra bu iddialı sözlerin altında kalacağınız bir alan hiç değildir. Bu nedenle de Altılı Masa’nın çıkıp "Suriye’den çekileceğiz’’ ya da "Doğu Akdeniz’de Yunanistan’a hak ettiği yanıtı vereceğiz.’’ gibi sözler söylememesi aslında oldukça isabetlidir. Bu noktayı yazının devamında açmaya çalışacağım. Ancak önce, Altılı Masa’nın şimdiye kadarki beş toplantıda yayınlanan sonuç bildirilerinde, dış politika alanında hangi konulara değindiklerine ve neler söylediklerine kısaca bir bakmakta fayda var.

12 Şubat’taki ilk toplantının ardından yayınlanan bildiride dış politika açısından ele alınabilecek tek ifade, demokratik düzenin Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları temelinde inşa edileceğinin belirtilmesinden ibaret. Yani aslında bir demokrasi anlayışı ortaya konarken, bunun referansının Avrupa normları olduğu vurgulanıyor. Bu ifade en genel anlamda Batı sistemine, değerlerine ve kurumlarına bağlılığı ifade ediyor; hem de hiç bir çekince konmadan. Ancak bu ifadeyi askeri darbelerden sonra okunan bildirilerdeki ‘"NATO ve CENTO’ya bağlıyız’’ cümlesiyle karıştırmamak gerek. Çünkü Batı normları içinde bir demokrasiniz olduğunda da, yeni bir dünya kurulabilir ve Türkiye de onun içinde yerini alabilir. Hatta siyasal rejiminizin evrensel demokrasi standartlarında olması, aslında yeni bir dünyanın içinde, kendi tercihinizle yer alabilmenizin esas garantisidir. Bu noktadan bakıldığında bu ifadenin gayet anlamlı bir dış politika vizyonunu yansıttığını söylemek mümkün.

27 Mart’taki ikinci toplantının ardından yayınlanan bildiride, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı bir uluslararası hukuk ve toprak bütünlüğü ihlali olarak değerlendiriliyor; ancak esas vurgu Türkiye’nin orta ve uzun vadeli çıkarlarının akılcı bir şekilde tanımlanmasının ne kadar önemli olduğunun bir kez daha anlaşılmış olması. Bildirideki bu vurgu, satır arasında mevcut dış politika yönetiminin uzmanlık, devlet ciddiyeti ve akılcılıktan uzaklaştığını da belirtmiş oluyor. 24/25 Nisan’da açıklanan üçüncü bildiride ise dış politikayla ilgili tek unsur Biden’ın Ermeni soykırımı ifadesini ikinci kez kullanmasına yönelik eleştiri. Burada da esas olarak iktidarın bu konudaki başarısızlığının altını çiziliyor.

Altılı Masa’nın dış politikada daha yüksek sesle konuşmaya başlaması 29 Mayıs’taki dördüncü toplantıyla oluyor. Dördüncü bildiride ilk olarak yanlış yönetim ile derinleşen ve provokasyonlara konu olan göç sorunuyla ilgili bir kurul oluşturulması kararı göze çarpıyor. İktidarın terörle mücadele konusunda sadece NATO nezdinde değil, uluslararası toplumun bütününde desteği arttırması gerektiği de, yine böyle bir metinde yer alabilecek olağan bir ifade. Ancak ilk kez bu metinde Altılı Masa’nın çok boyutlu bir dış politika perspektifi benimsediği vurgulanarak bir pozisyon alınıyor. Çok boyutlu dış politika, esas olarak uluslararası ilişkilerin durum kurtaran terimlerinden biridir. Bir ideal olarak Türk Dış Politikası'nın farklı dönemlerinde, özellikle Batı’ya bağımlılığın getirdiği sıkışma dönemlerinde farklı iktidarlarca dile getirilen, içinin nasıl doldurulacağı mevcut konjonktüre bağlı olan ve büyük güçlerin baskısından özerk davranabilme amacını ima eden bir söylemdir. Yani mevcut durumdaki tek boyut ne ise, o tek boyutun yola açtığı sıkışmaya işaret eder ve alternatif politika arayışını meşrulaştırır.

İçinde bulunduğumuz konjonktürde, bu ifadenin esas olarak Rusya ile ilişkilerdeki sıkışma durumuna karşı kullanıldığını düşünmek mümkün. Özellikle NATO ile yaşanan veto gerilimi sırasında Suriye’de yapılacağı belirtilen sınır ötesi operasyona Rusya’nın karşı çıktığını düşünürsek, Altılı Masa’nın bu operasyonun gerekli ya da gereksiz olmasına hiç değinmeden çok boyutluluktan bahsetmesinin sebebi bu gibi görünüyor. ‘‘Rusya ile ilişkilerde bundan sonra böyle bir duruma düşmeyeceğiz.’’ denmiş oluyor. Diğer yandan çok boyutlu dış politikanın bir gereklilik olduğunun altı çizilerek, Doğu Akdeniz’de mevcut güç denklemini bozan, gerilimli ve maceracı tutumdan uzak durulması gerektiği de belirtiliyor. Burada da ‘’Batı ile Doğu Akdeniz yüzünden gerilmenin gereği yok.’’ denmiş oluyor. Altı muhalefet lideri, son olarak 3 Temmuz’daki beşinci bildiride iktidarın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine veto salvosunun içerde kullanılmaktan başka bir amacı olmadığını vurgulayarak kişiselleşmiş dış politikanın ülkenin itibarını zedelediğini belirtiyorlar.

Tekrar belirtmek gerekirse Altılı Masa’ya dış politika alanında getirilen eleştiriler, ortak vizyon ve söylem eksikliği ile somut sorunlarda somut tutum almamaları. Bu noktada ilk olarak söylenebilecek şey, yukarıdaki kısa incelemede de görüldüğü gibi, altı muhalefet liderinin dış politika alanına yavaş yavaş ve ölçülü bir şekilde girmeyi tercih ettikleri. ‘‘Bundan sonra Orta Doğu, Suriye, Batı/ AB ve Rusya ile ilişkilerde Türkiye’nin tutumu şu olacak, şu çözümleri öneriyoruz.’’ demiyorlar. Neden? İki nedenden: Birincisi bu altı parti elbette ki dış politikada da oldukça farklı görüşlere ve ideolojik arka planlara sahipler; ancak daha da önemlisi, aralarındaki güç dengesi henüz tam olarak belli değil. Bu güç dengesi seçim sonrasında netleşecek ve sadece iç siyasette değil siyasetin bütününde, ulusal ve ulusaşırı iktidar ilişkilerinin kuruluşuna yön verecek. Yaşadığımız dünyada küreselleşmenin en önemli siyasal sonucu bu çünkü: Siyasal gücün ulusaşırı düzlemdeki iktidar pazarlıkları ile yapılanması. Üstelik bu pazarlıklara müesses nizam aktörleri, çıkar grupları ve iş dünyası da dahil olacak. Bu süreçler elbette kısmen başlamış durumda; ancak esas olarak seçim sonucunda ortaya çıkacak tabloya göre şekillenecek. Dolayısıyla Türkiye’nin küresel ve bölgesel politikalarının genel çerçevesini bu yeni iktidar koalisyonu ve onun ulusaşırı ilişkileri oluşturacak. Tüm bu süreçlerin nasıl ilerleyeceğini izleyeceğiz; ancak Altılı Masa açısından bakıldığında, dış politika konularında aralarındaki farklılıkların şimdiden açık edilmesi, kendilerini her düzlemde zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz.

İkinci olarak da mevcut dış politika sorunlarının hemen hepsi, son bildiride altı çizilen kişiselleşmiş ve mevcut iktidar koalisyonunun ne olursa olsun iktidarda kalmasına endekslenmiş dış politika anlayışının yarattığı sorunlar. Esas olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aşırı pragmatik tercihlerinin, son derece hızlı manevralarının ve dış kaynak ihtiyacının derinleştirdiği sorunlar. Diğer bir deyişle bir anlamda bu sorunlar bu yönetim için geçerli. Olası bir iktidar değişikliği durumunda sadece Türkiye değil, bu sorunların tüm tarafları yeni pozisyonlar alacaklar; şu anda açık bir şekilde Türkiye’deki seçim sonuçlarını bekliyorlar. Dolayısıyla Altılı Masa’nın genel bir dış politika vizyonunu ortaya koyması ancak özellikle bölgesel sorunlarla ilgili olarak somut öneriler ortaya koymaması daha doğru bir tutum. Bunun en net örneğini beşinci bildirideki Doğu Akdeniz değerlendirmesinde görüyoruz. Bu bildiride, ileride tüm sorunların iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde yeniden ele alınabilmesi açısından Yunanistan’ın açıkça hedef alınmaması oldukça isabetli bir tutum.

Sonuç olarak bu beş bildiride başta Suriye olmak üzere tüm bölgesel sorunlar ve Türkiye’nin küresel siyasette oynayabileceği roller konusunda net ifadeler yok; olmaması da Altılı Masa’nın devamlılığı ve ileride geliştirilebilecek alternatif politikalar bakımından daha iyi. Yukarıdaki kısa analizin gösterdiği üzere, aslında ortak bir dış politika vizyonu da oluşmakta. Bu vizyon Türkiye’ye olabildiğince sağlam temeller üzerine inşa edilmiş, iyi işleyen bir demokratik düzene dayalı, Batılı bir dış politika yönelimi belirliyor. Altı muhalefet lideri dış politikada çok boyutluluğu dışlamayan ancak Batılı bir eksen tanımlamış durumdalar. Bu genel pozisyon, iktidar olunması durumunda ülkenin temel dış politika çıkarlarının tanımlanmasında da genel çerçeveyi oluşturacak. Ancak özellikle Orta Doğu’da, Suriye ile ilişkilerde somut çözüm önerilerinin ortaya çıkması, kimin tehdit, kimin yeni bölgesel muhatap olacağı gibi konular içerde ve dışardaki yeni iktidar ilişkileri çerçevesinde şekillenecek. Bugün Altılı Masa’dan beklenebilecek şey, mevcut küresel düzenin çizdiği sınırlılıklar içinde de olsa, tüm bu süreçlerin ülkenin tarihsel deneyimleri, kurumları ve yetişmiş kadrolarının katkılarıyla, olabildiğince toplum yararına şekilleneceğinin güvencesini vermeleri.

Köşe Yazıları Haberleri