EMEK EREZ
Günümüzde aşırı sağ fikirlerin yaygınlaştığına, gündelik yaşamın her alanına sızabildiğine tanık oluyoruz. Aşırılıkçı olarak tanımlayabileceğimiz pek çok söylem günden güne dile yerleşiyor peki, bu söylemler nasıl yayılıyor, aşırı sağ hangi araçları kullanarak özellikle gençler arasında kendine yer buluyor, gençler bu fikirlerle nerede ve ne zaman karşılaşıyor?
Cynthia Miller-İdriss, “Anavatanda Nefret: Yeni Küresel Aşırı Sağ” kitabında bu sorulara yanıt ararken ABD eksenli bir tartışma yürütse de günümüzde dünyanın neredeyse her yerinde karşılaşabileceğimiz aşırı sağ söylemin, nasıl benimsendiğine ve yaratabileceği tehlikeye işaret ediyor. Özellikle göçmenler üzerinden yürütülen faşizan söylemin kaynağını nereden aldığını, coğrafyanın ırksal bir boyuta taşınarak bir nevi kutsallık atfıyla “beyaz üstünlükçüler” tarafından nasıl işlevselleştirildiğini ve bu durumun, tanımlanmış coğrafyanın dışında kalanlar açısından ne tür bir tehdide dönüşebileceğini gösteriyor.
Metin boyunca ele alınan meseleler gösteriyor ki aşırılıkçı fikirler günden güne anaakımlaşıyor. Bu fikirlerin çoğunluğun dışında kalan farklı etnik, dini ve cinsiyet grupları açısından da yaratabileceği sorunları görüyoruz ve bu konudaki endişe hiç yersiz değil.
Aşırı Sağın Beslendiği Kaynaklar
Aşırı sağ, “hükümet ve demokrasi karşıtı pratikler ve fikirler, dışlayıcı inançlar, varoluşsal tehditler ve komplolar son olarak da kıyamete ilişkin fanteziler”le geliştirilen “fikirlerle” işliyor. Burada dikkati çeken şeylerden biri, önceden “demokrasi ve hükümet” karşıtı söylemin etkisinde olan bu grupların son zamanlarda özellikle Donald Trump tipi siyasetçilerin etkisiyle kendilerine merkezde yer bulmaları, kitabın cümleleriyle söylersek, “yerleşik muhafazakâr siyasi partiler aşırı sağın cazibesine kapılan seçmenlerini ellerinde tutmak için mücadele ettiler. Bu durum halkın bir zamanlar aşırı ucu temsil eden gruplar ile anaakım muhafazakâr sağ arasında ayrım yapmasını zorlaştırdı ve kafa karışıklığına yol açtı.” Aşırılıkçı gruplar önceleri çizdikleri profil nedeniyle merkezde kendilerine yer bulamıyorlardı ancak anaakım muhafazakâr partilerin özellikle göçmen düşmanlığı çerçevesinde yürüttükleri propagandanın etkisiyle siyasetin “meşru” tarafında kendilerine alan açıldı.
Gayri İnsanileştirme
Aşırı sağın beslendiği dışlayıcı ve hiyerarşik inanç hangi özellikleri taşıyor sorusuna kitap şu cevabı veriyor: Irkçı, göçmen karşıtı, yerlici, milliyetçi, beyaz üstünlükçü, İslam karşıtı, Yahudi karşıtı, LGBTİQ+ karşıtı, mizojin… Ayrıca, bu dışlayıcı inanç kendi dışında kalanın varlığını hiyerarşik bir alt kategori olarak yorumluyor. Bu da gayri insanileştiren bir bakış açısı getiriyor bunun anlamı: “bütün insan topluluklarını insanlık dışı ya da insandan daha aşağıda konumlandıran dil ve inançları ifade eder. Bazı varlık gruplarının, her ne kadar insan görünüşüne sahip olsalar da ‘esas dikkat edilmesi gereken yerde, görünen yanın altında hiç de öyle olmadıkları’ yollu bilinçdışı bir inanca dayanır.”
Bu durumda hiyerarşik olarak insandan aşağı konumlanan farklı gruplar artık insan olarak algılanmamaya başlar bu nedenle onların başına gelen herhangi bir olumsuzlukta beklenebilecek insani ve vicdani duyarlılığı göremeyiz. Kitapta, Nazilerin Yahudilere bakış açısı üzerinden örneklense de şimdilerde bu söylemin nasıl karşılık bulduğunu gösteren düşüncenin çok da uzağında değiliz fikrimce. En net örneğini batan göçmen tekneleriyle ilgili haberlerin altına yazılan yorumlarda görebiliriz veya göçmenlerle ilgili yazdığımız dayanışmacı bir cümlenin altına iliştirilen “al evde besle” şeklindeki cümlelerde, burada dayanışmaya değer görülmeyen “alıp evde beslenecek varlıklar kategorisi” açığa çıkar.
Gayri insanileştirme başkasının bedenini “iğrenç” kategorisinde değerlendirir, geldikleri yerden kendilerine “bulaşacak” bir kirlilik taşıdıklarını düşündüren bilinçdışı bir inançla da kendine yer bulur. Bu da voroluşsal tehdit içeriğine dönüştürülür ve komplo teorilerinden beslenir, bunun hedefi olan bedenler suçlu hale getirilir bir kişinin suçu bir grubun tamamını kapsayacak hale getirilerek bir düşman yaratılır ki kitap bunu somut bir şekilde gösteriyor.
Komplo Teorileri
Aşırı sağın günümüzde en çok beslendiği alanlardan biri de komplo teorileri, bunlar genellikle varoluşsal tehdit söyleminden besleniyor. Bu tehdit; “ ülkeyi, anavatanı veyahut hâkim kesimi göçten ya da demografik değişimden savunma veya koruma ihtiyacı yönündeki ifadelerin yer aldığı bir dil aracılığı ile kendini dışa vurur.” Burada alan ve mekân konusu öne çıkar. Cynthia Miller İdriss’in dikkat çektiği gibi: “Tarihsel aşırı sağcı hareketlerdeki alan ile bölgenin merkezliği, Nazi Partisi tarafından kullanılan ‘kan ve toprak’ ile Volk (Lebensraum) için daha fazla yaşam alanı ihtiyacı gibi metaforlarla açıkça görülüyordu. Alan ve mekân, günümüz aşırı sağının ‘büyük yer değişikliği’ korkusunun ve Avrupa’nın Avrabiya’ya dönüşeceği yönündeki komplo teorilerinin arka planını oluşturur.”
Yazar, günümüzde aşırı sağ tartışmalarının bu boyutunun fazla ele alınmadığı daha çok bireysel bir radikalleşme olarak meselenin tartışıldığını düşünüyor oysa kitaptaki örneklerden görebildiğimiz gibi, bu komplo teorileri pek çok aşırılıkçı grup tarafından benimsenip örgütlenmenin önemli bir aracı olabiliyor. Çünkü alan ve mekân üzerinden yayılan söylem: “bölge, aidiyet, dışlama, ırk ve ulusal coğrafyalar meseleleri aşırı sağ adına kolektif geçmiş ve murat edilen bir gelecek için kurucu nitelik taşımaktadır.” Bu bakış açısı, coğrafyayı geçmişle bağlantılı, kutsal ve mitik bir anlama kavuşturur, ırk ve etnik açıdan genellikle de kan üzerinden birbirine bağlanan gruplar için coğrafyanın ırksal bir anlama kavuşması, onun arı yapısının korunması fikriyle kesişir bu da doğal olarak dışarıya ve başkasına kapalı sınırlar içerisinde anavatan fikrini güçlendirir.
“Kalbinin attığı yer” olarak tanımlanan bu vatanın korunması kutsal bir görev gibi sunularak, “ırksal bölge” fikri nostaljik bir bağla sürdürülür. Bu nedenle, “büyük yer değişikliği”, “beyaz soykırımı”, “Avrabiya”, “büyük istila” gibi komplo teorileri yaygınlaştırılarak aşırı sağ argüman geçmişle bağlantılı bir gelecek tahayyülü inşa eder çünkü söylemin vardığı yer: “İnsanlarımızın varlığını ve de beyaz çocukların geleceğini korumalıyız” şeklinde kendini gösterir.
Bu durum kadınlara yeni roller yüklerken onların varlığı yalnızca soyun devamı için araç haline gelir çünkü “beyaz kadınlar beyaz bebekler dünyaya getirip okul çağında bu çocukların okula entegre olmalarına, aşırı sağ için alan ile mekân arasındaki ilişkinin can alıcı yönü olan ‘ev ve gündelik yaşamın her alanıyla ilgilenmeye, bakıma, toplum hizmetlerine ve beyaz ulusunun beslenmesi üretimindeki rolüne’ kadar beyaz üstünlükçülüğünün sürdürülebilir bir hal almasına katkıda bulunan ev-içi alanların en önemli unsuru durumundadır.” Aşırı sağ kadınların ev-içi emek sömürüsünü meşru hale getirir çünkü kadın varlığı beyaz ulusu beslemek ve beyaz çocuklar doğurmaya indirgenir. Ayrıca, kürtaj karşıtlığı gibi meselelerle kadın bedeni üzerinde tahakküm kurmanın farklı biçimleri de işe koşulur.
Normalleştirmenin Araçları
Cynthia Miller-İdriss aşırı sağ söylemin anaakımlaşması bahsini, muhafazakâr Josep Overton’ın “overton penceresi” kavramıyla tartışıyor. Bu kavram; “herhangi bir zaman dilimi içerisinde kamuoyu tarafından kabul gören siyasal fikir ve çözümlerin yelpazesi anlamına gelir. Siyasetçilerin pencerenin kadrajının dışında kalan fikirler doğrultusunda hareket etmeleri çok da olası bir şey değildir; zira kendilerini seçmene borçlu hissederler ve bu yüzden de çoğu seçmenin kabul edilebilir bulduğu aralığın dışında kalan politika ve yasaları destekleme konusunda isteksiz bir tutum sergilerler.” Aşırı sağ fikirler hakkında yelpazenin genişlemesi, önceden siyasetçiler açısından “isteksiz bir tutum”ken şimdilerde pencerenin neredeyse sonuna kadar açıldığı bir sürece tanık oluyoruz.
Popülist liderlerin söylemleri, işe koşulan komplo teorileriyle birlikte aşırı sağ merkezde kendine yer buluyor. Moda, yemek, sosyal ağlar, sağlıklı beyaz beden anlayışıyla oluşturulmuş, ırkçı fikirlerle biçimlenmiş karma dövüş spor salonları, pazarlar, festivaller, müzik, konserler, mizah, kendi entelektüel figürlerini yaratma gibi unsurlarla hem gençler arasına sızıyor hem de bu araçları kullanarak finansal sürdürebilirlik yaratıyor.
Mesela, moda üzerinden bu şöyle sağlanıyor, ırkçı bir söylem mizahla iç içe geçirilerek tişörte basıyor bu belirsiz bir alan yaratıyor, imalı söz meselenin ırkçı boyutunu görünmez kılıyor bu durumda “nefret giyilebilir” oluyor çünkü gündelik yaşamda o tişörtlerle dolaşan onlarca insana rastlayabiliyorsunuz. Bir şeyi devamlı görmek bir süre sonra onun sıradanlaşmasına doğal olarak da aşırılığın gündelik alana yerleşmesine sebep oluyor. Kitabın özellikle sorunsallaştırdığı gençler bu araçlarla kendilerine bir aidiyet alanı buluyor çünkü ergen ve ilk gençlik grupların kendi kimliklerini oluşturma süreçleri, bu bahsettiğimiz yöntemlerle işlevselleştiriliyor. Bu nedenle gençler için aşırı sağla karşılaşma yerleri ve araçları çevreye ait olma işi görüyor.
Cynthia Miller-İdriss, “Anavatanda Nefret: Yeni Küresel Aşırı Sağ” kitabında, aşırı sağın nasıl anaakımlaştığını özellikle gençler arasında yaygınlaşmasında ne tür araçların etkili olduğunu tartışıyor. Okurken fark ediyorsunuz ki kitapta bahsedilen ve aşırılıkçı olarak değerlendirilebilecek fikirler, gündelik yaşamın ve dilin parçası haline gelmiş çünkü bu fikirlerle neredeyse her gün karşılaşıyoruz. Bu nedenle dünyanın geldiği ve varacağı yer açısından kitabın sorunsallaştırdığı meselelere kulak vermeli fikrimce.