Bölgesel örgütler devletler arası ilişkilerde yakınlaşmayı ve işbirliğini geliştiren kuruluşlardır. Türkiye bu tür örgütlerle ilişkilerinde dikkat çeken ilerlemeler kaydetmiştir. Bu bağlamda kayda değer adımlardan biri Türkiye'nin 2006 yılında Arap Ligi (AL), 2008 yılında da Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile yoğunlaştırdığı ilişkiler olmuştur.
Bu yeni açılımların arka planında 2003 yılında ABD'nin Irak'a müdahalesi sürecinden itibaren başlayan ve başta ABD olmak üzere müttefiklerle olan ilişkilerimizde yaşanan bir takım gerginliklerin rol oynadığını yadsıyamayız. O zamanlar Batı, Türkiye'nin dış politikasında görülen bu yeni yönelimin bir "eksen değişikliği" mi olduğunu sık sık sorgulamaktaydı. İktidar ise, bir yandan Ortadoğu ülkeleriyle yakınlaşmayı yoğunlaştırırken bir yandan da batılı müttefiklerine mesafeli duruyor algısı yaratmak, bu yaklaşımla Türkiye'nin AB ile başlattığı üyelik müzakerelerinde yaşanan tıkanıklıklardan duyduğu rahatsızlığı (hatta infiali) dolaylı bir şekilde hissettirmek istiyordu.
Ortadoğu ile yakınlaşma ve Arap ülkeleri ile ilişkilerde kaydedilen hızlı ilerleme Türkiye'nin bölge ile ticari ilişkilerinin gelişmesine yardımcı olduğu gibi Türkiye'nin yumuşak güç kullanımı üzerinden önemli bir bölgesel aktör olma yolunda hızla ilerlemesine de yardımcı olmuştur. 2011 yılında Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da başlayan, literatürde "Arap baharı" olarak geçse de, aslında otoriter ve totaliter rejimler karşısında halkların daha adil bir paylaşım ve yönetim modeli arzusunun dile getirildiği bir süreç olan "Arap uyanışı", Türkiye'nin bu ilerlemesinde ciddi bir yön değişikliğine yol açmıştır. Son 13 yılın hikayesi budur.
2011 yılından itibaren Türkiye'nin Libya'da, ardından da Suriye'de izlediği akıntıya kürek çeken, taraf tutan politikalar dış politikada hızlı bir dönüşüme yol açtı. Bugün Arap Ligi'nin neden son 13 yıldır Türkiye'yi toplantılarına davet etmediği sorusunun cevabı da bu dönüşüme bağlıdır. Arap Ligi, 2011 yılından itibaren Suriye'nin üyeliğini askıya aldığı gibi, gözlemci statüsü verdiği Türkiye'yi de toplantılarına davet etmeyi durdurmuştur. 13 yıl sonra Türkiye'nin yeniden Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısına davet edilmesine önemli bir gelişme olarak seviniyorsak, Suriye'nin de bir yıl önce, 2023 yılında Arap Ligi'ne geri döndüğünü hatırlamakta yarar var. Ancak bütün bu gelişmelerde iktidarın 2011 yılından beri duraksama geçiren bölge politikasında bir revizyona gitmeye karar vermesi, 2022 yılından itibaren Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail ile yeni bir sayfa açmayı düşünmesi, Suriye ile de diyalog arayışına girmesi, şüphesiz önemli rol oynamıştır.
Bir yandan Kuzey Afrika, Ortadoğu, doğu Akdeniz'de yaşanan tıkanıklıklar, bir yandan Batı ile olan ilişkilerde görülen yalpalanmalar, bir yandan da oldukça iyi yönetilmeye çalışıldığı halde son zamanlarda serinleşmeye başlayan Rusya ile ilişkiler düşünüldüğünde, iktidarın dış politikada yeni bir sayfa açması gerekliliği artık açıklıkla ortaya çıkmıştır. Evet, Arap alemi ile yeniden ılınan ilişkiler içindeyiz, ancak 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren başlayan İsrail-Hamas savaşında iktidarın izlediği tutumun bu defa bu ilişkilerin istendiği kadar hızlı ilerlemeyeceğini de unutmamalıyız. Gazze'de yaşanan trajedi elbette göz ardı edilebilecek bir durum değildir. Lakin, bu konunun çözümünde rol oynayan ülkeler arasında Türkiye'nin yer alamamasının nedenini biraz da İsrail'e karşı kullanılan söylemde aramakta yarar var.
10 yıl aradan sonra Türkiye ile Mısır yeniden karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleştirebildi. Arap Ligi ile yeniden buluşabilmenin sebeplerinden biri de bu olsa gerek, zira Arap aleminin en etkin aktörlerinden biri Mısır. Gazze sorununun çözümü için Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Saudi Arabistan bütün çabalarını bir yandan İsrail ile bir yandan Filistin ile, dolaylı yollardan da Hamas ile temaslarını koparmadan sürdürüyorlar. Türkiye ise, iktidarın dış politikayı bir türlü iç politikadan bağımsız şekilde uygulamayı becerememesi yüzünden böyle, tüm taraflara eşit mesafeli bir duruş sergileyemiyor, kolaylaştırıcı rol üstlenemiyor.
Esad ile diyaloga gelince, bir yandan Türkiye'den basın üzerinden mesajlar veriliyor, bir yandan da Rusya'nın bu konuda yardımcı olması bekleniyor. Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında Hakan Fidan konuşmaya başlayınca Suriye heyetinin salonu terk etmesinden anlaşıldığı kadarıyla, Şam henüz Türkiye'nin bu girişimlerini yeterince samimi görmüyor.
2024 yılının kuşkusuz herkesin merakla beklediği en önemli seçimi ABD'de 5 Kasım tarihinde yapılacak. Bu seçimlerden sonra dünya politikasında yeni bir dönem açılacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Artık uluslararası sistemi tek kutup, çift kutup, çok kutup üzerinden okumamak, içinde bulunduğumuz ortamın çok merkezli, çoğulcu bir yapıya sahip olduğunu görmek gerekiyor. Son günlerde gündemin üst sıralarına tırmanmakta olan "Türkiye BRICS üyesi mi olacak?" sorusu bile aslında bu bağlamda ele alınabilecek bir konudur. Türkiye pek ala yeni çok merkezli yapının merkezlerinden biri olabilecek potansiyele sahiptir. Arap Ligi'nin Türkiye'ye yeniden ilgi göstermesinin sebebi ise Türkiye'nin BRICS üyesi falan olma hevesinden ziyade, hala Batı ve Avro-Atlantik kurum ve kuruluşlarıyla süren ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Arap alemi bu ilgiyi gösteriyorsa, Türkiye'nin de bu ilgiyi hak eden bir anlayışla, 13 yıldır ara verdiği çok yönlü, çok taraflı, çoğulcu ve taraf tutmayan dengeli bir dış politikaya dönmesi yerinde olacaktır.