Hemen hemen tam on sene önce, 9 Ocak 2013’de, Paris’in meşhur Gare de l’Est tren istasyonunun hemen yanında, Lafayette caddesinin 147 numarasında üç Kürt militan soğukkanlı bir biçimde öldürüldü. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in katili şoförleri 34 yaşındaki Ömer Güney’di. Soruşturmayı yöneten savcının evine girilmesine ve bilgisayarının çalınmasına, ortaya çıkan telefon görüşme kayıtlarına, zanlının Ankara seyahatlerine, hapishaneden dışardan yardımla kaçma teşebbüsüne rağmen iddia makamı katilin MİT ile bağlantısını kuramadı. Ömer Güney üçlü cinayeti işlediğinde beyin kanseriydi ve bunu biliyordu. Zaten üç sene sonra, daha hâkim karşısına çıkamadan acil kaldırıldığı hastanede 37 yaşında öldü ve dosya kapandı.
(Bu konunun ayrıntılı bir araştırması için gazeteci Laure Marchand’ın Triple assassinat au 147, rue La Fayette, kitabını okumanızı hararetle tavsiye ederim (Paris, Actes Sud, 2017). Laure Marchand’ın Guillaume Perrier ile beraber kaleme aldığı diğer kitabı Türkiye ve Ermeni Hayaleti İletişim yayınlarından Renan Akman’ın harika çevirisi ile yayımlanmıştı (2014). Umarım Triple assassinat da yakında Türkçeye kazandırılır).
Şahsen şahidim, bu üçlü cinayetin aydınlatıl(a)maması, zaten ölüme mahkum bir tetikçinin arkasındaki güçlerin ortaya çıkarıl(a)maması Fransa Kürtlerinde ve Kürt hareketine uzaktan ya da yakından destek verenlerde hayal kırıklığı, hüsran ve öfke duygularını tetiklemişti. Fransa’da diğer Avrupa ülkelerine nazaran nispeten zayıf olan PKK yandaşlarından bahsetmiyorum. Onları tanımam. Ama çevremdeki Kürtlerin en mutedil, en demokratlarında bile bir haksızlık duygusu hakimdi. Üniversite hocası, barış sürecini candan destekleyen ve ülkesi Türkiye’yi çok seven Kürt bir arkadaşımın 2016’da “bu adaletsizlik algısı her şeyi berbat edecek” dediğini hatırlıyorum.
On yıl sonra, 23 Aralık 2022’de, üçlü cinayetin işlendiği yerden yürüyerek 15 dakika ötede, Kürtlerin ve Türklerin yoğun olarak yaşadığı Enghien caddesinin 16 numarasında Ahmet Kaya Kürt Kültür merkezinin kapısının önünde üç Kürt daha öldürüldü. Bu sefer katil, aynı mahallede 90 yaşındaki babasıyla yaşayan 69 yaşındaki ırkçı bir Fransız’dı. Başkalarını öldürmek için girdiği kuaförde, dükkân sahibi ve müşteriler tarafından yakalanan William Malet, cinayetleri hemen itiraf etti. 2016’da bir soygunun kurbanı olmuştu ve o zamandan beri “yabancılardan” nefret ediyordu. Geçen sene Paris’te Afrikalı göçmenleri barındıran çadırlara kılıç ile saldırmış, hapse girmiş daha yeni çıkmıştı.
Öldürülenler ise on sene önceki cinayetlerin anma törenini hazırlamakta olan Emine Kara, müzisyen Mir Perwer ve “Fransa Kürt Demokratik Konseyi” militanı Abdurrahman Kızıl’dı. Kurbanların ikisinin Türkiye vatandaşı olmasına ve cinayetin açıkça ırkçı bir Fransız tarafından işlenmesine rağmen Türkiye otoriteleri kurbanlar ve vatandaşlarıyla gönül bağı kurmadı. Öldürülenlerin ve yakınlarının hakkını savunmadı, başsağlığı dilemedi. Tam tersine hem Büyükelçilik hem de Türkiye’deki çeşitli iktidar ortakları, yürüyüşün sonunda bulunan şiddet yanlısı militanların özel arabaları ve kamusal alanı yakıp yıkmasını işaret ederek Fransa’ya artık “bunların” yanında durmaması gerektiği mesajını verdi.
Halbuki Fransa, gösteri kültürünün kemikleştiği bir ülke ve her gösteride, yürüyen göstericilerin kuyruğunda şiddet yanlısı insanların olmasına alışık. Bunun bir ismi bile var: “fin de cortège”. Tam da bu yüzden Fransız yetkililer Kürtlere destek mesajlarından vaz geçmediler ve bir çoğu da yürüyüşlere katıldı. Şiddet olayları elbette lanetlendi ve elbette hem Fransızlar hem de barışçıl Kürt-Türk Türkiyeliler tarafından dehşetle karşılandı ancak bu şiddetin 10 yıllık bir öfkenin ve korkunun sonucu olduğu da anlaşıldı. Devrilen arabalar, yakılan otobüs durakları, polise atılan Molotof kokteylleri hem Fransız ırkçıların hem de Kürtleri doğaları gereği şiddet yanlısı olarak gören Türk ırkçıların ekmeğine yağ sürdü. Saçmalık. Ama maalesef “fin de cortège” gösterilerin bir gerçeği. Gezi’de de öyleydi Sarı yeleklilerde de. Türkiye’de suistimal edilerek servis edilen şiddet elbette gerçeğin sadece minik bir bölümü. Ama var, yok da değil.
Şunu da eklemekte fayda var. Fransız milliyetçileri ve Kürtler, farklı sebeplerden katilin kimliği konusunda şüpheliler. Eric Zemmour ve Marine Le Pen’in normalleştirdiği söylemlerle cesaret ve meşruiyet bulan ırkçılar, katilin ırkçılığını sorguluyorlar. Elbette William Malet’nin onlardan biri olması can sıkıcı. Kürtlerin bir “Türk” tarafından öldürülmesi daha uygun. Hatta bir ara sosyal medyada William Malet’nin aslında William Mehmet (!) olduğu iddiası dahi dolaştırıldı. İşin ilginci, on sene öncesinin hafızasını taze tutan Kürtlerde de bu cinayetlerin tesadüf olamayacağı, mutlakla Türkiye’deki rejimin bu işte bir parmağı olduğu dile getirilmekte. Yani bu teori onların da işine geliyor. Türkiye yetkilileri vatandaşlarının arkasında dursaydı belki bu tip komplo teorilerini reddetmek daha kolay olurdu. Ama her durumda Fransız ırkçıları ve bazı Kürtler zıt sebeplerden dolayı şu anki durumu beğenmiyorlar.
Umarım William Malet Ömer Güney gibi yargılanmaktan kurtulmaz ve bu cinayetler Kürt, Türk, Fransız demokratların ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı beraber verdikleri mücadelenin pekişmesine vesile olur.