3 Mayıs 2017 akşamı Fransa’nın en büyük kamusal ve özel kanallarının canlı ortak yayınında Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunu başarıyla geçen iki aday, Emmanuel Macron ve Marine le Pen tartışmışlardı. İkisi de siyasette nispeten yeniydi.
Macron 39 yaşında eski bir bankacı ve kısa süreli ekonomi bakanlığı yapmış kimine göre yakışıklı bir proje, Le Pen ise babasının mirasına konmuş ve milliyetçi sağı merkeze çekmeye kararlı sarışın bir liderdi. Televizyon tartışmasının dosyalarına hâkim, çok iyi hazırlanmış Macron, sinirli, gergin ve biraz da müsvedde şekilde konuşan Le Pen’e karşı rahatlıkla kazandı.
Dört gün sonra gerçekleştirilen ikinci turda Macron yüzde 66 ile seçimi kazanırken Le Pen “sadece” yüzde 34 almıştı. Bu oran Milliyetçi partinin rekoru oldu ama elbette yeterli değildi. Ancak Milliyetçi ve Popülist sağın gittikçe meşrulaştığı 8 Mayıs’tan itibaren iki adayın aklında aynı şey vardı: 5 sene sonra yapılacak ikinci tur öncesi televizyon tartışması. 5 sene boyunca Macron politikalarını sağa çekti, sağcı bir içişleri bakanı atadı, silik bir başbakan seçti, yüksek sayıda mülteci kabul etmedi, radikal olduğuna hüküm verilen camileri kapattı, laiklik şartı yayınlayıp İslami derneklere imzalattı, dinsel ayrımcılığa karşı yasa çıkardı vs. Yani, Le Pen’in sahasında top oynadı ama tartışma boyunca Le Pen’e kendi sahasında fırsat da vermedi. Devamlı rakibine Madam Le Pen diye hitap etti, hiç ön ismini söylemedi böylece izleyicilerin zihnindeki aşırılıklarıyla tanınan baba Le Pen imajını tazeleyip durdu. Kaldı ki bütün dosyalara hâkim göründü, tarihleri sayıları düşünmeden söyledi, Cengiz Aktar’ın güzel tabiriyle “icraatın içinden konuştu”.
Marine Le Pen ise son beş seneyi kendini ve ismini değiştirdiği partisini normalleştirmek ve merkeze çekmek için uğraşmıştı. Bu konuda önüne büyük fırsatlar da geçti. Hem pandemi döneminde aşı karşıtları aynı zamanda popülist söylemlere açıktı hem de Macron’un el altından popülist sağın oylarını bölmek için desteklediği Eric Zemmour o kadar karikatür, o kadar kompleksiz ırkçı bir söylem geliştirdi ki Marine Le Pen’in ırkçı sağda olduğu unutulabilirdi. (Okuyucular fark etmiştir “aşırı sağ” nitelemesinden pek hoşlanmıyorum. Sağ doğası gereği aşırı. “Aşırı sağ” demek aşırı olmayan sağ da var demektir ki ben öyle düşünmüyorum. Sağ aşırıdır.) Eric Zemmour yüzde 7 oy aldı ama Marine Le Pen’in ikinci tura çıkmasına engel olamadı
Ama yeterli olmadı. Tartışma esnasında Le Pen gene gergindi fakat sakin olabilmek uğruna tatsız tuzsuz bir tartışma yürüttü. Özellikle finans konularda bilgisizliğini gösterdi (karşısında eski bir bankacı ve ekonomi bakanı vardı). “Maaşları arttıracağım” gibi popülist şeyler söyler söylemez Macron tarafından nakavt edildi (“Madam Le Pen kaçıncı yüzyılda yaşıyorsunuz, Cumhurbaşkanı maaşları arttıramaz”). Macron “bu dediğiniz Anayasa’ya aykırı” deyince “siz isterseniz şeriat da gelir” dercesine, Le Pen “halk isterse olur” gibi gene içi boş popülist şeyler geveledi. Ve elbette sokakta başörtüsünü yasaklayacağını, kabahat işlemiş göçmenleri sınır dışı edeceğini, yaramaz (Müslüman) çocukları okuldan atacağını söyleyip geleneksel seçmenine göz kırpmaya çalıştı.
Sonuç: Macron, önünde tıkanmakta olan bulvarı bu tartışma sayesinde gene açtı. Oranı henüz belli olmasa da 24 Nisan akşamı Fransa Cumhurbaşkanının kim olacağı artık belli.
Ama iş orada bitmiyor. Son iki seçimde solu adım adım kendi ismi çevresinde toplayan Jean Luc Mélenchon beklenmedik bir çıkış yaptı ve 2 ay sonra yapılacak milletvekili seçimlerinde partisi Les insoumis (Boyun eğmeyenler) için oy istedi ve “Beni başbakan yapın” dedi.
Bu ilginç bir çıkış zira Jacques Chirac’tan beri Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri 5 senede bir yakın tarihlerde yapıldığından artık Fransa’da cohabitation, yani Cumhurbaşkanı ve hükümetin farklı partilerden olduğu durum yaşanmıyor.
Eğer sol bütün ülkeyi sağa ve popülist sağa bırakmayı reddedip genel seçimlerde Mélenchon’un partisini iktidara getirirse söz konusu seçimler bir nevi 3. tur olacak ve Fransa tekrar cohabitation ile tanışacak. Bu zor bir ihtimal ama imkânsız da değil elbette. Ne olursa olsun, Mélenchon’un siyasi geleceği, dar bölgeli, tek milletvekili seçmeli, iki turlu gerçekleşecek genel seçimlerde alacağı sonuca bağlı. Mélenchon 70 yaşında ve 5 sene sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışması hemen hemen imkânsız. Ama ya Başbakan olursa? Ya seçmen sağı dengelemek için yerel seçimleri beklemeden genel seçimlerde solu güçlendirirse? Hepimiz Fransız edebiyatına özgü bir vaudeville izleme imkanına erişmiş oluruz.