Hayatım çöpleri çıkardın mı ?

Savaşlar bitmiyor, çevre sorunları artarak devam ediyor…İnsanlık yaşamak istiyor. “Çevreci ibadet” için ayrıştırdığımız çöpler ve görmemek için uzak ülkelere gönderdiğimiz insanlar yok olmuyor.

Birkaç yıldır İngiltere’de yaşıyorum. Herkesin göçmekle ilgili acı, tatlı bir hikayesi vardır ama bizimki eşimin buradan bir iş teklifi alması ve benim erken emekli olmamla başladı. İlginç bir yanı yok. Klasik eşin iş bulması ve beyin göçü. (Hikayedeki göçen Bey benim)

Oxford’un sevimsiz ve yağmurlu pazar akşamları eşim şaşmaz bir şekilde içeriden seslenir.

“Hayatım çöpleri çıkardın mı?” Çünkü pazartesi çöp günüdür. Bahçe atıkları kahverengi kutuya, geri dönüşüm çöpleri yeşil kutuya, geri dönüşüm olmayan çöpler siyah kutuya, yemek artıkları küçük kutulara…

Çöpler ayrıştırılır ve her çöpün kamyonu ayrı ayrı gelip kutuları çöp kamyonlarına boşaltıp gider.

Çöp o hafta bir kutuyu aşmışsa bir süre garajda vb bir yerde muhafaza edilir ve peyderpey ilerleyen haftalarda dışarı çıkarılır.

Çevremizde ve evimizde çöplerle yaşayamayız. Bunları çeşitlerine göre ayırmak bizim işimiz, alıp imha etmek veya çöp alanlarına nakletmek vergi verdiğimiz devletin işi.

Oturmuş bir görev dağılımı var anlayacağınız.

Çöpler ayrıştırılırken bazen ufak tefek tartışmalar yaşanır. Bu geri dönüşüm çöpü mü yoksa düz çöp mü? Evdeki fertlerin “çevrecilik hassasiyetlerine” göre bu tartışma bazen uzayabilir de.

Yeni bir dinin müritleri gibi henüz sünnet mi yoksa farz mı karar verilemeyen durumlar da yaşanıyor. (Bunu çöp geri dönüşüme uygun mu değil mi?)

Barış Tahmaz'ın Twitter hesabından yayınladığı fotoğraf / (Beykoz Belediyesi'nin geri dönüşüm için kullandığı konteynerda projenin ismi yer alıyor: “Ekmeğini Çöpten Çıkar..." 2019'da başlatılan projeyle 5 kilo ambalaj atığı karşılığında 1 ekmek alınıyor)

Evde bu hassas konu tartışılırken devletin görevi net ve tartışmasızdır. Çöpü “vatandaşının sağılığı, güvenliği ve yeni şeyler alması için” için onlardan uzaklaştırmak ve hatta çöpü satmak.

ÇÖPÜN YOLCULUĞU

Sanırım geçtiğimiz yıl eş zamanlı olarak Türkiye ve İngiltere basınında ve sosyal medyada İngiltere’de toplanan çöplerin Türkiye’ye gönderildiği haberleri görünmeye başladı.

Bunun üzerine Bloomberg için çalışan gazeteci Kit Chellel, Londra'da 3 plastik çöp poşetinin içine GPS yerleştirdi. Cihazların rotasını takip eden Chellel, bir poşetin Londra'da kaldığını, diğer iki poşetin ise 3.200 km yol kat edip Hollanda, Almanya ve Polonya üzerinden Adana'ya geldiğini ortaya çıkardı.

Konuya ilişkin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından inceleme başlatıldı. İngiliz bir gazeteci Türkiye’ye gönderilen çöpün peşine düşmekle kalmamış GPS cihazı takmıştı. Bizim bürokrasi ise yine Ankara yöresinden büklüm büklüm cümleler kurup konuyu kapattı.

Konu 'resmi yalanlar müzesi'ne kaldırıldı. İki üç firmaya cezalar kesildi.

Bunlar yaşanırken bu işin ticaretini yapan iş insanlarının derneği olan Geri Dönüşümcüler Derneği Başkanı Fatih Eren, “İngiltere’de evsel atıklar yerinde ayrıştırılıyor. Geri kalanları yakılarak enerjiye dönüştürülüyor. Ülkemizde geri dönüşüme uygun olmayan atıkların ithalatı yasak” gibi tipik Türkiye meslek örgütü cümleleri kuruyordu.

Geri dönüşüm sektörünün önemi ayrı bir tartışma ama benim Oxford’a attığım Tesco market poşetinin Youtube’da Çukurova’da salınırken görmek fazlasıyla can sıkıcı.

Bunu gördüğümde yeşil çöp kutusunun üstüne direk Adana-Yumurtalık yazıp İngiliz Çevre Bakanlığını da Türkiye geri dönüşümcülerini de bu zahmetten kurtarmak aklımdan geçmedi değil. Sonuçta Türkiye’nin de İngiltere’nin de ekmeğini yiyoruz. Bizim de bir katkımız olsun.

GERİ DÖNÜŞÜMSÜZ İNSAN

Bu çöp transferi olurken İngiltere ve Orta Afrika Ruanda arasında sessiz sedasız başka bir anlaşma imzalandı. Bu sefer İngiltere’den gönderilecek olan geri dönüşüm çöpü değil geri dönüşümsüz insandı.

Evet insan… Senin benim gibi hayalleri, istekleri ve kendine bahşedilmiş hayatı temel haklara sahip olarak yaşamak isteyen insan.

İngiltere hükümeti, ülkeye yasa dışı yollarla girmiş bazı sığınmacıları Ruanda'ya göndermeyi planlıyor. İçişleri Bakanı Priti Patel, bu Afrika ülkesine gidip 160 milyon sterlinlik anlaşmayı imzaladı.

Mülteci örgütleri bu planı acımasız olmakla eleştiriyor. Ana muhalefetteki İşçi Partisi ise plan için "işe yaramaz, etik dışı ve insafsız" diyor. Liberal demokratlar meşreplerine yakışır bir şekilde önerinin “pahalı” olduğunu belirtiyor.

İngiltere Başbakanı Johnson, planın "aşağılık insan kaçakçılarının okyanusu bir mezarlığa çevirmesinin önüne geçmek için" hayata geçirilmesi gerektiğini savunurken şöyle diyordu: "Merhametimiz sonsuz olabilir ama insanlara yardım etme kapasitemiz sonsuz değildir."

Ruanda Hükümeti ise sığınmacıların "Ruanda yasalarına göre tam korumaya, istihdama, sağlık ve sosyal hizmetlerine eşit erişim hakkına sahip olacağını" söylüyor.

Evet bildiğimiz Ruanda. Dünyadaki 196 ekonomi arasında 143. sırada olan Ruanda.

Hani şu 1994’te yaklaşık yüz gün içinde 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu’nun, aşırı uç Hutular tarafından soykırımla öldürüldüğü Ruanda.

Birkaç yıl önce İsrail de benzer bir anlaşmayı Ruanda ile yapmış, Eritreli ve Sudanlı sığınmacıları göndermişti. Başarısız oldu.

Avustralya sığınmacıların Papua Yeni Gine adacıklarına gönderiyor.

Amerika göçmenleri Meksika içinde tutmak için sınıra boydan boya duvar örmüştü.

Yani planların hemen hepsi başarısız oldu.

Kuvvetle muhtemel İngiltere’nin Ruanda planı da başarısız olacak ama verilmek istenen mesaj net: “Gelmeyin, gelirseniz daha da perişan olursunuz.”

Batılı ülkelerin bot batırma, tekneyi kabul etmeme, sınırda soğukta aç ve susuz bırakma taktikleri Ruanda planıyla daha organize bir hal alıyor…

Tüm bunlar yaşanırken yani batı safralarından, çöp veya sığınmacılardan kurtulmaya çalışırken sokaktaki insan faşizmle aşrı naiflik arasında bir sarkaç gibi sallanıyor.

İngiltere’de çeşitli kurumlar, okullar, aileler sığınmacılara yardım için kek-kurabiye satıyor, kermesler düzenleniyor, Oxford’un ana caddesine sığınmacı aile heykeli dikiliyor. Sıradan insanın sığınmacı nefretinden ırkçı-faşizme varmasına engel olunmaya çalışılıyor.

(Fotoğraf: Habib Koçak)

Öte yandan hükümet sığınmacıları medeniyetten nasibini almamış bir Orta Afrika ülkesine göndermek için uluslararası anlaşmaları büyük bir gururla topluma anlatmaya çalışıyor.

Peki emperyalist İngiltere bunu yapıyor da bizim ülkemiz yalnızca ümmet-ensar ve İnsanlık değerleri için mi milyonlarca sığınmacıyı yarı gönüllü kabul ediyor.

Avrupa Birliği ile Geri Kabül Anlaşması’nı yapan ilk ülke kim? AB ilişkileri gerildiğinde “Açarım haa sınırları” diye tehdit savuran kim?

Beş milyonu geçen kayıtlı göçmen olan ülkede, tek konusu sığınmacıların gönderilmesi olan bir parti bile kuruldu. Normal şartlarda kişisel hırsla kurulmuş ve daha il teşkilatlanmasını bitirme aşamasındayken dağılacak Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi şaşırtıcı bir popülerlik elde etmiş durumda. Sığınmacılar hakkında her gün racon kesip yargı dağıtıyor. Cumhurbaşkanı adayını bile açıklıyor.

Avrupa gelen ve gelecek olan Ukraynalı sığınmacılara yer açmak için arayışlarını hızlandırıyor.

“Kuş kendi cinsiyle uçmak ister” derler…Kimse istenmeyen misafirlerle yıllarca yaşamak zorunda değil ancak suçu sığınmacılarda değil o toprakları karıştıran devletlerde aramaktan başka çaremiz yok.

Bizde iktidar özür dilemez onu anladık da bari Suriye konusunda baş sorumlulardan olan şimdilerin muhalifi Davutoğlu çıkıp en azından “Biraz abarttık galiba” desin diye safça bekliyor insan.

Afganlar için çok kullanılan “Karılarını bırakıp kaçıyorlar” diyenler Afganistan’da savaşın 100 yıldır sürdüğünü ve Afganların önce İngilizler, sonra Sovyetler, en son da Amerikalılarla savaştığını, Torabora dağlarının imparatorluklar mezarlığına döndüğünü az da olsa bilmeli.

Sonuç olarak savaşlar bitmiyor, çevre sorunları artarak devam ediyor…İnsanlık yaşamak istiyor.

“Çevreci ibadet” için ayrıştırdığımız çöpler ve görmemek için uzak ülkelere gönderdiğimiz insanlar yok olmuyor.

Bugün artık insanlığın ilerlemesi özellikle iki meseleden fazlasıyla etkileniyor: “İnsan atıkları ve atık olarak görülen insanlar”. Yani göç ve çevre sorunları. Bu sorunları ne altı boş mülteci güzellemeleriyle onlara kek-pasta yaparak çözebiliriz ne de ırkçı kör bir nefretle.

Bunu çözmenin de tek yolu meselenin merkezindeki İNSANI GÖRMEK.

İnsanları ve çöp gibi renklerine göre bize ayrıştırıp sonra ticaretini yapan irili ufaklı tüm DEVLETLERE DUR DEMEK.

Yoksa “ayrıştırdığımız atıkların ve atık olarak gördüğümüz insanların” gelip “temiz” sokaklarımızı musilaj gibi işgal etmesi küresel ve lokal bir cinnete bakar.

Müslüm Baba’nın dediği gibi “Yakarsa dünyayı garipler yakar.”

*Squid Game yazımda başvurduğum Zygmunt Bauman’ın “Iskarta Hayatlar Modernite ve Safraları” kitabı bu yazıma da esin kaynağı oldu.

Köşe Yazıları Haberleri