Akdeniz haritasına bakıldığında Kıbrıs adasının stratejik bir konuma sahip olduğunu görmemek mümkün değildir. Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu ile diğer Akdeniz güçleri ve bazı küresel aktörler arasındaki çekişmelerde gündemde yer alması da şüphesiz bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayıdır. Bugün de durum pek farklı değil. Kıbrıs adasının Türkiye'yi çevreleyen politikaların unsuru haline gelmesine izin verilmemesi ülkemizin güvenliği ve savunması açısından vaz geçilmez öneme sahiptir. Türkiye için bu kadar önemli bir konunun üzerinde son zamanlarda başlatılan tartışmaların ve yaşanan bazı gelişmelerin bütün bu sebeplerden ötürü dikkatle izlenmesi ve Türkiye'nin çevrelenmesini engelleyecek önlemlerin alınması gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Rum ve Yunanistan basınında yer alan bir görüş yazısında Kıbrıs'ın bütününü temsil ettiğini ileri süren GKRY'nin NATO üyesi olma olasılığından bahisle bu konuda neler yapılabileceğine dair fikirler ortaya atıldı. Aslında bu gelişme pek de yeni sayılmaz. Yine çeşitli kaynaklarda yer alan haberlere göre, ABD'de 5 Kasım'da yapılan seçimlerden önce Kıbrıs Rum lideri Hristodulides ABD Başkanı Biden'ın davetlisi olarak Beyaz Saray'a gittiğinde, adada temsil ettiği kısmın NATO üyesi olması için başvuruda bulunmuş. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz dedikleri gibi, muhtemelen bu iddia doğru olmalı ki, şimdi bu görüşü destekleyen makale veya görüş yazıları ortaya çıkmaya başladı. Nitekim bu yazılarda da GKRY'nin NATO veya "Barış için Ortaklık" (BİO) programına üye olması fikri savunuluyor.
Bu görüşlerin ortaya çıkması birden bire olmadı elbette. Trump'ın ilk başkanlık dönemindeki Dışişleri Bakanı Pompeo'nun Kıbrıs'a özel bir ilgi gösterdiği hatırlanacaktır. ABD'nin yıllardır GKRY'ye uyguladığı silah ambargosunu önemli ölçüde kaldırma kararını alması da yine o dönemlerde yaşanan bir gelişmedir. Ardından son olarak ABD ile GKRY arasında bir savunma işbirliği anlaşması imzalanması da gelişmelerin küçük ama kalıcı adımlarla pekiştirilen bir stratejiye işaret ettiğini göstermekte. Esasen, son yıllarda Türkiye ile ABD arasında açılan makasın Vaşington'un Türkiye-Yunanistan dengelerini artık göz ardı ettiğini gösterdiği iyice belli olmuştu. ABD'nin Yunanistan karasında belli noktalarda askeri uzman varlığını ve ufak konuşlanmalarını sürdürdüğü de bilinmekteydi. Şimdi benzer bir durumun Kıbrıs adasında GKRY topraklarında da başladığına, ABD askeri uzmanlarının Baf, Limasol ve Larnaka'daki deniz ve hava limanlarına yavaş yavaş konuşlanmakta olduğuna dair duyumlar da artıyor.
Türkiye'nin Kıbrıs konusunda kalıcı bir çözümü kuvvetle savunmaya ve bunun için güçlü bir uluslararası kampanya izlemeye hazırlandığı bir dönemde Kıbrıs'ın konumu ile ilgili bu tür tartışmaların başlatılmasının tesadüf olduğunu düşünmek saflık olur. Bununla birlikte, GKRY'nin NATO veya BİO üyesi olması için kampanya başlatılması da aynı derecede saflıktır. Bu fikri savunanlar, Kıbrıs Rum liderliğinin bu konuda bir niyet belirtmesini dahi önemli bir ilerleme olarak görüyorlar. Hatta, Türkiye'nin bu konudaki veto ihtimalini dahi önemsemiyorlar, niyetin belirtilmesinin siyasi bakımdan bir kazanım olacağını ileri sürüyorlar. Bu fikir Türkiye için daha başlamadan ölü doğacak şekilde tarihin çöp sepetinde yerini alır.
Kıbrıs'ta bütünlüğün sağlanamamış olmasına rağmen adanın bir kısmının AB üyesi yapılması gibi tarihi bir hatadan sonra aynı hatayı NATO'nun yapmasını savunanların göremedikleri bir gerçek var: Türkiye, NATO üyesi olarak bu sözde siyasi hamleye asla izin vermeyecektir. Eğer Türkiye'nin bu konuda yalnız bırakılması ve köşeye sıkıştırılması gibi bir hesap yapılıyorsa, o da boşa çıkacaktır, zira NATO içinde aklıselim sahibi ülkelerin de böyle saçma bir fikri kabul etmeleri zordur. Vaktiyle AB'nin hata yaptığını yüksek sesle dile getiremeyen bir çok AB ülkesi mevcut iken, şimdi NATO'nun aynı zaafiyete düşmesini yine onların engellemesi beklenir.
Kıbrıs adasının, hele ABD açısından bu şekilde önem kazanmasının sebeplerinin başında doğu Akdeniz bölgesinde yaşanan gelişmelerin geldiğini göz ardı edemeyiz. İsrail ile Hamas arasında başlayan, ardından Hizbullah ile Lübnan topraklarına yayılarak devam eden savaş, her ne kadar Lübnan'da ateşkes ilan edilmişse de, bölgede daha geniş çaplı bir karşılaşmaya hazırlanıldığına işaret ediyor. Nitekim, İsrail Başbakanı Netanyahu'nun Lübnan'da ateşkesin kabulünden sonra yaptığı açıklamada "Şimdi İran'a yönelebiliriz" anlamına gelen ifadeler kullanması da bu işaretleri güçlendiriyor. Trump'ın 20 Ocak 2025 tarihinde görevi devralmasından sonra bölgede ne gibi gelişmeler yaşanacağı tüm dünyanın merak ettiği bir konu. Kıbrıs için kurgulanmaya çalışılan senaryoya bakılırsa, pek de Türkiye'nin yararına olacak gelişmeler göremeyebiliriz. Dolayısıyla, Türkiye'nin kendi ulusal çıkarlarını net olarak ortaya koyan bir dış politika söylemine ihtiyaç var. Bu söylemin temelini de Kıbrıs'ta kalıcı ve tüm tarafların kabul edecekleri bir çözüme ulaşılmadıkça adanın geleceği ile ilgili tasavvurlardan kaçınılması gerektiğinin yine tüm taraflara açıkça anlatılması oluşturmalıdır.