Yarın, 23 Eylül 1969’da kana bulanan o takvim yaprağının üzerinden 53 yıl geçmiş olacak.
O sonbahar günü Ankara’dan bir grup öğrenci, Deniz Gezmiş, Taylan Özgür, Alparslan Özdoğan, Halil Çelimli ve Sait Kozacıoğlu İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği seçimleri için Beyazıt’a gelmişti. Peşlerinde polislerle…
6 Ocak’ta ODTÜ’ye gelen Vietnam Kasabı lakaplı ABD Büyükelçisi Robert Komer’ın siyah Cadillac’ını yakmış, bu yüzden tutuklanıp iki aydan fazla hapiste kalmışlardı.
Bir buçuk ay sonra Mehmet Şevki Eygi’nin kışkırttığı dinciler, Taksim’de 6’ncı Filo’nun gelişini protesto eden kalabalığa saldırdı, iki kişi öldürüldü. Aslında ilki 1968 yazında MHP Milletvekili Rıfat Baykal’ın İzmir Gümüldür’deki arazisinde açılan, Ülkücülere yakın döğüş ve silah eğitimi veren komando kampları her yere yayılmış, Ülkücülerin saldırıları artmıştı. Daha birkaç gün önce Mustafa Bilgi adlı islamcı öğrenci bomba yaparken gerçekleşen patlamada hayatını kaybetmişti.
Taylan ve arkadaşları üniversite bahçesindeyken bugün hala kim olduğu bilinmeyen biri geldi. Dışarı çıkacaklardı. Arkadaşları “gitmeyin” diye uyarsa da Taylan Özgür ve Sait Kozacıoğlu üniversite dışına çıktı. Bir köşesinde Turan Emeksiz anıtının bulunduğu Hürriyet Meydanı’na geldiklerinde saat 12.10’du.
Önlerini kesen sivil polisler ikisini zorla sivil plakalı siyah bir arabaya bindirmeye çalıştı. Taylan atik davrandı, diğer kapıdan çıkıp kaçtı. Boğuşurken üzerindeki ceket ve gömlek çıkmış, kırmızı ODTÜ basketbol takımı formasıyla Mithatpaşa Sokağı’na girmişti. Peşinde silahlı bir adam olduğu halde yokuş aşağı elli metre kadar koştu. Saat 12.25’te silah patladı. Taylan önce bir dolmuşun üzerine, oradan yere düştü. Saldırgan, Taylan yerdeyken bir el daha ateş etti. Güpegündüz, kalabalığın ortasında…
Silahlı adamı bir polis jipine bindirip kaçırdılar. Polisler yaralı haldeki Taylanı Kumkapı’da bulunan Toplum Polisi karargahına götürüp jopla dövdü. Her yanı morarmış bedeni 14.20’de Haseki Hastanesi’ne getirildi. Ameliyata alında ama artık çok geçti, hayatını kaybetti…
21 yaşındaydı.
Cenazesi İstanbul ve sonra Ankara’da binlerce kişinin katıldığı altı saat süren törenden sonra Cebeci Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Karanlık bir el uzanmıştı: Polis ağzıyla yazılan haberlerde Taylan Özgür’ün silahlı çatışmada öldüğü ileri sürüldü. Aynı gün bizzat Hukuk Fakültesi Dekanı Orhan Aldıkaçtı’nın tezgahladığı tuzakla Deniz Gezmiş tutuklandı. Haseki Hastanesi’nin hasta kabul defterindeki sayfaları bile yırtıp aldılar.
Kontrgerillanın ilk kurşunu ateşlenmişti. Cinayetleri 12 Mart darbesi izledi.
Deniz Gezmiş iki yıl sonra idam sehpasına çıktığında üzerinde Taylan’ın boğazlı kazağı vardı. “Beni Taylan’ın yanına gömün” demişti vasiyetinde.
Komer’ın otomobilini yakanlar birer ikişer öldürülecekti.
Cinayetin otuzdan fazla tanığı vardı. Gazeteci Can Ataklı, öğrenci Fahri Aral, aynı sokakta oturan Nimet Oral ve Edebiyat Fakültesi öğrencisi Kıymet Elbaşı, Necmi Demir ve 11 yaşındaki Kadir Akın.
Tanıklar 42 polisin fotoğraflarına baktı. Ankara’dan beri dört genci takip eden sivil polislerden Lisan Çakıcı’nın üzerinde durdular. Fakat Çakıcı çoktan sırra kadem basmıştı. Ancak altı yıl sonra Almanya’da konsoloslukta güvenlik görevlisi olarak çalıştığı anlaşıldı. Taylan Özgür’ün ablası Hale Kıyıcı dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e gitti; Lisan Çakıcı hemen Türkiye’ye getirildi, tutuklandı. Fakat tutukluluğu bir hafta bile sürmedi. Bakırköy Akıl Hastanesi’nde verilen “atipik psikoz” raporu ile serbest kaldı. Dava açılmıştı ama tanıklar çekimserdi. Akşam gazetesine “gözümün önünde kıydılar” diye demeç veren Kıymet Elbaşı mahkemeye gelmedi. Fahri Aral “aradan uzun zaman geçti, emin değilim” dedi. Bir tek Necmi Demir Çakıcı’yı teşhis etmişti. Üç yıl sonra Lisan Çakıcı delil yetersizliğinden beraat etti.
Hale Kıyıcı peşini bırakmadı; Kumkapı’da belediyenin temizlik işleri şefi olarak çalışan Lisan Çakıcı’nın Zeytinburnu’ndaki evini öğrendi ve karşısına çıktı. Çakıcı ürkmüştü, Taylan’ı ODTÜ’de bir polisin beylik silahının geri verilmesinden beri tanıyordu. “Ben Taylan’ı Ankara’dan takip eden polis ekibindendim. İki çocuğumun üzerine yemin ederim ki Taylan’ı ben öldürmedim, olay sırasında üniversitenin içindeydim” dedi.
Cinayetten 21 yıl sonra, 27 Kasım 1990’da bir basın toplantısı düzenleyen emekli kurmay yarbay Talat Turhan gazetecilerin gözünün içine baka baka “Taylan Özgür’ü öldüren bir polis değil, bir üsteğmendi ve o şimdi üst düzey bir general” dedi. İsim vermiyordu.
Taylan Özgür’ün ailesi ümitlendi. Hale Kıyıcı Talan Turhan’a o ismi sordu. Turhan “isim veremem, elimdeki dosyayı 1979 yılında İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e verdim, o sırada odada Deniz Baykal, Uğur Mumcu ve Ertuğrul Günay da vardı” diye konuyu geçiştirdi. “Delilim yok, açıklarsam tazminat öderim” diyordu. Kıyıcı “bana söyle, ne kadar tazminat olursa olsun ödemeye hazırım” dedi ancak Turhan sustu.
Kıyıcı Uğur Mumcu’ya gitti. Mumcu Kıyıcı’yı dinledikten sonra izin istedi, telefonla Turhan’ı aradı. “Komutanım” diye hitap ettiği Turhan’la bir süre konuştu. Sonra döndü “Söz veriyorum Hale, bunu açıklayacağım” dedi. Bu konuşmadan sonra otomobiline konan bombayla öldürüldü.
Hale Kıyıcı Deniz Baykal’ı, Hasan Fehmi Güneş’i ve Ertuğrul Günay’ı da aradı ama görüşmeye tenezzül etmediler. Talat Turhan açıklamalarını kitaplarında, konuşmalarında detaylandırarak sürdürdü, olayda hem bir polis hem de üsteğmen olduğunu söyledi. Bilginin kaynağını da “cinayetin işlendiği yerde bir tanıdığım oturuyordu. O cinayete tanık olmuş, üstelik tetiği çeken üsteğmeni daha önceden tanıyormuş, bir süre sonra ona bu cinayetti itiraf ettirmiş, daha sonra da ikinci ismi söyletmiş” diyerek ve F.A. rumuzuyla anlatıyordu.
Sekiz yıl sonra SHP ile birleşen CHP kongresinde Hasan Fehmi Güneş genel başkanlığa adaydı. Hale Kıyıcı soluğu Ankara’da aldı. Kongre’de söz alıp Taylan’ın katilini gizleyenleri, soruşturmayı örtbas etmeye çalışanları anlatacak, Güneş’i bildiklerini anlatmaya çağıracaktı. Söz hakkı için genel başkanlığa aday oldu, 60 imza gerekiyordu, 114 imza topladı. Fakat son anda, parti üyesi olmadığı için kürsüye çıkarmadılar.
Kıyıcı, çaresiz kongreyi izledi. Hasan Fehmi Güneş kürsüde “Bağımsız Türkiye”den söz edince kendini tutamadı. Kürsüye yürüyüp “in ordan aşağı, eli kanlı katillerle ortaksın” diye haykırdı. Güneş’in destekçileri olayı anlamamıştı, Hale Kıyıcı’ya “ajan provakatör” diye bağırdılar. Kıyıcı hiç tereddüt etmeden tepki gösterenlerin önüne gitti, çantasından Melih Aşık’ın Talat Turhan’ın anlattıklarını özetleyen Hasan Fehmi Güneş’ten söz eden yazısının fotokopilerini çıkarıp “Utanmıyor musunuz bana provokatör demeye, alın okuyun” dedi. Kupürü okuyanlar usulca salonu terk ettiler.
Hale Kıyıcı 8 Eylül 2006 günü Türkiye Büyük Millet Meclis’ne başvurarak Taylan Özgür cinayetinin araştırılmasını istedi. Meclis’ten gelen yanıtta ancak 20 milletvekilinin imzası ile önerge verilebileceği belirtiliyordu. 20 milletvekilinden imza toplandı. Önerge 13 Aralık 2006 günü Meclis oturumunda konuşuldu, 315. sırada, görüşülmeyi beklerken kadük oldu.
Ancak bu başvuru taşları yerinden oynattı. Belki de sözü edilen üsteğmen artık kudretli bir generaldi.
11 yaşında olaya tanık olan, Sosyalist Demokrasi Partisi üyesi Kadir Akın ortaya çıktı. Radikal İki’ye yaptığı açıklamada her şeyin bir yanlış anlamadan kaynaklandığını iddia etti. Talat Turhan’ın “ahbabım” dediği kaynağı, Kadir Akın’ın emekli bir subay olan babası Fahrettin Akın’dı. Üsteğmen alt kat komşularıydı. Kadir Akın annesiyle tanık olduğu bu olayı babasına anlatmış, o da Talat Turhan’a aktarmıştı. Fakat Akın bunun bir karışıklık olduğunu düşünüyordu. Taylan’ı vuran kişiyi cinayetten birkaç yıl sonra aynı binadaki hırsızlık vakası nedeniyle gelen polis ekibinin başında görmüştü. Bu polisi babası da aynı semtteki kahveden tanıyordu, “Komiser Mehmet” diyordu.
Peki ya alt kattaki üsteğmen? Kadir Akın’ın bu anlatımı boşluklarla doluydu. Bu “yanlış anlaşılmayı” düzeltmek için neden on altı yıl beklediğini kimse sormuyor, o da anlatmıyordu. Taylan Özgür’ün vurulduğu sırada üzerinde olan kırmızı formayı hatırlayacak kadar keskin hafızası, sıra komşusu olan üsteğmenin ismine geldiğinde köreliyordu!
Talat Turhan Kadir Akın’ın açıklamalarından sonra 16 yıl önce gazetecilerin gözlerine baka baka söylediği şeyi yalanladı. Taylan Özgür’ü öldüren “üsteğmen” meselesinin bir yanlış anlaşılma olduğunu açıkladı “Kadir ne diyorsa doğrudur” dedi, kesti attı.
İlginç olan “bir karışıklık olduğu” söylenen üsteğmenin durumuydu. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Harbiyeliler bir yıl sınıf atlamış, Talat Aydemir’in darbe girişiminde bütün öğrenciler atıldığı için Harbiye 1963 ve 1964’te mezun vermemişti. 1969’da üsteğmen ve 1991’de general kıstasına uyan beş altı general kalıyordu geriye. Hepsi de omuzlarına dördüncü yıldızı takıp orgeneral olmuştu. İçlerinde kuvvet komutanlığı, MGK sekreterliği gibi kritik devlet görevlerine gelenler vardı. Talat Turhan da “gelebileceği yere geldi” diyordu.
Kıyıcı 2009 yılında Bilgi Edinme Hakkı Yasası ile Genelkurmay Başkanlığı’na başvurarak kardeşiyle ilgili iddiaları dile getirip o üsteğmeni sordu. Basından sorumlu bir albayın imzasıyla gelen yanıtta “Konunun bizle alakası yoktur, hukuk yolları tükenmiştir” deniyordu.
Kıyıcı, kardeşi bir siyasi cinayette öldürülen Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert’e mektup yazdı, yardım istedi. Hasan Fehmi Güneş, Ertuğrul Günay ve Deniz Baykal için suç duyurusunda bulundu ama hiçbir sonuç alamadı.
TBMM Araştırma Merkezi’nin Ocak 2010’da hazırladığı Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı” başlığı ile yayınladığı “açık kaynaklara dayandığı” belirtilen raporda Taylan Özgür cinayeti kontrgerilla faaliyetleri arasında 6-7 Eylül olaylarından sonra ikinci sırada yer aldı.
Kontrgerillanın o ilk kurşunundan sonra üç darbe girişimi, iki askeri darbe yaşandı, aydınlar öldürüldü, binlerce cinayet işlendi, katliamlar yapıldı.
Ve 53 yıl sonra, o ilk kurşun hala tetiği çekenin ortaya çıkarılmasını, cinayetin aydınlatılmasını bekliyor.
Düzeltme ve Not
Yazının ilk halinde, Hale Kıyıcı’nın Genelkurmay’a başvurusu 4 Ekim 2006 tarihiyle çıktı. 2006 yılındaki ilk başvuru TBMM’ye bir araştırma komisyonu kurulması için yapıldı. Genelkurmay’a yapılan başvuru ise 4 Ekim 2009 tarihli. Yine yazının ilk halinde önce Talat Turhan’ın üsteğmen konusunu yalanladığı, Kadir Akın’ın bunu desteklediği ifade edilmişti. Ancak doğru kronoloji, önce Kadir Akın’ın 2006’da Radikal İki’de yaptığı “yanlış anlaşılma” açıklaması ardından Talat Turhan’ın bunu destekleyen sözleri olacak. Ayrıca Kadir Akın’ın parti meclisi üyesi olduğu Sosyalist Demokrasi Partisi Sosyalist Devrim Partisi olarak yazılmıştır. Bu hataları düzeltmeyi bir borç bilirim.
Ancak Kadir Akın, yazıya yolladığı bu tarih hatalarıyla “gazetecilik eleştirisi” yaptığı cevapta asıl önemli soruyu, 1990 yılında yapılan açıklamayı düzeltmek için “neden 16 yıl beklediği” sorusunu geçiştiriyor. 1994 yılına kadar görüştüğünü söylediği Talat Turhan’ın kitaplarında da yer verdiği, neredeyse her yıl yazılarında, röportajlarında tekrarladığı “Taylan’ı vuran üsteğmendi” açıklamasından ancak 2006 yılında haberdar olduğunu söylüyor. Bütün bunları “içkili bir ortamda babasının sarhoşken söyledikleri” olarak değerlendiriyor. Ve alt katında oturan üsteğmenin adını 53 yıl sonra hatırlamak zorunda olmadığını savunuyor.
Bunun değerlendirmesini ben de Akın gibi “demokratik/sosyalist kamuoyunun” vicdanına bırakıyorum.
Cengiz Erdinç
-------------------------
Siyasetçi - yazar Kadir Akın'ın, bu yazıdaki kendisi ile ilgili bölümlerin gerçeğe uymadığını belirterek yazdığı cevap metnine burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.