CEM ERCİYES
Geçen hafta ‘moral deposu iki mekan’dan biri olarak sözünü ettiğim Feshane konusuna devam etmek istiyorum. Hem kentin bu yeni kültür mekanı hakkında söyleyeceklerim bitmediği hem de iktidar çevrelerinin saldırılarıyla konu farklı biçimde gündemdeki yerini koruduğu için…
İşin aktüel yanı sanatla ilgili değil. Daha çok politik bir mesele. Feshane’nin önünde sanat karşıtı gösteri yapanların hedefi CHP’li yerel yönetim ve Batılı, laik yaşam biçimi.
1990’lardan bu yana bir sanat mekanı olmasını hayal ettiğimiz Feshane’nin bunca yıl sonra bir kültür merkezine dönüşmesi CHP’li belediyeye kısmet oldu. Tabii bu bir tesadüf değil, dünya görüşü meselesi. Biliyoruz ki CHP’nin yönettiği kentlerde kültürel miras çoğu kez yeni kamusal alanlara, kültür sanat merkezlerine dönüşüyor. Dünyanın medeni pek çok başka ülkesinde olduğu gibi.
Eğer dünyaya Batılı kriterlerle bakıyorsanız, kültür sanatın bir toplumun temel ihtiyaçlarından biri olduğuna, evrensel kültüre inanıyorsanız, Atatürkçülük gibi bir derdiniz varsa yeni sanat mekanları üretmek için fırsatları ve imkanlarınızı zorluyorsunuz. Yine Batılı dünya görüşüne sahipseniz bir kenti güzelleştirmenin insanların bir araya gelip vakit geçirecekleri, eğlenecekleri, yiyip içebilecekleri, konser dinleyip kültürel etkinliklere katılacak alanlar, mekanlar kurmaktan geçtiğini biliyorsunuz.
İzmir’de, Çanakkale’de, Antalya’da, Eskişehir’de olan bu… Bu ve benzeri kentler CHP’li belediye başkanları sayesinde ülkenin sevilen, tercih edilen kentleri oldular. Tabii ki bu dünya görüşü CHP’ye has bir şey değil. CHP bunun ülkedeki tek temsilcisi de değil. Sosyal demokrat ya da sol eğilimli, laik ve Batılılaşmadan yana güçlü başka partiler olsa, onların belediye başkanları da böyle davranırdı. Nitekim HDP’li belediyelerin de ömrü ve gücü yettiğince benzer yaklaşımları benimsediklerini söyleyebiliriz. Diğer tarafta ise dindar, toplumu evrensel kültürün bir parçası kılmak yerine içine kapatmayı tercih eden bir siyaset yer alıyor. Yıllardır ülkeyi yöneten bu siyaset toplumun en tutucu kesimlerini baş tacı ederken her türlü muhafazakarlığın bir baskı unsuruna dönüşmesi, diğer yaşam tarzlarını ve dünya görüşlerini silmesini istiyor ve destekliyor. Ülkede muhafazakarlık gittikçe İslamcılaşırken Batıcı ve laik her şeyin hedef tahtasına konması da normalleşiyor.
Feshane’de ‘Art İstanbul’ adıyla açılan kültür merkezinin bir iki gün içinde hedefe konmasında da bunu gördük. ‘Ortadan Başlamak’ adlı açılış sergisi, LBGT propagandası yaptı diye, Gezi Direnişi’ne, çıplaklığa yer verdiği için eleştirildi. “Buradaki sergi bize, müslüman Türk milletine hakarettir” diyen bir grup kültür merkezinin önünde eylem bile yaptı.
Daha önce benzer fırtınalar başka sergiler ve hatta çağdaş sanat fuarı Cİ için de kopartılmış, bazı göstericiler sergi alanına girip eserleri ve sanatçıları tehdit etmekten geri durmamıştı. Bu tecrübeler nedeniyle olsa gerek İBB, Feshane’deki sergiyi kısa bir süre için ziyarete de kapattı. Ama şimdi sergi açık. Tepkiler durulmuş görünüyor. Fakat bu arada iktidar yanlıları hem İBB yönetimini, belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nu zor durumda bırakmak, aleyhinde propaganda yapmak fırsatını kullanmış hem de sanatçılardan küratörlere bütün sanat dünyasını tedirgin etme fırsatını değerlendirmiş oldu.
Özgür bir sanat ortamından gün geçtikçe uzaklaşıyoruz. İBB’nin devasa bir mekanı çağdaş sanatın hizmetine sunması ne kadar cesaretlendirici bir şeyse buna karşı muhafazakar çevrelerin saldırıya geçmesi o kadar baskıcı bir durum. Bu tür gerilimler demokrat her bireyin kendini tehlikede hissettiği Türkiye’de ne yazık ki baskının daha etkili olmasına ve ister istemez kurumsal-sanatsal otosansürlerin devreye girmesine sebep oluyor. Feshane’nin ülkenin laik, kültür ve sanata değer veren kesimleri için ‘bir moral deposu’ olarak kurgulandığını gören karşıt çevreler bu depoyu kurutmak için harekete geçmiş durumda.
Özgürlüklerin her türlüsünün sınırının İslamcı ideoloji olduğu bir yaşam biçimi tasavvuru gün geçtikçe daha ağır biçimde dayatılıyor. Konuyla hiçbir ilgisi olmayan, ‘sanat, özgür düşünce, eleştiri, tolerans’ gibi kavramlar üstüne bir dakika düşünmemiş, galeri ve müzelerin yerini bile bilmeyen insanlar sanat mekanlarının kapısında gösteriler düzenliyor. Kutsal değerlere hakaret edildiği iddiası, onları adeta temelden düşman oldukları bir dünyaya karşı galeyana getirmeye yetiyor. Çoğu kez bu galeyana getirici iddialar gerçeği yansıtmasa bile böyle…
Art İstanbul Feshane’yi benimseyen insanların ‘ülkede iyi şeyler de oluyor’ duygusuna kapılması engellenmek isteniyor. Tabii Feshane’yi ve bu iyimser duyguyu tamamen ortadan kaldırmanın en kestirme yolu yaklaşan seçimleri AK Parti’nin kazanması olacak. CHP’nin ve Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’un yönetimini tekrar muhafazakarlara bırakmak zorunda kalması, beş senelik teneffüsün de sonu olacak.
Buraya kadar biraz Cumhuriyet gazetesi kıvamında bir yazı yazdığımın farkındayım. Konunun politik yanı bunu gerektirdi. Yazının kalan kısmında ise konuya kültür endüstrisi kriterleriyle bakıp, bir iki görüşü daha dile getirmek istiyorum.
Feshane’nin önündeki güçlükler
Art İstanbul’u çok sevdik, çok etkilendik. İstanbul’a yapılan en önemli katkılardan biri. Ama mekan çok büyük ve bunu hakkıyla dolduracak sürekli etkinlikler planlamak da kolay değil. İBB kadroları bugüne kadar kendini kanıtladı, diyecek bir şey yok. Art İstanbul’un sürdürülebilirliği konusunda bundan başka bir güvencemiz de yok.
Bu kadar iddialı bir kurumun danışma kurulları, uluslararası bağıntıları, finansal yapısı, sponsorluk ilişkileri vs. olmadan uzun yıllar boyu aynı niteliği koruması kolay değil. Açılış sergisinde günümüz sanatının güzel bir temsili vardı. Ama bir kutlama niteliğindeki bu serginin de kolay anlaşılır bir sistematiği olmadığını söylemek gerek. Gezenlerde daha çok bir ‘sanat fuarı’ izlenimi bırakan bu açılış sergisinin ardından neler geleceğini merakla bekliyoruz.
Açılış töreninde, Tate Gallery ile ortak bir sergiden söz edildi. İçeriğinin ne olduğunu günü gelince öğreneceğiz. Ardından gelecek sergilerin de bir sözü, yenilikçi bir yanı, gidip görmeye değer bir albenisi olmalı. Feshane gibi güzel tarihi bir yapının, içindeki sergiden rol çalmak gibi bir özelliği de var. Sergi düzenlemek bu nedenle iki kere zor. Kitleleri çeken şeyin, tarihi yapının tuğla duvarlarından çok orada asılacak işler olması Art İstanbul’u uzun ömürlü kılar. Aksi takdirde zamanla izleyici sıkıntısı yaşaması kaçınılmaz. İstanbul’da özel müzelerin düzenlediği uluslararası sergiler, Türk sanatçılara dönük retrospektifler ile rekabet edecek ya da onların bıraktığı boşluğu dolduracak bir işlev üstlenmesi gerekiyor Feshane’nin. Bu konuda nasıl bir yol izleyeceğini de zamanla göreceğiz.
Feshane ile ilgili önemli bir mesele de lokasyonu. Evet sanatın dönüştürücü gücüne hepimiz inanıyoruz. Ama yukarıda da anlattığım gibi Türkiye toplumunun şu sıralar Batılı bir dönüşüme pek de açık olmadığı, tam tersine bir tavır içinde olunduğu aşikar. Bütün bunları düşününce Eyüp kentin en zor yerlerinden biri. Yüz yıllardır Eyyub El Ensari Türbesi, Eyüp Sultan Camii ve Eyüp Mezarlığı çevresinde oluşan dini kültür ve yaşam biçimiyle kentin dindar kesimleri için özel anlamı olan bir semt burası.
Bu kültürün hemen kıyısında bir çağdaş sanat mekanının işi hiç kolay değil. Burayı bir sanat adasına dönüştürmek Haliç’i seven herkesi heyecanlandıracak bir fikir, ama çevresiyle hep bir çatışma içinde olacağı da şimdiden belli.
İşte bütün bunlar Feshane’yi bir kamusal mekan, bir çağdaş sanat alanı yapmak üzere muazzam kaynak ve emek harcayan İBB’nin önündeki zorluklar. Umuyorum siyasi ömrü uzun olur ve bütün bu engelleri aşıp bize etkili bir sanat kurumu daha kazandırırlar. Geçen zaman içinde belki Türkiye toplumu da tekrar sanatın ve özgür düşüncenin değerini fark eder…