Her seçim sonrasında “kazananlar-kaybedenler” ilan edilir. En çok da muhalif kesim, birbirini açıkça eleştirir, hayal kırıklığının kaynağını kendinden başka her yerde arar. Benzer/yakın fikirde olanların birbirine düşmanlaşması, öfkeye kapılması, günah keçisi ilan etmesi üzücü. Küsmeden, duygusal davranmadan 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri sonuçlarının ne gösterdiğine bakmaya çalışalım.
Evet itirazlar gelecek, evet geçersiz sayılan oylar 1 milyona dayanıyor ve nedeni araştırılmalı, evet seçim gecesi verilerin akışında psikolojik savaş verildi ve evet, afet bölgesindeki can kayıpları ve yoğun göçe rağmen seçmen sayısı yüksek görünüyor. Hiçbiri sürpriz değil.
İkinci tura 15 gün var ve moral bozmadan, tek bir oyun bile hala çok kıymetli olduğunu unutmadan yolumuza devam edelim. Madde madde seçim notları:
- Aylardır, hatta bir yıldır muhalif medyada seçim konuşuluyor. Özellikle son bir ayda, gerçeklerden ziyade beklenti ve arzular baskın çıktı. Her gün anketler, kamuoyu yoklamaları yorumlanırken pek çok siyasi, yorumcu ve gazeteci nesnelliğini, soğukkanlılığını koruyamadı. İster Kılıçdaroğlu, ister TİP, ister Akşener, ister YSP olsun, muhalefetin farklı renklerini eleştirmek bir yana, yanlış ve eksikleri ifade etmek bile sorun, hâlâ da öyle. Muhalefet, kazanmak için bardağın dolu yanına kilitlendi ve anketleri, fenomenleri ve “danışman”larını gerektiğinden fazla ciddiye aldı.
- Tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını en çok destekleyenlerin Kürt seçmen olmasında bence üç unsur öncelikli: 1- Selahattin Demirtaş, 2- Kürtler videosu 3- Aleviler videosu… Kemal Kılıçdaroğlu’nun oylarının Erdoğan’ı zorlamasındaki en önemli iki diğer aktör, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş. İktidarın da muhalefetin de daha yeni, enerjik, genç isimlere ihtiyacı var. Sadece vitrinde değil, danışman-yardımcı-sözcü gibi arka plandaki oyuncularında…
- Kanun tanımadan, üçüncü kez aday olan ve oy kaybına rağmen adayların arasında en çok oyu alan Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyenlerin hayat pahalılığıyla, beşli çeteyle özetlenen ancak çok daha derinine uzanan rant-eş dost düzeniyle, hukuksuzlukla, mafyatik ilişkilerle pek derdi olmadığını bir kez daha gördük. Her iki muhalif ittifak da bu kadar çok açığı olan, aslında kendi değerleri ve anlayışına ters politikaların kendiliğinden gideceği varsayımına gerektiğinden fazla güvendi.
- Sinan Oğan’ın, Muharrem İnce’nin çekilmesiyle protest, genç, sağcı seçmenden oyları kapmanın ötesinde bir karşılığı var herhalde… Milliyetçi-ulusalcı söylemle, pek de performans göstermeden ikinci turun kilit adamına dönüştü. Ogan, seçim öncesinde ikinci tura kalma ve pazarlık yapmaktan bahsediyordu, bakalım ne olacak… Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu Oğan’ın oylarını alır sorusunun cevabını size bırakıyorum.
- Seçimin ilk turda kolay bitmeyeceği, dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı yarışının çantada keklik olmadığını tahmin ediyordum. Son bir haftada, tıpkı 2017 referandumu ve 2018 seçimlerinde olduğu gibi ben de kendimi, etrafımı çevreleyen umut havasına kaptırdım. Erzurum’da Ekrem İmamoğlu’na yapılan linç girişiminin, “alayı LGBT’ci, terörist” söyleminin en azından belli bir kesimde artık tutmadığı yanılgısına düştüm. Fakat içimdeki ses, susmak bilmedi. Son dört seçim (2015 Kasım, 2017 referandum, 2018 genel, 2019 yerel) sonrası yaşanan hayalkırıklığını unutamadım: “… Ne var ki akıl ve vicdanın, demokrasi sevdasının galip çıkamayacağını daha önce de gördük. Tek adam rejimi, ülkeyi karpuz gibi ikiye (Erdoğan’ı destekleyenler/ gitmesini isteyenler) bölmekle kalmadı. Eş dost kayırmacılığını, rüşveti, adaletsizliği, şiddeti, ahlaksızlığı norm haline getirdi. Dolayısıyla kim kazanırsa kazansın, yönetmenin son derecede zor olacağı bir dönem bizi bekliyor…” )
- Açıkça yazamadığım şuydu: Adam kayırmacılık, rüşvet, şiddet, siyasi ahlaksızlık, bu rejimin Türkiye’ye hediyesi. Toplum da muhalefet de bu düzenden tamamen muaf değil. Muhalefete geçen tüm belediyelerin, belediye başkanlarının hataları, AKMHP’nin kapalı yapısından çok daha görünür olduğu doğru. Bahsettiğim, çamur kampanyası değil. Örnekse Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş, AKP’den CHP’ye geçmiş bir siyasetçi olmasının ötesinde, Hatay’daki çarpık yapılaşmanın sorumlularından biri. Ancak muhalif kesim deprem sonrasında sadece Valiyi, iktidarı, AFAD’ı eleştirmeyi seçti.
- Muhalif kanallar, Anadolu Ajansı manipülasyonu deyip duruyor da ANKA haber ajansıyla paralel gitti veri akışı ve sonuçlar. Bu körlüğün sonu fena. 2023’te “muhalif” medya konusu başlı başına, ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor.
- Cumhurbaşkanlığı seçiminden ziyade Meclis’teki yeni dağılım, “yeni Türkiye” hakkında çok şey şöylüyor: AKP önemli oy kaybetse de MHP’nin, beklenenin aksine, sadece AKP’ye yaslanarak değil nefret söylemi ve mafyoz ilişkiler ağına rağmen üçüncü parti olması… Milliyetçi, sağ ve muhafazakar seçmeni ikna etmeye çalışan CHP’nin yüzde 25’in üzerine yine çıkamaması… Kendi başlarına seçime girseler Meclis’te bu kadar çok sandalye alması imkânsız olan Deva, Gelecek, Saadet’in Millet İttifakı’nın asıl kazananı olması… Kişisel veya siyasi hırslar, hesaplar nedeniyle muhalefetin ortak listeyle girmemesinin Meclis çoğunluğunu kaybettirmesi… Dolayısıyla ikinci turun kaderini de önemli ölçüde belirleyecek olması… Yüzde 14-15’leri hedefleyen İYİ Parti’nin ve Yeşil Sol’un yüzde 10’un altına düşüşü… “Kazanamayacak, aday bile çıkaramaz” denen TİP’ten dört adayın Meclis’e girmesi…
- En büyük şüphem, deprem bölgesindeki seçmen sayısına dair- gerçek ölü sayısı bile kat be kat altında gösterilirken bölgede kimin, nasıl oy kullandığı meselesini kimsenin önemsememesi can yakıcı. Öte yandan afet bölgesine gidenler, tanıklık edenler, yerel muhabirler muhalefetin lehine büyük bir değişiklik olmayacağını söylüyordu. Yazıişlerindeki büyük abileri kadar siyasetçiler de kulak tıkamış olmalı. Büyükşehirlerden oturup bu kentlerin yapısını, dinamiğini bilmeyen, kendi bakış açılarına göre değerlendirenler, düz sonuca bakıp depremzedelerin hepsini bir kefeye koydu. Korktuğum şey oldu ve öfke, depremzedeye de yöneldi. Soma faciasından sonra da benzer rezillik yaşanmıştı.
- En yoksul, en kırılgan kesimlerin sadece Türkiye’de değil, tüm otoriter rejimlerde mevcut, güçlü lidere oy verdiği bir gerçek. İşçiye, memura, emekliye zamlar enflasyonun çok altında diye bu kesimlerin “değişim” isteyeceği varsayımındansa savunduğum şuydu: Ekonomi tepe taklak gitse de zamanla bu dalgada yaşanmaya alışıldı. Yeni bir yönetimin gelişi, bu kesimler için illa ki her şey çok güzel olacağı anlamına gelmemiş demek ki. IMF karşıtlığını da unutmayın.
- Afet bölgesi, deprem demişken… Seçim öncesi açıkça eleştirmediğim en önemli noktalardan biri, Millet İttifakı’nın seçim kampanyalarında depremzedeyi sadece “afet bölgesi”nde hatırlaması, hatta bu şehirleri fazlasıyla ihmal etmeleri. Belediyelerin olağanüstü çabalarından gayrı, tarikat-cemaat diye küçümsediğimiz yapıların da bölgede gayet etkin olmasını da görmezden gelmeyelim. Ülkenin önemli kısmı deprem zonunda yaşıyor ama afete dirençli politikaları duyamadık. İstanbul mitinginde bile!