Sedat Peker cephesinde olanları anlama kılavuzu

Son günlerde Sedat Peker cephesinde yaşananların anlamının, “Peker’e gözdağı verme”nin çok daha ötesinde olduğu anlaşılıyor. Sedat Peker bu “çatışmalı alan”a yanaşır mı, o alana girerse planlar seçimlere yetişir mi, yetişecekse o zamana kadar kamu güvenliği açısından neler olabilir elbette bilinmez ama düşünülmesi gerekiyor.

Organize suç örgütü lideri olarak yargılanmakta olan Sedat Peker cephesinde son bir haftada bir dizi gelişme yaşandı. Bunlardan en önemlisi elbette, Peker’in özellikle sosyal medyadaki “eli – ayağı” Emre Olur’un, Birleşik Arap Emirlikleri’nden sınır dışı edilip Arnavutluk polisi tarafından Türkiye’ye verilmesiydi.

Öncesinde, Sedat Peker’in “babasının hatıraları”nı canlandıran Beykoz’daki “aile evi” Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Bir süre sonra da bu evde, birazdan bu yazının unsurlarından biri olacak olan “Sedat Peker’in adamı” vurulacaktı.

Aynı gün Peker’in öldürülmesi için 25 milyon dolarlık açık pazar kurulduğu haberleri yayılacaktı. Ve bu iddia ne Peker cephesinden ne de O’nu, sağ salim yargı önüne çıkarmakla sorumlu olan devlet tarafından yalanlanacaktı. Yalanlanması da beklenemezdi ama “ihaleyi açan kim?” sorusunu da çok az insan sorabilecekti. Not düşelim; Kısa Dalga’da Ayşe Yıldırım’ın 17 Eylül’de kaleme aldığı “BAE’den Peker’e bir baskı daha başlıklı yazı sırf bu soruyu sorması nedeniyle bile değerliydi, cesurdu.

Emniyet, Beykoz Korusu’ndaki evde yaşanan yaralama olayını “alacak – verecek davası”na bağlamaya çalışırken polise bir haber daha geldi: Yeşilköy’de sokak ortasında bir saldırı daha gerçekleşti. Metin Süs vuruldu. Kimdi Metin Süs? Sedat Peker’e yakın bir isimdi. Hatta akrabası olduğu bile ileri sürüldü.

Bütün bu olup bitenler, “Sedat Peker’e gözdağı” olarak yorumlandı. “Bak etrafın kuşatıldı, sıra sana geliyor, sus” mesajı olarak değerlendirildi. İlk bakışta yanlış da bir değerlendirme değildi. Ne de olsa Peker, bir yıldır uzak durduğu “Beştepe”nin “etrafında dolaşmaya” başlamıştı. “Danışmanlar” diyordu, “Sermaye Piyasası Kurulu” diyordu ve sonuç da alıyordu; istifalar gelmeye başlamıştı. Yani Peker; kendi kendine çizdiği, Beştepe’nin de zımnen “tamam o zaman” dediği sınırı aşıyordu ve bu sınırı seçim yaklaştıkça daha da aşacağının sinyallerini veriyordu.

Bütün bunları, “Sedat Peker’e gözdağı” olarak açıklamak kolaycılık değil miydi? Sedat Peker “alemlerde” daha fazlasını görmemiş miydi? Bunlar, Sedat Peker için “gözdağı” olabilir miydi?

Bu bir haftada olanlar elbette, Peker’in “acımadı ki” deyip geçeceği şeyler değildi ama bir “artık susayım” diyeceği şeyler de değildi. Ne de olsa Peker daha tripodu kurup kameranın karşısına geçtiği ilk günlerde “bunları söylediğim için çevreme zarar verecekler” demiyor muydu, daha fazlasına bile başından hazırlıklı değil miydi?

SAHİ, O “İADE” İŞLERİ NE OLDU?

Öyleyse, olup bitenleri anlamak için geriye doğru bir yolculuk yapmak gerekiyor. Dikkatli okur, bu “geriye yolculuk”ta, bazı bilgilere ilk kez vâkıf olacak, bazı bildiklerinin de yanlış olduğunu fark edecek ve sonunda “bugün”ü daha iyi analiz edebilecek.

Şüphesiz ki bu geriye yolculuğun en önemli noktalarından biri; Türkiye’nin, Şubat ayında Sedat Peker’in iadesini istemesidir.

Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri’ne 22 Şubat’ta , yani tam 7 ay önce bir iade talepnamesi gönderdi. Türkiye Birleşik Arap Emirleri’ne, “O’nu iade amaçlı tutuklayın, dosyalarını göndereceğim” diye yazı yazdı. Adalet Bakanlığı’nın Birleşik Arap Emirliklerine yazdığı bu yazı elbette biraz da o günlerdeki “Devlet bir suç örgütü elebaşının iftiralarına boyun mu eğiyor, neden bir şey yapmıyor, yapamıyor?” eleştirilerine karşı bir adımdı. Bakanlığın bu yazısının dayanağı da Bursa ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerindeki yakalama kararlarıydı.

Sahi, o “iade amaçlı tutuklama talepnamesi” ne oldu? Türkiye’nin “15 Temmuz finansmanı sendromu”nu aşıp iyi ilişkiler kurduğu Birleşik Arap Emirlikleri Sedat Peker’i tutukladı mı? Peker’in o ara bir sıkıntı yaşadığını hissettik ama “tutuklandığını” duymadık.

Sedat Peker tutuklanmış olsa belki Peker cephesi saklayabilirdi, bizler gazeteci olarak bu haberi atlayabilirdik ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu haberi tüm dünyaya ilan etmez miydi? Emre Olur’un Türkiye’ye getirilişini “bir soysuz daha getirildi” diye malumu ilan eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Peker’in tutuklandığı haberini biz gazetecilerden, siz okurlardan esirger miydi? Elbette esirgemezdi ama olmadı, Peker tutuklanmamıştı. Ankara’nın turkuaz halılar serdiği Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye’nin talebini yerine getirmemişti. Emre Olur’u iki günde sınır dışı ediveren Birleşik Arap Emirlikleri, Peker’i tutuklayamaz mıydı, yerini mi bilmiyordu?

Türkiye’nin “tutuklama talebi” gibi, “iade talebi” de askıda kaldı. Bunun elbette siyasi nedenleri olabilirdi; Birleşik Arap Emirlikleri her ne kadar “iyi ilişkiler” geliştirmeye başlamışsa da Sedat Peker gibi altın yumurtlayan bir tavuğu kesmek istememiş olabilirdi.

Ama bir de işin “uluslar arası hukuk” boyutu vardı. Zaten aralarında suçluların iadesi sözleşmesi olmayan iki ülkeden bahsediyoruz. Birleşik Arap Emirlikleri, Peker’i üst sınırları 5-6’şar yıl olan, “yatar”ları 1-2’şer yıldan ibaret suçlar nedeniyle mi iade edecekti. Peker’in mahkum olsa da 2 yıl sonra salıverileceği bir iade AKP’nin de işine yaramazdı. Peker bu koşullarla iade edilirse bir süre sonra salıverilirdi ve bu AKP için durduk yere yeni ve kuralsız bir “muhalefet” ihraç etmiş olurdu. Yani kısa süre sonra salıverilip kendine kürsüler kuracak Peker’i aslında Türkiye de istemezdi ama bu iade talebinin yine de yapılması gerekiyordu; Peker oradan konuşurken devlet eli kolu bağlı izleyemezdi(!)

DOSYADAN BİR TAŞ KAYDI: CİNAYET DOSYASI AYRILDI

Peker Türkiye’ye iade olacaksa bile daha uzun süreli “yatar”ı olan suçlar gerekirdi. Örneğin adam öldürmek gibi. Aslında böyle bir suçlama İstanbul 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki “Peker Çetesi Davası”nın dosyasında vardı.

Şimdi tutuklu sanıkları birer birer tahliye olan bu dava dosyasında sadece ilgililerinin fark ettiği garip şeyler oluyordu. Kolundaki “SP” dövmesinin Sedat Peker’i temsil ettiği değerlendirilen “bahisçi” Cahit Çetin’in öldürülmesi olayı önce Peker dosyasına eklenmişti. Sedat Peker, Cahit Çetin’i öldürmeye azmettirmekten de yargılanıyordu ama sonra ne olduysa oldu, bu dosya Peker Çetesi Davası’nın dosyasından tefrik edildi. Yani ayrıldı. Yani artık Sedat Peker bu cinayetin azmettiricisi değildi.

Ve bütün bunları, Sedat Peker’in Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki avukatı biliyordu ve durumu Peker’in Türkiye’ye iadesine karar verecek olan oradaki adli mercilere bildirmişti. Bir başka anlatımla, biz hâlâ, Peker’in cinayeti azmettirmekten de ağırlaştırılmış müebbetle yargılandığını ve bu nedenle de iadesinin istendiğini zannederken Birleşik Arap Emirlikleri’nin adli makamları, önündeki iade dosyasında artık böyle bir iddianın kalmadığını biliyordu.

Türkiye’nin iade talebi oldukça zayıflamıştı ve böylesine bir zayıf talep karşılansa da Peker, Türkiye’de uzun süre cezaevinde tutulamazdı.

Bütün bunlar olup biterken bir de “kırmızı bülten muamması” mı vardı? Bugün Sedat Peker haberlerinin giriş cümlesi olarak, “hakkında kırmızı bülten bulunan Sedat Peker…” tanımlamasını duyarsınız. Bu tanımlama gerçekten doğru muydu? Peker hakkında İnterpol’ün yaptırım gücü olan bir kırmızı bülteni var mıydı? Başında Birleşik Arap Emirlikleri’nden General Ahmed Nasır el Reisi’nin bulunduğu İnterpol, Sedat Peker hakkındaki kırmızı bülten sürecini resmen tamamlamış mıydı?

Sedat Peker’in Türkiye’deki avukatı Ersan Barkın’a göre cevap “hayır”.

Avukat Ersan Barkın, müvekkili hakkında, “tüm itiraz süreçleri tamamlanmış, uluslar arası sonuç doğuran bir kırmızı bülten bulunmadığını, bu konuda da müvekkilini bilgilendirdiğini” ifade ediyor.

BUGÜN OLANLARIN ANLAMI NE?

Bazı yönleri bilinen, bazı yönleri dikkatlerden kaçan, bazı yönleri de gölgede kalan bu süreci anlatırken amacımız okuru bilgilendirmekti ama asıl amacımız bugün yaşananlara bir anlam vermekti.

Yazının başına dönelim;

Bugün, kimin ihale ettiği belli olmayan, olsa da dillendirilemeyecek bir “25 milyon dolarlık suikast pazarı”ndan bahsediliyor. Sedat Peker cephesi, “haberimiz var, hatta kim olduklarını isimleriyle biliyoruz” mesajı veriyor.

Beykoz’daki evini emanet ettiği “adamı” vuruluyor ve yine Peker’den “haberim vardı” mesajı geliyor. Peker’in “yakını” olduğu bilinen Metin Süs sokak ortasında vuruluyor ve biz işin kolayına kaçıp, “Peker’e gözdağı veriliyor” deyip geçiyoruz.

Bir an için “gözdağı” tezini kabul edecek olsak bile Sedat Peker’e karşı videolarıyla bilinen Cenk Çelik’in öldürülmesinin “gözdağı” ile açıklanabilir bir yönü bulunmuyor. Tam tersine Cenk Çelik’in öldürülmesi Sedat Peker’e bağlanmaya çalışılıyor.

Bütün bu olup bitenlerden iki sonuç çıkarılabilir:

Birincisi; “Sedat Peker’e suikast ihalesi”ni alanlar, Peker’i “çatışmalı ortam”a çekerek hata yapmasını ve başını sütreden çıkarmasını sağlamaya çalışıyor olabilir. O 25 milyon doları almak isteyenler, Peker’in güvenlikli alanında değil, yaratılan “çatışmalı ortam”da işlerinin daha kolay olacağını düşünüyor olabilir.

Olası ikinci senaryo ise bir “resmi plan”ın varlığı şüphesini barındırıyor. Bu olası senaryoya göre belki de Peker “çatışmalı ortam”da bugün yaşanmakta olanların (adamlarının, yakınlarının vurulması) hesaplaşmasını yaparken yeni suçlar işleyecek, cinayetler, baskınlar gerçekleştirecek ve dört başı mamur bir “Peker Silahlı Terör Örgütü” oluşturulmuş olacak.

Öyle ya, halihazırda açılmış bulunan “Peker Çetesi Davası”nın tutuklu sanığı bile kalmadı. Bu durumda yeni bir dava açılıp Peker’in, bugün Birleşik Arap Emirlikleri’nden, yarın olası bir başka ülkeden Türkiye’ye iadesi çok daha kolay olabilecek. Ve iade edilecek Sedat Peker uzun yıllar cezaevinde kalacak. İşte AKP’nin de işine anca böyle “uzun süre cezaevinde tutma” garantili bir iade yarayacaktır.

Bugünlerde sosyal medyada, “Peker çetesinin medya yapılanması”, “iş dünyası yapılanması” gibi “acemi çizimi şemalar”ı da biraz böyle bakmak gerekir. Nihayetinde AKP’nin geleneğinde, “bir düşmanını yok ederken -hatta onu bahane ederek- yanına kendine muhalifleri ekleme” de vardır. 15 Temmuz’da böyle olmamış mıydı?

Sonuç olarak, son günlerde Sedat Peker cephesinde yaşananların anlamının, “Peker’e gözdağı verme”nin çok daha ötesinde olduğu anlaşılıyor. Sedat Peker bu “çatışmalı alan”a yanaşır mı, o alana girerse planlar seçimlere yetişir mi, yetişecekse o zamana kadar kamu güvenliği açısından neler olabilir elbette bilinmez ama düşünülmesi gerekiyor.

Köşe Yazıları Haberleri