Seçimlere bir yıldan az bir zaman kala adeta bir pinpon maçı izliyoruz. Bir yanda Cumhur ittifakı partileri, adayları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kiminle yarışacağını esas mesele olarak gündemde tutmaya çalışıyorlar.
Karşı taraftaki Altılı Masa partileri ise, ülkede yaşanılan çok boyutlu krizden çıkışın ancak güçlendirilmiş parlamenter sistemle mümkün olabileceği tezini hararetle savunuyorlar. Seçimleri Cumhur ittifakının kazanması durumunda ülke siyasetinde neler olabileceği enteresan bir biçimde çok da tartışılmıyor; muhalefet çevreleri bunun son demokratik seçim olabileceği kaygılarını dile getirmekle yetiniyorlar. Altılı Masa adayının seçimi kazanması ve parlamento üstünlüğünün sağlanması durumunda ise güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçileceğini biliyoruz. Ancak pinpon masasının bu tarafında da seçimlerden sonra ülkenin temel meselelerinde neler yapılacağına dair bir belirsizlik hakim. Sonuç olarak toplumun farklı kesimlerinde giderek yükselen değişim beklentisinin nasıl karşılanacağı konusu, pinpon masasının her iki tarafında da muğlak.
Bu ortamda beş yıldan uzun bir süredir tutuklu bulunan HDP eski Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın arka arkaya kaleme aldığı yazılarda ve kendisiyle yapılan röportajlarda ortaya attığı somut öneri ve saptamalar elbette çok ilgi çekti. Demirtaş’ın kime konuştuğu, stratejisinin ne olduğu ve değerlendirmelerinden kimin ne anlaması gerektiği uzun uzun tartışıldı. Çünkü hem iktidar hem de muhalefet çevreleri 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi, önümüzdeki genel seçimlerde de HDP’nin tutumunun kritik olacağını kabul ediyorlar.
Ancak Demirtaş’ın aslında oldukça net ve yalın bir şekilde ortaya koyduğu düşüncelerini tartışmaktan çok, bir kenara not etmek lazım. Çünkü Demirtaş’ın altını çizdiği üç nokta, kendisinin toplumda yükselen bu değişim beklentisinin ne kadar farkında olduğunu açıkça gösteriyor; zaten bu kadar ilgi görmesinin bir sebebi de bu. Bu noktalardan birincisi değişimin kaçınılmazlığını ve hangi yönde olması gerektiğine dair getirdiği somut öneri.
Demirtaş ‘’İğneyi Kendimize’’ başlıklı yazısında değişimin Kürt siyasetinden başlaması gerektiği konusunda son derece güçlü bir çıkış yaptı. Burada öncelikle Kürt siyasetinde değişimi başlatabilecek aktörlere konuştuğu yorumu ön plana çıktı. Ancak esas amacının toplumun bütünündeki değişim beklentisinin ne kadar yüksek olduğu hususunda muhalefet liderlerini uyarmak olduğunu da görmek gerekir. ‘‘Şimdiye kadar yaptıklarımızı yapamayız; cesaretle değişim üzerine düşünmeli, tartışmalı ve ortaklıklar geliştirmeliyiz.’’ dedi. Denilebilir ki Altılı Masa’yı bu açıdan cesaretlendirmeye çalıştı.
İkinci önemli vurgusu, Türkiye toplumun geniş bir kesiminin bölünme, şiddet ve terör korkusu içinde yaşadığının Kürtler tarafından tanınması gerektiği idi. Türkiye siyasetinde gerçek bir değişimin Türklerin yaşadığı korku ve tedirginliğin anlaşılmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı. Bu noktada Demirtaş’ın silah bırakma çağrısı ön plana çekilse de, esas mesajı bunun çok daha ötesinde. Demirtaş kuru bir PKK silah bırakmalı mesajı vermiyor.
Türkiye toplumunun geniş kesimlerinin güvenlik anlayış ve ihtiyacının tanınması gerektiğini vurguluyor. On yıllardır bir kısırdöngüye dönüşen Kürt sorununda gerçek ve kalıcı bir barışın sadece Kürtlerin beklentilerinin karşılanmasıyla değil, ‘tüm tarafların ortak güvenliğinin’ sağlanmasıyla elde edilebileceğini ve bunun mümkün olduğunu söylüyor. Burada esas anlaşılması gereken husus şu: Bu ortak güvenlik Türkiye’de yıllardır müesses nizamın devlet bekasına indirgediği güvenlik değil. Demirtaş devletin değil toplumun güvenlik ihtiyacından, Türkiye toplumunun büyük bir kesiminin yaşadığı güvensizlik ve korkulardan bahsediyor. Yani herkesin üzerinde uzlaşabileceği ortak bir güvenlik düzeninin esas olarak toplumdan yükselen talepler doğrultusunda kurulması gerektiğini söylüyor. Güvenliği ne olduğunu belirleme tekelini belirli kesimlerin elinden almak gerektiğini de vurgulamış oluyor.
Demirtaş’ın bu değerlendirmesinin önemli olduğunu görmek gerekir. Çünkü güvenliğin ne olduğunu belirlemenin de bir iktidar biçimi olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle güvenlik alanında bugüne kadar terörle mücadele söylem ve pratikleriyle toplumun içine çekildiği ‘gerçeklik rejimini’ derinlemesine sarsmaktadır. Dikkatimizi kurgu bir gerçeklik olarak devlet güvenliğinden, bir hakikat olarak toplum güvenliğine çevirmektedir.
Son olarak Altılı Masa’nın ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkarması gerektiği ile ilgili değerlendirmesi de benzer bir sarsma girişimi olarak görülebilir. Burada da adayın kim olduğunun değil, nasıl belirlendiğinin önemli olduğunu söylüyor. Ortak adayın seçimleri kazanması durumunda yürüteceği geçiş sürecinin meşruiyetinin şimdiden kurulması gerektiğinin altını çiziyor Demirtaş. Bunun için de ortak aday konusunda sadece siyasi partilerin değil, kadın örgütlerinin, çevre hareketlerinin, sendikaların, meslek örgütlerinin, odaların yani tüm toplumsal kesimlerin görüş ve desteğinin alınması gerektiğini vurguluyor. Burada da dikkatimizi tekil egemenden iktidardan, demokratik mekanizmalara çevirmiş oluyor.
Geçiş sürecini yönetecek güçlü cumhurbaşkanını mümkün olan en geniş toplumsal uzlaşma ile seçmenin, geçiş süreci henüz başlamadan yapılabilecek esaslı bir etik müdahale olacağını ve siyasette yeni bir çerçevenin daha en başta, bu aşamada çizilebileceğini vurgulamış oluyor.
Bu üç değerlendirme bize siyasette değişimin, değişim fikrine angaje olmuş liderler olmadan mümkün olmayacağını bir kez daha hatırlatıyor.
Son söz: Türkiye siyaseti üzerinde bir hayalet dolaşıyor.