Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Yahudi, Sunni, Alevi, İslamcı, laik, kadın, erkek, Millet, Cumhur, bizden, bizden değil... Tutturmuşuz gidiyoruz. Ne güzel.
Orta Asyalı mıyız, hem fetheden hem de fethedilen mi? Mermer miyiz, mozaik mi? Harman mı asil kan mı? Ah bir şu Etiler ve Kızılderililer Türk olsalar. Türkler zaten, orası tartışılmaz da, ah bir herkesi buna inandırabilsek. Ne kadar güzel olacak değil mi her şey? Lozan bitecek Türkün yüzyılı başlayacak. Zaten ecnebiler de bunu farkında. Olacak bunlar.
Einstein da Türk olsa, Basklar da. Çılgın olsak, beraber dünyayı kasıp kavursak, hükmetsek Türk olmayan herkese. Zaten bir kaşık suda boğulurlar, tükürüklerimizle. Korkuyorlar, kıskanıyorlar, bizle yatıp bizle kalkıyorlar.
Üstkimlik olmasa, üstün kimlik olsa, altkimlik olmasa, alttaki, en alttaki kimlik olsa. Kimlik istiflenen bir şey olsa. “Kim” soru zamirine –lik ekini oturtsak, odunluk, kömürlük gibi. Ya Türk olsak ya da ölsek. Aradaki fark sadece iki nokta. Ya sevsek ya terk etsek.
Kürtler de Türk olduklarını bir türlü kabul edemediler gitti, halbuki anayasamız bile söylüyor. İnsaf artık, anayasa! Kalın harflerle: “MADDE 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Var mı itirazı olan?
Sevdiklerimiz ve dahi sevmediklerimiz bizi hep sevse, biraz da korksalar ama. İtibardan tasarruf olmasa. Batılılar hep hayran olsalar bize. Ne kadar modernsiniz, aynı bizim gibisiniz, hatta bizden de zengin kültürünüz var deseler. Bizi Avrupa’da hep İspanyol sansalar. “Aaa hiç Türk’e benzemiyorsunuz” deseler. İlahi Avrupalılar. Sizin tanıdığınız Türkler bizi temsil etmiyor ki. Yarısı Kürt yarısı köylü. Bizi sevin siz.
Bizi bizim istediğimiz gibi sevseler, hep sevseler, başkasını sevmeseler, sevmeye yeltenmeseler. Bizim altımızdakiler, içimizdekiler, bizi, bizim istediğimiz gibi sevmeyince, cezalandırsak, kötülük yapsak, ezsek, ötelesek. Ama onlar bizi sevmeye devam etseler, hayran olsalar gene de mağrur gücümüze, korksalar da biraz. Tarihin derinliklerinden gelip bir kısrak başı gibi muasır medeniyetlere uzanan tek dişi kalmış canavarımıza bakıp iç geçirseler. Sakın çekip gitmeye, ayrılmaya yeltenmeseler ama. Yani daha doğrusu, gitseler de biz bize kalsak. Ama kontrollü gitseler. Ya da gitmeseler mi? Toprak falan talep ederler mi? Bilemedim şimdi. Ya, işte, birden yol olsalar, hiç olmamış olsalar.
Biz asla ve kat’a yanlış yapmasak. Sadece bizim acılarımız olsa, bizim travmalarımız dikkate alınsa, diğerlerininki yalan olsa, yanlış olsa, yanlış hatırlanıyor olsa, çarpıtılıyor olsa, propaganda olsa, komplo olsa. Yalnız kalsak bu dünyada, mümkünse yalnız ve güzel...
Üç tarz-ı siyasetçi, Osmanlıcı, İslamcı, Türkçü, üçünü beraber olsak, aynı anda.
Osmanlıcı olsak, alsak avucumuzun içine garbı, şarkı, hükmetsek, hükmetsek, hükmetsek. Fransa Cumhurbaşkanı Macron mektup yazsa bize, gelin dese Avrupa Birliği’ne yalvarırım girin, gelin ne olur bizi kurtarın dese. Reis de “Eyyyy” diye başlasa cevabına. Pax Ottomana’yı biz yapsak, herkes bayılsa otoritemize. Herkesi barıştırsak... Biz bizle barışamasak da.
İslamcı olsak, değerlerimize sahip çıksak, elhamdülillah olsak, hâşâ olsak. İŞİD’e benzemesek ama. Modern İslam olsak, ama gene de taviz vermesek Sünniliğimizden. Alevilik elbette zenginlik olsa, aşure yesek arada sırada, Hacı Bektaş Veli’ye gitsek bayramlarda. Ama onlar da pek bize bu da bizim dinimizdir demeseler, cemevi de neymiş, cem yapılan ev olur, cem evi olmaz olsa. Alevilik Ali’yi sevmekse, biz de Aleviyiz olsa.
Türkçü olsak, milli olsak, ulusal olsak, birlik olsak, bir olsak, bir tek, aynı, tepeden tırnağa safi üniforma olsak. Tek olsak iç ve dış düşmanlarımıza karşı. Her Türk asker doğsak. Tek vücut, sırf kas.
Yanı başımızdaki Gayrimüslimleri kedi sever gibi sevsek, uzaktan. Ah desek, keşke gitmeselerdi İstanbul’dan, İzmir’den şu gökkuşağının renkleri. Zaten Beyoğlu’na da kravatsız girilemezdi olsa. Bu Araplar gelmeden önce desek, ah desek, İstanbul İstanbul’du, şimdi dev bir Arabistan oldu.
Ama bu Rum, Ermeni, Yahudi taifesi de haddini bilse, sevildiğini bilse, misafirperverliğimizi sû’i istimâl etmese. Onlar için 66. madde geçerli olmasa. Sussalar, otursalar oturdukları yerde, biblo gibi. Arada şarkı söyleseler, meze yapsalar, fotoğraf çekseler, göğsümüzü kabartsalar yad ellerde. Bu Türkler ne kadar hoşgörülü dese cümle âlem.
Hoşgörülü ama modern! Şık. Klas. Çingene mahallesini fıldır fıldır dönüştürsek, orası turistik olsa. Çingeneler de sadece göbek atsalar. Başka bir hayatları olmasa. Hatta yaşamasalar göbek attıkları zamanların dışında. Kentsel dönüştürsek etsek yeri göğü. Her yer Disneyland gibi olsa. Pembe kesme parke taşlı. Her yer AVM. Her yer TOKİ olsa, Giresun’la Aydın, Konya’yla Gaziantep tıpatıp aynı olsa.
Erkek olsak sürüne sürüne, yiğit olsak, kadınımızı sömürgecilerin sömürdüklerini korudukları gibi korusak, kol kanat gersek bu zayıf cinse. Aile değerlerimiz olsa. İstanbul sözleşmesi öcü olsa. Dayak yiyen kadın, bir kadın olarak sussa, otursa, aile değerlerimizi bozmasa. At, avrat, silah olsa. Arada iki tane çaksak ama onun iyiliği için. Namusumuza önem versek. Kimin nerede nasıl başını kıçını örteceğine biz karar versek. Zinhar onun vücudu ona ait olmasa. Zaten kimsenin vücudu kendine ait olmasa. Ne demekmiş o? Hâşâ homoseksüel olmasak. Yok daha neler! Türkçesini bile yazamam, küfür olur. Olanları kovsak sokaklarından, evlerinden, sürüm sürüm süründürsek ellerimizde bayraklarla, ağzımızda 10. Yıl Marşı. Onları asla ve asla görmek istemesek, hele gösteri falan. Yok artık. Dağ, taş bayrak olsa, burasının bizim olduğuna dair hiçbir şüphemiz kalmasa.
Şu biz kimiz sorusunun yanıtını bulabilsek, ah bir bulabilsek, her şey ne kadar güllük gülistanlık olacak, biz de aya gideceğiz, yaya değil; biz de Mersin’e gideceğiz tersine değil. Aman eleştiri gibi oldu, lâkin biz bizeyiz, sakın yabancıya böyle şeyler söylemeyiniz. Kol kırılır... değil mi efendim? Zaten her taraf mihrak dolu, içi de var dışı da. Etraf gaflet ve dalâlet içinde olanlarla dolu. Ve hatta... Bir izin vermiyorlar ki bulalım kendimizi, şöyle bir silkinelim, inletelim yeri göğü. İşleri güçleri bizi bölmek. Hepsi birleşmiş.
Ali Teoman Eşikte romanında (Sel Yayıncılık, 2008) yazmış. “O anda birden anlıyorsun bunca zamandır aslında yalnızca kendi izini sürdüğünü ve kendi adresine imzasız mektuplar yollamaktan başka bir şey yapmadığını. Hiç ama hiçbir şey.” Anlamasak. Devam etsek böyle ilelebet. Ne güzel.