2023’ün seçimleri

2023’ün seçimleri
Toplumun muhafazakâr hassasiyetleri olan yurttaşlardan ibaret olmadığı, toplumun en geniş kesimini oluşturan emekçi sınıfların taleplerinin belirleyici olduğunu ve toplumdaki demokratik değişim arzusunu gösterdi.

DİNÇER DEMİRKENT

2023 yılının Türkiye siyaseti bakımından en önemli olayı şüphesiz seçimlerdi. Mayıs ayında gerçekleşen iki seçim, olağanüstü hâl sürerken yapılan anayasa değişiklikleriyle hukuki temellere oturtulan yeni rejim bağlamında, sadece ortaya çıkan güncel ve yapısal sorunlar bakımından değil, toplumsal ve siyasal sonuçları bakımından da ilginç bir deneyimdi. Parlamento ve cumhurbaşkanı seçimleri 14 Mayıs’ta yapıldı. Parlamento seçimleri muhalefet için büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Cumhurbaşkanı seçiminde ikinci tur deneyimi yaşandı. Ilımlı sağdan radikal sağa kadar varan geniş bir yelpazede oluşan parlamento çoğunluğu, CHP’nin “bilge” lider siyasetine son vermeye yetebilirdi. Fakat muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun ikinci tura giderken girdiği açık ve örtük pazarlıkların usul ve içeriği daha uzun vadeli siyasal sonuçlar için de zemini hazırladı.

2023 yılını geride bırakırken ülkemiz için yılın en önemli siyasal olayı olan seçimlerin tarihsel anlamını belirlemek için henüz erken, çünkü her tarihsel olay gibi kendisi bir sonuç olmakla birlikte aynı zamanda gelecekte ortaya çıkacak olaylar bakımından da nedenleri oluşturacak. Bu olaylar ise belirli mücadelelerin, çatışmaların yani insan eyleminin ürünü olacak. Dolayısıyla 2023 seçimlerine ilişkin en gerçekçi belirlemeleri de bu insan eylemi yapacak. 2023 seçimlerinin önemini anlamak için bu yazıda yapacağım belirlemeler ise insan eylemi tarafından yeniden şekillendirilecek olan geçmişe ilişkin güncel saptamalar anlamına gelebilir ancak.

Öncelikle seçimlerin gerçekleştiği atmosfere bakalım. Kapitalist dünya ekonomisinin yapısal bir kriz içinde olduğu özellikle dünya sistemi analizi ekolüne mensup kişilerce uzun bir zamandır savunulmaktaydı. Kentleşme, demokratikleşme, proleterleşme ve bunların sonucu olarak da maliyetlerin dışsallaştırılmasının imkânsız hale gelmesinin bu yapısal sorunu oluşturan nedenler olduğu Wallerstein’ca dile getirilmişti. 2023 yılı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bu yapısal sorunların siyasal yansımalarının Avrupa içine taşan savaş, 20. yüzyılın hep güncel kaşmış siyasal sorunlarından biri olan Filistin meselesinin İsrail tarafından işlenen savaş suçlarıyla yeniden dünya politikasının merkezine oturması ve güçlenen post faşist rejimlerin (Frederico Finchelstein’a ait bir tabir) iktidarlarını tahkim etmeleriyle hatırlanacak. 2022’de Brezilya’da Lula’nın faşist Bolsonaro’ya karşı çok küçük farkla kazandığı seçim zaferinin ardından 2023’te Arjantin’de faşist aday Milei’nin seçimleri kazanması; Avrupa’da Orban’ın iktidarını tahkim etmesi ve Hollanda’da Wilders’in seçim zaferi, Birleşik Devletler’de Trumpzim’in yeniden güç kazanması Türkiye’nin yalnız olmadığını gösteriyor. Bir dünya içindeyiz; bu dünya içinde de seçimler eskisinden farklı bir anlam ifade ediyor.

Muhalefet ve muhalefetin en büyük parçasının lideri Kılıçdaroğlu bunu şöyle anlamıştı: “2023 Mayıs seçimleri demokrasi ile otoriterlik arasında bir seçim olacak.” Demokrasi ve otoriterlik arasındaki tercihte tercih edilmek için demokratik cepheyi AKP’den ve MHP’den kopan parçalarla kurma stratejisini belirledi. HDP ve diğer sosyalist partilerden ise “kimseye fark ettirmeden” destek istedi. Elbette CHP açıkça Kürt halkının temsilcileriyle görüşmekten kaçındıkça milliyetçilik en meşru hat; CHP dini hassasiyetler nedeniyle laikliğin mücadeleci savunuculuğunu yapmaktan kaçındıkça siyasal İslamcılık meşru siyaset haline getirildi. Seçimlerin adil ve demokratik biçimde gerçekleşeceğine dair bir güven oluşturulmamakla birlikte demokrasi sadece seçimlere indirgenerek halkın yönetime katılımını, kamuoyunun özgürce belirlenmesini sağlayan demokratik araçların kullanımına ilişkin araçların ve bu araçları kullanmak için anayasada sayılmış hakların rejim organlarınca askıya alınmasına terörist olarak yaftalanıp tepki çekmemek için hiçbir ses çıkarmadı. CHP ve Kılıçdaroğlu bizzat kendilerinin beslediği ve beslendiği korkular nedeniyle meşruiyet zeminlerinin dışına yine kendilerinin meşrulaştırdığı silahlarla itildi. Demokrasi ve otokrasi arasında tercih yapacak halka sunduğu vaat AKP’nin 2000’li yılların başında uyguladığı ve ülkeyi bugüne getiren hâkim iktisadi doktrini uzmanlarına uygulatacağından öteye gidemedi. Buna rağmen kısmi de olsa Kılıçdaroğu’nun örgütleyebildiği barışçıl dilin, demokratik mücadele zeminlerinin yaratılacağına ve adil bir yönetimin kurulacağına ilişkin vaatlerin halkın demokratik arzusunun gerisinde kalsa da önemli bir oy oranına ulaştığını söylemek gerekir. Rejim kullandığı tüm imkanlara, muhalefetin girdiği yarıştaki bütün eşitsizliklere, seçimlerin paketlenmesine ilişkin delillendirilmemiş iddialar dahil, seçim öncesi, seçim günü ve seçim sonrasına ilişkin bütün bir sürecin işletilme biçimine karşın oyların mutlak bir çoğunluğuna ulaşmadı. Seçimler, Türkiye halkının şiddetli sonuçlar yaratabilecek kırılgan bir hattın üzerinde oturduğunu ve rejimin bunu geriletmekten ziyade gerilimin iplerini elinde tutacak araçları kaybetmemeye odaklandığını da çok iyi gösterdi.

Bu genel değerlendirmeler ışığında 2023 seçimlerine ilişkin belirlemeleri şu iki başlık altında yapabileceğimizi düşünüyorum:

Seçimlerin demokrasinin tek aracı olmadığının yanında, seçimin sadece demokratik rejimler için bir araç olmadığını da gösterdi:

Demokratik rejimlerde seçimler, siyasal iktidarı denetlemenin en etkili yoludur ve rejimin demokratik niteliği bakımından da temel ölçüttür. Buna karşın eğer seçimler iktidarın barışçıl yollarla değişebilme ihtimalinin sorgulandığı bir ortamda yapılıyorsa, bu seçime ilişkin demokratik tanımın dışına çıkıldığını gösterir. Çünkü demokratik seçimin alameti farikası iktidarın barışçıl yollarla değişebilmesidir. 2023 seçimlerine ilişkin meselelerden biri buydu. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulduğu ve bunun muhalefet tarafından seçimlere kadar susulacak bir mesele olarak karşılandığı bir ortamda seçme ve seçilme hakkının özgürce kullandırılacağının bir garantisi var mıydı? Bu sorunun muhalefetçe politikleştirilerek açıkça sorulmaması ve iktidarca muhatap alınmaması seçimlerin iktidarın barışçıl yollarla değiştirilmesinin bir aracı olduğu kadar iktidarın onaylatılmasının bir aracı olduğunu da hatırlattı. AKP-MHP ittifakının kurulduğu 2015’in ikinci yarısında 7 Haziran 2015 seçimlerinin nasıl etkisiz kılındığını izlemiş ve takip eden her seçim ve halk oylamasında yaşanan sorunları idrak etmiş bir seçmen topluluğu olarak seçimin onay mekanizması haline getirilmesi tehlikesine güçlü biçimde direnemedik. Elbette bunda seçimlerin demokratik vasfını kazanması için seçimleri politikleştirme stratejisini tercih etmeyen, her ağzını açtığında otoriter rejimden ve olağanüstü yönetim araçlarından bahseden muhalefetin seçimlerin olağan biçimde geçeceğine olan boş özgüveninin de etkisi var.

Dünyanın çeşitli yerlerinde üreyen post faşist rejimlerin varlıklarını tahkim etmelerinin temel araçlarından biri haline gelmiş seçimlerin onay mekanizması haline getirilmesi birçok yol kullanılarak oluyor. Bu rejimler açıkça oy çalarak ya da tek parti rejimi kurarak hareket etmiyorlar ama seçimlere ilişkin çok sayıda taktik yürütüyorlar. Bunlardan en önemlisi kuralları kendi çıkarlarına göre değiştirmek: 2023 seçimlerinde uygulanacak kurallar seçim süreci başlayana kadar muğlaktı. 2022 Mart ayında seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin uygulanıp uygulanmayacağı sorunu ciddi anayasal tartışmaydı – seçimlerden bir yıldan kısa bir süre önce yapılan değişikliklerin o seçimde uygulanması yasaktı ve seçimler de seçim gününden ibaret değildi, değişen kurallarda seçim gününden önce yapılacak olanları etkileyen hükümler vardı. Sonuçta değişiklikler uygulandı. Ülke barajı yüzde 7’ye çekilmişti. Ülkedeki bütün il ve ilçe seçim kurulları değiştirilmişti. Seçimin kurallarına ilişkin bir diğer anayasal tartışma Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığına ilişkindi. Bu anayasal tartışma da muhalefetçe yapılmadı, Erdoğan aday oldu, itiraz yükselmedi. Erdoğan’ın adaylığının 2028’de de TBMMce erken seçim kararı alındığı takdirde aday olabileceği anlamına geldiği sorunlaştırılmadı.

Seçimlerin onay mekanizması haline getirilmesinin ikinci yolu, seçimlerde yarışan rakipleri çeşitli yollarla diskalifiye etmek. Parti kapatma, güçlü siyasi liderleri tutuklama gibi araçları kullanarak seçimlerde çıkabilecek olası sürprizlerin önüne geçmek için kullanılan bu yöntemin yanında elbette yarışılan rakipleri terörize etmek için devlet imkanlarını sonuna kadar kullanmak da var: Devlet televizyonunun ve havuz medyasının kullanımı bunların başında geliyor. Dolayısıyla seçim öncesi işleyen bir mekanizma seçim gününün kuralları ve seçim sonrasına ilişkin beklentinin mutlak iktidarın devamı yönünde şekillendirmesinde kullanılan birçok aracı 2023 seçimlerinde idrak ettik. Cumhurbaşkanının aynı anda 20’nin üzerinde televizyonda yer alan seçim propagandası röportajı, montaj videoların meydanlara konması, özellikle LGBTİler hedef gösterilerek ideolojik bölünmeyi terörize etme… Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde muhalefet partilerinin bundan sonrasına ilişkin seçim stratejilerinde seçimlerin olağanüstü araçları kullanan yürütme aygıtlarının hakim olduğu otoriter rejimlerde bir demokratik prosedür olmadığını bizzat politikleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi gereken aygıtlar olduğunu hatırlamaları gerekiyor.

Toplumun muhafazakâr hassasiyetleri olan yurttaşlardan ibaret olmadığı, toplumun en geniş kesimini oluşturan emekçi sınıfların taleplerinin belirleyici olduğunu ve toplumdaki demokratik değişim arzusunu gösterdi:

Bütün siyasal stratejisini seçimleri kazanacağı varsayımı üzerine bina eden ve belki bunun da etkisiyle cumhurbaşkanı seçimlerinin hemen akabinde akıldışı mutabakat metinlerine imza atan muhalefetin yarattığı politikasızlık ve sorumluluğu üstlenmeme hali toplumda çok büyük bir çöküntü yarattı. Değişime ilişkin umut ve beklentinin boşa çıkması uzun süren bir siyasetsizliğin ardından depresifliği daha da derinleştirdi. Fakat parlamento seçimlerindeki büyük hezimet sonrası Cumhurbaşkanı seçimlerine katılım ve oy oranları hala bir inadı da gösteriyor. Bu inadın kırılmadığı, toplumdaki demokratik değişim arzusunun hala muhalefet partilerinin çok önünde olduğu açık.

Fakat yazının başında söylediğim gibi seçimlerin “geçmiş” içindeki daha kalıcı olacak anlamını “gelecek”teki insan eylemi belirleyecek.

Gündem