28 Mayıs: İmdat Freni

28 Mayıs: İmdat Freni
Seçimi kazanmamız için yeterince araç mevcut. Bizi yönetenlerin otoritesine meydan okuyarak Erdoğan ve “cumhur elemanlarının” suni istikrarını kesintiye uğratacak bir gelecek yaratmak hala mümkün.

ESAT AYDIN

Kamusal ve özel yaşamın her parçasına müdahaleyi hak, karşılarındakilere de her zulmü reva gören yeni gerici otoriterlik inşasının arifesindeyiz.

Erdoğan’ın aşırılıklar rejimine yeni katmanlar ekleyecek “Türkiye yüzyılı”na karşılık; Kılıçdaroğlu’nun demokrasi ile taçlandıracağını söylediği, ölçülülük vaadi taşıyan “Cumhuriyetin 2. yüzyılı” önümüzde duruyor. 14 Mayıs sonrası bir tercih olarak ikinci kez...

AKP, MHP, BBP, HÜDA-PAR ve YRP’den müteşekkil, Oğan’ın milliyetçi megalomanisiyle soslanmış siyasete; bizleri terörist olarak damgalamayı ve bunun “gereğini” türlü hukuksuzlukla yapmayı kendilerinde doğal hak gören, eşitsizliği derinleştiren bu otoriter dehşet ittifakına karşı; gelecekteki gerçek demokrasiyi savunmak; kadından, gençten, LGBT-İ bireyden; Aleviden, Kürtten; milliyetçiden, dindardan müteşekkil bütün çeşitliliğiyle halk ittifakına düşüyor.

Bu “saplantılı rejime yekpare bir reddediş” bizim payımıza düşen. Ayrımız gayrımız kalmadı.

Hepimiz Mecelle 30’da toplanmış durumdayız: “ Def-i mefasid, celb-i menafiden evladır.”

21 yılda demokrasimiz ciddi anlamda aşınmışken onun yeniden tesisini önüne koyarak yola çıkan Millet İttifakının geldiği nokta ise düşündürücü.

Diğer mahalleye karşı duyulan korkuyu bir araya gelerek ortadan kaldırmayı başarmış bir adayın, 2.tur için risk almak ve ülkenin yarısından fazlasına güvenmek yerine, devlet gücüyle rehin alınmış ve yalan haberlerle maniple edilmiş gelecek endişesine teslim olmayı seçmesi, 1 Kasım sonrasını da aşan bir “devam filmine” daha hazırlıyor sanki bizi.

İktidarın maniplasyona dayalı bu “yozlaştırıcı etkisine” teslim olan bu radikal savrulma hayra alamet değil.

1.turda, oldukları şey olmayı seçmiş kötüler” koalisyonuna yüz çeviren milyonlarca iyinin dayanışması, farklı politik formasyonlardan gelen çok sayıda toplumsal kümeye yaslanmak dururken, siyasi astigmatlıkla “kötüye” bir sırt mesafesi kadar yakınlaşmak tedirgin edici.
En azından benim için…

Neyle sınanıyoruz?

2015’ten başlayarak milliyetçilerin- bir kısmı bunun dışında kalmayı tercih etmiş olsa da- Erdoğan’ın iktidar tasarımında kendini konumlandırışları, bugün olduğu gibi sistemin devamına ya da değişimine kendilerini muktedir görmeleri doğru mu? Kürtler değil, biz belirleyiciyiz. Biz olmadan seçim kazanılmaz diyen Oğan ve Özdağ’ın megalomanisi siyasal astigmatlık yaratıyor mu? Dileyen son üç seçimin sonucuna bakabilir. Evet milliyetçilik atar damar bu memlekette; ama neo-faşist türev sadece bizde mevcut değil. Yunanistan’da Altın Şafak, Macaristan’da Jobbik, Fransa’da Ulusal Birlik, Hollanda’da Özgürlük Partisi, Avusturya’da Avusturya Özgürlük Partisi, İsveç’te Demokratlar Partisi, İtalya’da İtalya’nın Kardeşleri bunlardan birkaçı…Yani “kahverengi veba” çok yerde.

Bugün “Kürtler olmasın” diyenlerle, hem karnım doysun hem pastam dursun diyenler aynı yerde. Gelinen noktada, protokollere, “4. Maddelere” rağmen Kürtler iradelerinin arkasında ve hiçbiri için bunlar olmasın demedi. Özdağ dahil.

“Türk bayrağındaki Türk ismini çıkarmayı teklif eden Hüda-Par’la Türk milliyetçileri nasıl yan yana gelebilir? deyip, soluğu Erdoğan, Bahçeli ve Hüda-Parlı yeni gerici otoriter ittifakın yanında alan Oğan dahil.

Sanırım bu “seküler milliyetçiliğin” bugün kendilerince görünür kılınmasının ana nedeni Kürtlerin gösterdiği iyi niyet, tevazu ile Yeşil Sol’un beklenenin altındaki seçim sonucu…

İyi Parti, Oğan ve Özdağ’a; kayyım tehdidine rağmen Kılıçdaroğlu’na verdikleri destekten dönmeyen Kürtler; halka verdikleri sözü tutmak için tüm saldırılara Eyüp sabrı gösterdi.

Bugün “karar ver” noktasına gelen ittifakın Kılıçdaroğlu kararsızlığını görüp ve o milliyetçi/ mezhepçi itirazı kaşıyan Erdoğan’ın %49 oyu zafer nevzuhur milliyetçilik de makbul sayılıyorsa, Saadet Partisi dışında kendi bekalarını milletin bekasına tercih etmiş ittifakın sahada olmayan unsurlarının da kabahati var.

Gelinen nokta Özdağ’lı daha sağcı bir ittifak. Burda da Ahmet Cevdet’i hatırlayalım ve 28 Mayıs’ı imdat freni olarak görelim.

Ama şerh soruları ile; Ümit Özdağ’a yakınlaşmış bir CHP’nin kime ne faydası var; CHP gençlik kollarının duvar yazılamasını paylaşan “müstakbel içişleri bakanı”nın kerametini överken, kayıtsız şartsız destek açıklayan Kürtlere, ülkenin solcularına, sosyalistlerine de bir teşekkür “üzerimize farz” değil mi?

AKP = İnfodemi

Eski bir Tupamaro üyesinin şöyle bir cümlesini okumuştum:” Eğer dikkat edilmezse cumhuriyetler sonunda monarşiye benzerler.”

Yüzyıllık cumhuriyetin beşte birlik döneminde bu cümlenin ete kemiğe bürünmüş hali önümüzde duruyor. “ Kutlu bir gelecek propagandisti” Erdoğan ve etrafındaki bir grup “sadığı”, nerdeyse monarşik bir otoriterlikte iktidarlarını icra ediyorlar.

2018’de iktidarının yeni veçhesine geçen, güvenlik, beka ve istikrar söylemiyle temel hak ve özgürlükleri askıya alıp, kişisel öyküsünü de daha fazla iktidar üzerine kuran Erdoğan’ın ve rejiminin ehl-i siyaset güruhunun 2019 seçimleri ve 14 Mayıs’ta kendilerine göre dizayn ettikleri kamu gücünü nasıl istismar ettiklerini gördük.

Hukuka aykırılığa ve her türlü eleştiriye kayıtsızlığı, utanç duygusundan yoksunluğu, kendilerini herkesin üzerinde gören kibri, her şeyi yapmaya hakkı olduğu fikriyle baskı, tehdit, yalanla nasıl hareket ettiklerini; patolojik narsisizmi gördük.

Tanıklık ettiğimiz şey, Jhon Rawls’ın : “Kötü insanı harekete geçiren şey, adaletsizliğe olan sevgisizliğidir. Eziyet ettiği insanların güçsüzlüğünden ve aşağılanmasından keyif alır ve o ezilen insanların başlarına gelenlerin kendisinden kaynaklandığını bilmelerinden haz duyar.” sözü. Gözlerinizin önünden suretler geçti mi?

“Kötünün özel olması gerekiyor, sıradan değil. Kötülük sigara yakmak gibi değildir. Fenalık monoton ve alalade olamaz.” diyor “Kötülük Üzerine Bir Deneme”de Terry Eagelton.

Önceki cümleler de aynı kitaptan.

Tam da bu noktalardan hareketle yalan videosunu devreye sokuyor; ırkçı ve cinsiyetçi yalanlara sarılıyor, seslendiği kitlelerin duymak istediklerini söylüyor, cehaletlerini okşuyor, beklentilerini karşılayacak korkularını körüklüyorlardı.

Tüm bunları bir beş yıl daha kazanmak için yapıyorlardı.

Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Ghebreyesus; pandeminin başlarında: “Biz sadece pandemi ile değil infodemi ile de mücadele ediyoruz.” demesini kendi açımızdan yaşıyoruz bugün.

Durumumuz onunla neredeyse aynı.

Ülkede muhalefet uzun süredir “yalan hastalığı” ile de mücadele ediyor.

Erdoğan yetmiyorsa, Özdağ; olmazsa, Oğan bundan kaçınmıyor. Soylu içinse Türkçe yetmiyor.

Ne de olsa “İsmet İnönü asker kaçağı dediğimizde, bize inananlar vardı” diyen geleneğin efradı bunlar. Ama şerbetli de olsak kar etmiyor, yine yeniden üretilen yalanın alıcısı olabiliyor.

Çünkü yalan siyasetin kabul gördüğü bir ortamda, gerçeği sağlıklı bir şekilde halka ulaştırmak hakikaten zor bir durum. Ciddi mücadele gerektiren bir şey.

SMS’i bile yasaklanan, “Tamamen karartma altındayım” diyen Kılıçdaroğlu haksız mı?

Salgın nasıl ki bilim karşısında yenildiyse, yalan da gerçek karşısında yenilecek.

Gerçek, yalanın perdesinin ardından çıkacak. Bu, boş bir umut değil.

Yeni dönem saltanatı için ters yüz edilmiş hakikatten yola çıkan bu gerici otoriter ittifakın karşısında 2.tur için yorgun ama umudunu ve cesaretini kaybetmemiş milyonlar var. Bir yurttaş seferberliğine oturan politik bir rekabeti sürdürüyorlar. Onlardan güçlü değiller belki ama onlardan çoklar. Onlar gibi siyasal ve ekonomik seçkin değiller. Onlar gibi farklı olanı kendileri için tehdit olarak görmedikleri gibi, hakir de görmüyorlar. Ülkedeki toplumsal bağların barış temelinde inşasından yanalar. Ayrıcalıklarını kaybetmek ya da korumak gibi bir dertleri yok. Aksine, eşitsizlik temel dertleri.

Ve umut

Erdoğan; kendi gibi, konumunu yasalardan ve temel siyasi rekabet ilkelerinden münezzeh tutan, her şeyi yapma hakkına sahip, hiçbir şey karşısında hesap verme, sorumlu hissetme zorunluluğuna gerek de duymayan çok fazla siyasi figürü hayatımıza soktu.

Mersin’deki savcı da böyle düşünüyor olacak ki Erdoğan’ın yaydığı ve kıvrak zekaya bağladığı yalan siyaseti hakkında suç duyurusunda bulunmaya giden bir yurttaş, şikayetçi olarak gittiği adliyede cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla gözaltına alınındı, ev hapsiyle cezalandırılıp suçlu olarak çıktı.

Tuhaf bir durum değil mi? Evet, öyle...

Eagelton’un dediğine geliyoruz burada : “Bir eylem anlamdan ne kadar uzaksa o kadar kötüdür. Kötünün bir sebep ya da amaç gibi kendinin ötesinde var olan hiçbir şeyle bağlantısı yoktur.

Evet, bir tercih bu, kötüler bir kez daha zaten oldukları şey olmayı seçiyor.

Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü aday herkese evinin mutfağında kendini, rasyonalite üzerine kurulu vaatlerini ve hayalindeki 2. yüzyılı anlatmaya, seçmeni etkilemeye çalıştığı sıralarda; Erdoğan “rekabetçiliğini” ruhdaşı Trump’ın seçildikten sadece birkaç ay sonra yaptığı: “bu kadar kısa sürede bizim yaptığımızı yapmış, başka bir başkan olduğunu sanmıyorum” sözlerini hatırlatan başta deprem bölgesi olmak üzere gerçekleştirdiği mobil temel atmalarla, “kıvrak zeka” ürünü “yalan siyasetiyle” göstermeye çalışıyordu. Öyle ya onun “Türkiye yüzyılı” bu kıvraklığın üzerine kurulacaktı.

Fatih Yaşlı’nın tabiriyle “ilk kez yanlışlıkla gazetecilik yapan” Abdülkadir Selvi, Erdoğan’a yalan siyaseti üzerine kurulu videonun “ama montaj” olduğunu itiraf ettirdi.

Hukukun, toplumsal ahlakın hatta “muhtemelen günahı, insandan çok Tanrı’ya karşı işlenen bir kabahat olarak gördükleri” için bu anlamda da “dokunulmaz” olduklarını bilmenin kibrini gösteren, açığa çıkmış yalanın bir kefareti olacağını düşünmeyen İbrahim Kalın’dan, Ömer Çelik’e; “neden 14 Mayıs öncesi bunu dile getirmediler” seviyesine düşen Bülent Turan’a kadar utanç duygusunun uzağında kalanları gördük.

Çünkü şu biliniyordu: 20 yılda yaratılan, toplumun yeni normuna uyan seçmen için gerçeğin ters yüz edilmesinin, doğru ya da yanlışın önemi yoktu. Yalan saf kötülükken, kötülük yeterince gerçekken, gerçeğin bir önemi yoktu. Yaratılacak duyguyla, “yozlaştırıcı etkiyle” somut gerçeklikten daha net sonuçlar elde edilirdi. Liderin söylediklerine kendilerini inanmaya mecbur hissedecek kitle yaratılmış ve maniplasyonla tahkim edilmiş iktidarların, itaatin pekişmesine katkı sunacak konsolidasyon yeterdi.

Fatih Yaşlı bunu: “yoksulluğu yönetmek için cehaleti yönetmeye, çoğaltmaya, kitleselleştirmeye ihtiyaç var. bugün türkiye'de cahilleştirme planlı programlı bir iş, bir stratejidir…. bu stratejinin temelinde de dincilik ve milliyetçilik var. türk sağı on yıllardır eğitim sistemiyle, medyasıyla, tarikatıyla, cemaatiyle "ezan susmaz, bayrak inmez" edebiyatıyla kitleleri sürüleştiriyor, akılsızlaştırıyor.” diye izah ediyor.

Kaderimiz benzemesin; “Alman halkı kandırılmadı, kandırılmak istendi” diyen de var, öyle işte.

***

Erdoğan ve yalanlarına rağmen, “sadıklarının” iktidardaki varlığını sürdürmek için düştükleri “ahlaki vasatlığa, “gücün terbiyesizliğine”, “bizi bir türlü rahat bırakmayan kötülüğe”, rağmen Kılıçdaroğlu’nun vaat ettiği cennete, karanlıktan geçerek aydınlığa ulaşmaya bir karış kaldı.

Yalan videonun halkta yarattığı etkiyi “düzmece, basit bir taklit, önemsiz bir şaka” zannederek kampanyasına devam eden Kılıçdaroğlu; 14 Mayıs gecesi halkın karşısına çıktığı ilk andaki yüz hatları, ses tonuyla yenik düştüğü kargaşayı gösteriyordu.

Araba devrilince yol gösteren çok olur, amacım bu değil; ama “içinde bulunduğumuz durumu dönüştürmenin gerekliliğini ancak ona eleştirel gözle bakarsak fark ederiz.”

Pozitif kampanya fetişisti değilim; ama Martenisa ile başladığımız yolculuğu, keskin yüz hatları, sert ses tonları, nevzuhur milliyetçilerin ünlemli cümleleriyle, bitirmek zorunda değiliz kazanmak için.

Walter Benjamin gibi umudu gerçeğe entegre olmak olarak görmeyi seçebiliriz.

“Kötüler kendilerindeki bir eksikliği tamamlamak için başkalarının varlığını sömürürler”

Bizler öyle değiliz.

“Sadece her neredeysek orada yoksullar için adaletten yana yerine getirilmesi gereken küçük bir ödevimiz var.”

Seçimi kazanmamız için yeterince araç mevcut. Bizi yönetenlerin otoritesine meydan okuyarak Erdoğan ve “cumhur elemanlarının” suni istikrarını kesintiye uğratacak bir gelecek yaratmak hala mümkün.

Matematik buna cevaz veriyor.

Sadece yurtdışı katılım oranına bakarak bile umutlu olabiliriz.

Kibir iktidarı için hala aritmetik sorunuz.

Cenneti şimdi ve burada gerçekleştirebiliriz.

İmdat frenini çekip, geleceği 28 Mayıs’a demirleyebiliriz.

Haklarını senden çalanlara inat, haydi sandığa!

Politika