Agah Özgüç kimdir?: Türkan Şoray'la ilk röportajı ben yaptım

Agah Özgüç kimdir?: Türkan Şoray'la ilk röportajı ben yaptım
90 yaşında hayata veda eden, Türk sineması üzerine 58 eseri bulunan Agah Özgüç, 2019'da Ayşe Adlı'ya verdiği röportajda sinema macerasını anlatmıştı.

Agah Özgüç, Türk Sineması tarihi açısından önemli bir isim. Kendini 'sinema tarihçisi' kabul etmese de Yeşilçam'a dair pek çok bilgi ve belge, onun sayesinde kayda geçti. 1960'da gazetecilikle birlikte başladığı koleksiyonu sayesinde yapım şirketlerinde ve sanatçılarda bile olmayan döküman ve görüntünün günümüze ulaşmasını sağladı. Sayısını bilmediği kitaplarına bir yenisini eklemek üzere son hazırlıkları yapan Agah Özgüç'le sohbetimiz, Yeşilçam filmlerinin afişleriyle dolu bir koridorda başladı. Sedat Simavi'nin çektiği, ancak şimdiye dek hakkında hiçbir kayıt bulunmayan iki filmle ilgili yeni belgeler yer alacak bu çalışmasında. Heyecanı hâlâ dipdiri. Kafasında ve arşiv dosyalarında yazılmayı / yayınlanmayı bekleyen çalışmalar sıranın kendilerine gelmesini bekliyor...

Kaç kitap oldu?

Bilmiyorum ki, 50'yi geçti herhalde. Benim için en önemlisi Kültür Bakanlığı için hazırladığım Türk Filmleri Sözlüğü. Türkiye'de yapılmış en önemli çalışmalardan biri bu kitap. Türk Sineması'nın 100. yılı vesilesiyle yaptık.

Kitapta kullanılan belge ve fotoğraflar sizin arşivinizden mi?

Evet, hepsi benim arşivimden. Fotoğraf ve belge olmadan kitap yapmam ben. Önemli olan belge. Ben klasik bir koleksiyoncu değilim. Koleksiyoner toplar, bakar, eder ama ben topladığım her şeyi kullanmak isterim.

Sinemaya ilginiz nasıl başladı?

1950'li yılların ortalarında edebiyat dergilerinde şiirlerim yayınlanıyordu. Attila İlhan'ın etkisi altındaydım. 1960'da profesyonel olarak gazeteciliğe başladım.

Öncesinde sinemayla ilginiz var mıydı?

Amatör olarak takip ediyordum. Profesyonelliğe geçişim 1960'ta Büyük Gazete ile oldu. Dergi formatında yayınlanıyordu ama adı gazeteydi.

Ne yazıyordunuz?

Önce ressamların hayatlarıyla ilgili bir yazı dizisi hazırladım. Sonra setlere gitmeye başladım. 10 yönetmenle görüşerek “Yönetmenler Konuşuyor” diye bir dizi yaptım. Böylece işin içine girdim ve herkesle tanıştım, dost oldum. İlk ropörtaj yaptığım oyuncu Türkan Şoray'dı.

Kaç yaşındaydı o zaman Türkan Hanım?

17 yaşındaydı. İlk filmlerini çekmişti. Onun ilk ropörtajı da oydu gibi geliyor bana.

Agah Özgüç - Türkan Şoray
Senesini hatırlıyor musunuz?

1960. O da 59'da girdi sinemaya. Daha öyle meşhur olmuş falan değildi.

Türkan Hanım çevirdiği ilk filmlerden sonra nasıl tepkiler aldı? Böyle büyük bir şöhrete ulaşacağı o zamanlar tahmin ediliyor muydu?

Star olacağı tahmin edilmemişti, hayır. İlk filmini Türker İnanoğlu çekti. Sonra bir iki film daha çekti. Ülkü Erakalın Hürrem Erman'a götürdüğünde Hürrem Bey biraz kalıplı bulmuş, anatomisi aşırı gelişmiş bir kadın. Genç kız havasında değil. Ama kendine bir düzen kurdu ve Türk Sineması tarihinde diva makamına yerleşti. Türk Sineması tarihinde 4 kadın var ama Türkan Şoray'ın bir ayrıcalığı var, kamera çok seviyor onu. Sinemada güzel kadın, kameranın sevdiği kadındır. Bebek gibi oyuncular var fakat malesef kamerayla iletişim kuramıyorlar. Türkan çok avantajlıydı, kötü fotoğrafını göremezsiniz. Güzelliği o sebeple de çok abartıldı. Türk Sineması'nda bu seviyede karizmaya ulaşmış iki isim var, Türkan Şoray ve Yılmaz Güney.

Meslek hayatınızın ilk yıllarında kiminle görüşeceğinize kendiniz mi karar veriyordunuz? Türkan Hanım'ı siz mi keşfettiniz?

Hayır, o zamanlar tanımıyorum ben Türkan'ı. Beni gazeteciliğe teşvik eden kişi Enis Olcayto'ydu. Motosikletiyle setleri dolaşıp yazı yazıyordu. İyi bir kalemdi. Türkan Şoray'dan randevu aldı, beni motorunun arkasına bindirip sete götürdü. Orada yaptık görüşmeyi. İlk ropörtajlar çok önemlidir. 1960'lı, 70'li yıllarda bütün bu oyunculara birer form gönderdim. Biyografik bilgilerini sordum. Hepsini saklıyorum. Yıllar sonra karşılaştırdım, çoğu doğum tarihini değiştirmiş. İlk söyledikleri doğru! Aradan yıllar geçince yaşlarını küçültme ihtiyacı duyuyorlar.

Erkekler de yapmış mı bunu?

Daha çok kadınlar ama bir iki erkek de var. Bunlar çok doğal. Şöhret bu tür şeyleri beraber getiriyor. Ajda Pekkan'ı eleştiriyor insanlar ama kendini göstermek için bakımlı olması, çeşitli müdahaleler geçirmesi doğal hakkı. Onun da kitabını yazmayı planlıyorum, eğer olursa. Sinemayı sevmedi, müziğe kaydı. Eğer sinemaya devam etseydi Ajda Pekkan olamayacaktı, sinemada da hiçbir şey yapamayacaktı.

Kitap yapmak için yeterince malzeme var mı elinizde?

Bende herkesin malzemesi var.

Agah Özgüç - Cahide Sonku
[Agah Özgüç, Cahide Sonku'nun hayatını konu edinen Peçete Kağıdındaki Anılar kitabını hazırladığı günlerde Sonku ile...]

Ne zamandır topluyorsunuz?

1960'larda başladım ama ondan önce 1914'ten itibaren çekilmiş filmlerin fotoğraflarını topluyordum. 60'tan itibaren de film şirketlerinin depolarına girip birer seri fotoğraf almaya başladım. Önüme atıyorlardı afişleri falan.

Neden topluyordunuz?

Hem hoşuma gidiyordu hem de ilerde işe yarayacaklarını düşünüyordum.

Sizi yönlendiren kimse oldu mu?

Hayır, hiç kimse yönlendirmedi.

Toplayan başka kimse var mıydı?

Giovanni (Scognamillo) vardı, o da bir şeyler yaptı. Ben depolara girip 1960'tan önceki bütün filmlere ait ne kadar afiş ve fotoğraf varsa hepsini aldım. Depolara kimse bakmıyordu, fareler dolaşıyordu. Önce dökümlerini yaptım. Bu sözlüğü ben hazırlamasam başka hiç kimse yapamazdı. Çünkü kimsenin 100 yıl içinde kaç tane film çekildiğini bilmesi mümkün değildi.

Siz net rakam verebiliyor musunuz?

Evet, veriyorum. 2 - 3 tane atlamış olabilirim çünkü ilk yıllarda yapılan filmlerin belgesi yok. Sinemanın doğum tarihi kabul edilen Ayastefanos Abidesi'nin Yıkılışı ile ilgili hiçbir belge yok mesela. Çekilen filmin bir fotoğrafı olur, kamera görüntüsü olur ama yok. Abide yıkılmış doğru fakat Fuat Uskınay'ın o filmi çekip çekmediği belli değil. Gören de yok!

Çekilmemiş de olabilir yani?

Evet, çekilmemiş de olabilir. Ya da çekilmiştir ama kaybolmuştur. Çünkü savaş yılları, Birinci Dünya Savaşı yaşanıyor. Abide'nin altına dinamitleri yerleştiren teğmenin fotoğrafı var, aynı adam hatıralarını da yazmış. Fakat nedense böyle bir filmden hiç bahsetmemiş. Yeni bir belge ortaya çıkmadığı için hâlâ onun çekildiği iddia edilen 1914'ü Türk Sineması'nın başlangıcı kabul ediyoruz.

Fuat Uskınay çektim diyor muydu?

Burçak Evren araştırdı o meseleyi. Çelişkili bilgiler veriyorlar. Onat Kutlar ve Nijat Özon Ankara'ya, Fotofilm Merkezi'ne gittiler aramak için. Oradan bir kutu buldular, üzerinde bu filmin ismi yazıyor ama içinden başka film çıkmış.

Sözlüğe kaç film aldınız?

1914'ten 2014'ün Ağustos ayına kadar çekilen film sayısı 6 bin 655. Bunların tamamı sinemada gösterilmiş filmler. Video ve televizyon filmlerini almadık, onlar ayrı bir olay. Biz halk önüne çıkan filmleri aldık. Çekilmiş, yarım kalmış gösterildiği belgelenemeyen başka filmler var ama aslında seyirci önüne çıktığından emin olduğumuz ilk filmler Sedat Simavi'ye ait; Pençe ve Casus. Ondan sonrası tamamen doğru. Cumhuriyet'ten sonra çekilen ilk film Facia-yı Aşk mesela.

Meslek hayatınızın başından beri fotoğraf topladığınızı söylediniz. Belgeler ne zaman ilginizi çekmeye başladı?

Fotoğrafla aynı zamanda belge de topladım. Araştırma dosyası hazırlamıyordum ama ilerde işime yarayacağını biliyordum. Bir yandan malzeme topluyor, bir yandan da gittiğim bütün setlerden notlar tutuyordum. Konuştuğum yönetmen ve sanatçıların bazıları geçmişte yaptıkları filmler hakkında konuşamıyorlardı, çünkü hatırlamıyorlardı.

Kendi arşivleri yok muydu?

Hayır, nedense hiç kimse arşiv tutma gereği duymamış. Arşivi olan tek kişi İzzet Günay, bütün filmlerinin fotoğraflarını ve afişlerini toplamış o. Diğerleri bana soruyorlardı. Mesela Atıf Yılmaz'a soruyorlar kaç film yaptınız diye. “Ben bilmiyorum, Agah'a sorun!” diyor. Cüneyt Arkın'da da var aynı sorun. Unuttuğum filmler var, 'Bana yardımcı olun!' diyor o da.

Yapım şirketleri arşiv tutuyor muydu?

Set fotoğrafçıları vardı, onlara diyelim ki 50 takım fotoğraf çektiriyorlardı. Sinemaların girişinde sergileniyordu fotoğraflar. Film gösterimden kalktıktan sonra afişler, fotoğraflar depolara konuluyordu. Kimse bakmıyor, küfleniyor. Yersizlikten atılıyor. Yıldız Film Stüdyosu vardı, sahibi Ferdinand Manukyan. Hem bankerdi, hem de stüdyo kurdu. Yıllar sonra Manukyan'ın binası için yıkım kararı çıktı. Adam Hürriyet Gazetesi'ne ilan verdi. Onun stüdyosunda filmler yıkanıyor, işlemden geçiyor. “Sahipleri gelip alsın filmleri” dedi ilanda. Kimse almadı biliyor musunuz. Adam bütün o 100'lerce bobini kapının önüne koydu. Bir kamyona doldurup Sarayburnu'ndan denize attılar. Türk Sineması'nın böyle trajedileri çoktur.

Magazin muhabirliği yaptınız değil mi?

Evet, eğer o işi yapmasaydım bu çalışmaların hiçbirini yapmama imkan yoktu. Dönemin en önemli magazin dergilerinde çalıştım. Çok önemli bilgilere ulaştım. Bazılarını yazdım. Hangi filmi, kim, nereden çalmış diye bir haber yaptım mesela. Alınmasınlar diye de başlığına “Türk Sineması'nda Kleptomani” dedim. Dergilerin bir ropörtaja 30 lira verdiğini hatırlıyorum. Bazılarına ayda 3, bazılarına 5 yazı veriyordum. Oralardan aldığım paralarla oyuncuların gittiği Klup 12'de her akşam dans ediyordum. Bütün artistler oraya geliyordu. Dönemin en büyük gece klübüydü.

Neredeydi Klüp 12?

Sıraselviler'de.

Sahibi kimdi?

İsmini hatırlamıyorum. Her gece orada artistlerle beraberdim. O kadar çok şey öğrendim ki haklarında. Ama bu bilgilerin çoğunu sakladım, kimse benden sır alamadı. Yazmadığım çok şey var. Türk Sineması'nda Yeşilçam Aşkları kitabını yazdım. Adı ilk anda magazin kitabı gibi gelebilir ama değil. Burada mektuplar var, Yılmaz Güney'in Nebahat'e yazdığı mektupları ilk defa ben yayınladım.

Nasıl geçti elinize bunlar?

Onu söylemeyeyim ama başka birşey anlatayım. Gülsüm Kamu vardı, çok güzel bir kadın. Beşiktaş'lı Yusuf'la beraber o zaman. Fakat Yusuf'un bir sevgilisi daha var, o da benim arkadaşım. O kız bana dedi ki “Yusuf'un arabasının torpidosunda mektuplar var!”, “Onları bana getir!” dedim, öyle geldi o mektuplar.

Sizin tabirinizle 'kleptomani' mi diyeceğiz buna da?

Hayır, bu araştırmacılık. Çalmak başka, istemek başka. Onların bazılarını hemen o dönemde yayınladım. Bazı yerleri makasladım tabii. Gülsüm enteresan bir kadındı. Tiyatro sanatçısıydı, Kemalettin Kamu'nun da yeğeniydi... Her belge farklı bir kanaldan geldi. Kiminin annesi verdi, bazı anneler oyuncuların ikinci beynidir. Çocukları reklam olsun diye her şeyi yaparlar. Yayınlamadığım şeyler de var tabii, onlar duruyor. Şu anda bende 20 bin kareden fazla film fotoğrafı var. Hepsi 18-24'tür. Gala davetiyeleri var. Sahaflardan ve müzayedelerden aldığım da çok şey oldu. Bu belgeler olmasa kitaplarım da olmazdı. Başka pek çok kişiyi de belgelerle doyurdum.

Arşivinizin nasıl bir düzeni var?

Elimdeki belgeler yığılmaya başlayınca röntgen filmi kutusu buldum bir kamyon. Fotoğrafları konularına göre bu kutulara yerleştirdim ve etiketledim. Başka türlü işin içinden çıkamazsınız.

Evinizde mi bütün bu malzemeler?

Evet, bir de depomuz var Allah'tan, yoksa yanmıştık.

Hep sinema mı çalıştınız?

Tabii, sinema tarihi alanlarında danışmanlık da yaptım. 60'lardan itibaren çıkan bütün magazin dergilerinde çalıştım. Artist dergisi 300 sayı çıkmıştı. Sahibi Recep Ekicigil eğer sinemaya girmeseydi, Hürriyet kadar büyüyebilirdi. Ama film çekti, ilk filmi ödül de aldı. Gurbet Kuşları'nın yapımcısıydı. Sinemaya girince dağıldı.

Albenisi yüksek bir iş film yapmak, filmlerde oynamak. Siz yönetmenlerle ve oyuncularla arkadaşsınız. Hiç oynadınız mı?

Türker İnanoğlu Hancı diye bir film çekiyordu. Gırgırına bir yerde 'Şöyle bir yürü' dedi. Orada göründüm. Bir de Sinan Çetin'in Bay E filminde bir sahnede oynadım o kadar. Onları da hep ropörtaj uğruna yaptım.

Agah Özgüç
O dönemde sizinle aynı işi yapan bütün gazeteciler bu kadar yakın mıydı Yeşilçam'ın ünlü isimlerine?

Benim kadar yakın olan tabii ki bazı isimler vardı, Erman Şener mesela. Fakat artistlerin benimle çok yakın bir ilişkileri vardı.

Sizi nasıl aldılar aralarına?

İyi magazin önemlidir. Ben artistlerin özel hayatlarını, sırlarını ifşa etmedim. İnsan nihayetinde, taş değil ki elbette bir şeyler yaşayacak. Metin Erksan sinemacılar içinde benim en yakın dostumdur. Büyük bir isimdi. Kuyu filmini yapacak. İstanbul dışında çekilecek. Yapımcısı da Necip Sarıca. Türkan Şoray'ı oynatmak istiyorlar. Ama onun o dönemde bir takım kanunları var. 10 madde. Onları ilk yayınlayan benim. Bir madde de “İstanbul dışına çıkmam!”dı, olmadı o iş. Kast tamamlanmış ama kızı bir türlü bulamıyorlar. Bir akşam klüpte bana bir kız tanıştırdılar. Güzelce bir kız. Onu götürdüm Metin Erksan'a. Sıraselviler'in aşağısında, Defterdar Yokuşu'nda oturuyordu. Tanıştırdım, makyajını sildirdi. Köylü kızını oynayacaktı, başına bir şey sardı, Tamam dedi.

Kim o kız? Tanıdığımız biri mi?

Nil Göncü. Oynadı o filmde tabii. Kulağıma bir şeyler geldi, bu kız zamanında bir takım uygunsuz resimler çektirmiş. Sordum, inkar etti. Ama ben gördüm resimleri, piyasadan topladım ve kurtardım kızı. Böyle olaylar sonucunda güvenlerini kazandım. O yıllarda basında dışlandım ama sonra yaptığım işlerin önemi kavrandı. Giovanni ve Nijat Özon çok destekledi beni... Benim için de derler ama bana sorarsanız iki tane Türk Sineması tarihçisi vardır; biri Giovanni diğeri Nijat Özon'dur. Ben sinema yazarıyım.

Araştırmacı kimliğinizi bildiği için elindeki malzemeyi size veren kimse oldu mu?

Tabii, Metin Erksan bir takım fotoğraflar ve kendi el yazısıyla yazdığı belgeleri verdi mesela. Kuyu'yu çekerken Dinar'dan bana mektup yazıyordu. Onlar da duruyor. İzzet Günay, Selda Alkor gibi isimler de verdi bir şeyler. Selda Alkor kimdi biliyor musunuz? Bir zamanlar Tatavla'da, şimdiki adıyla Kurtuluş'ta Krisantos diye bir kabadayı vardı, polis düşmanı. Çok polis öldürmüştür. Krisantos'u yakalayıp kurşunlayan komiser, Selda Alkor'un babasıdır. Babasının fotoğraflarını verdi bana. İşe yarayacak malzemeyi alıyordum. Rutkay Aziz, cam negatifle basılmış 150 kare fotoğraf verdi sonra. Muhsin Ertuğrul'un çektiği filmlerin fotoğrafları. Taşınıyormuş Rutkay, koyacak yeri yok, ben olmasam atılacak! Düşünebiliyor musunuz...

Piyasadan da topladınız değil mi?

Tabii, her taraftan. Atilla Dorsay biyografimi yazmıştı. Orada benim için yarı kaçık bir adam demişti.

Katılıyor musunuz bu nitelemeye?

Olabilir tabii. Metin Erksan deli bir adamdı mesela. Eğer sevmeseydim bu işi yapamazdım, imkan yok buna. Bir işi sevmeden yapıyorsanız bir yere varamazsınız.

Aralarında Yılmaz Güney'in de olduğu önemli biyografiler yazdınız. Yılmaz Güney'le arkadaşlığınız nasıl başladı?

Tanışmadan önce Yılmaz'la aynı dergilere şiir yazıyorduk. O zamanlar Pütün soyadını kullanıyordu. Komünizm propagandası yaptı diye bunu bir buçuk sene hapse attılar. Çıktıktan sonra İkisi de Cesur diye bir film yaptı. Bunu seyrettim. Adam yakışıklı falan değil ama o filmde öyle bir duygusallık vardı ki, çok etkiledi seyirciyi. Anadolu sinemalarında çok iyi iş yaptı. O filmi gördükten sonra tanıştım. Adamda bir şey var, çözemiyorsunuz ama içinize işliyor. O zamanlar Ses'teyim. İstiklal Caddesi'nde bir ropörtaj yaptım, götürdüm. Çetin Emeç “Kim bu?” dedi. Anlattım durumu. Zar zor iki sütuna koydular.

Henüz tanınmıyor öyle mi?

Filmleri İstanbul'da oynamıyor o zaman.

Hangi yıllar?

1961 / 62. Hatır için yayınlandı o ropörtaj. Bir kaç yıl sonra Çirkin Kral olayı çıktı, filmler başladı, ancak o zaman tanındı İstanbul'da. Sonra bir gece Klüp 12'de bir olay çıkıyor, 3 kişiyi bıçaklıyor Yılmaz. Kaçıyor tabii. Polis arıyor. Sıraselviler'de birinin evinde saklanıyor. Buldum ben tabii. Evden çıkarken fotoğraflarını çektim. Yanında da çocuğunun annesi olan Can Güney var. Ses'te 4 sayfa girdi o resimler. Sonra arkadaş olduk, bana hayatını anlattı.

Kitabınızda kullandığınız bilgiler bizzat kendisinden dinlediğiniz şeyler mi?

3 kitap yaptım onunla ilgili. Arkadaşım Yılmaz Güney'de yazdım anılarımı. O zamana kadar Umut dahil tekmil bir senaryo yazmamıştı. Yılmaz Güney 6 senaryo yazdı; hepsini de cezaevinde yazdı. O zamanlar yılda 15 film çekiyordu. Hepsinin setine giriyor, nasıl yazsın.

Ne yapıyordu peki?

Gazeteci Aydın Engin vardı. Onu çağırıyor, treatment veriyor, hikayeyi anlatıyor ve para karşılığı ona yazdırıyor. Aydın Engin bir şartla kabul ediyor yazmayı, “İsmimi kimse bilmeyecek!” onun için ismi açıklanmıyor. Yılmaz Güney sette okuyor senaryoyu, bazı yerleri hemen orada değiştiriyor ve çekiyor filmi. Semih Evin diye bir adam var, bu adam senaryosuz film çekerdi ve üstelik aynı anda, aynı yerde iki film birden çekerdi, farketmezsiniz bile. Oyuncu farketmezse tek film parası verir. O zamanki sinemaya 'Konfeksiyon Sineması' diyordum ben.

Siz iyi bir sahaf müşterisisiniz aynı zamanda. Ne zamandır gidiyorsunuz sahaflara?

Son zamanlarda değil ama eskiden çok gidiyordum. Beyoğlu'nda Şişman Mehmet vardır, müzayede yapıyordu, onun müzayedelerine katılıyordum. Kadıköy'de bit pazarı vardı, oradan neler buldum bilseniz.

Neler buldunuz?

Artistlerin portrelerini, mektuplarını, imzalı fotoğraflarını, 1950'lerde çıkan dergileri... Ayrıca daktilo, film makinesi, radyo gibi şekillerde yapılmış kalemtraş da topladım. Onlardan da bir yazı çıkar.

Sinema dışında başka alanda belge topladınız mı?

10 bine yakın sevda kartpostalı var.

Nedir bunların özelliği?

1900'lü yıllar ve öncesinde sevgililer için hazırlanmış Fransızca ve Osmanlıca kartpostallar. Damgalı, kabartmalı kartlar. Galalarda dağıtılan promosyonlar var, onları da topladım. Onlarla sergi de yaptım.

Arşivinizi almak isteyenler oluyordur muhakkak. Satmayı düşünüyor musunuz?

Bazı teklifler var ama rakam vermiyorlar, ben de bir şey söylemiyorum. Duruyor şimdilik. Ne olacağını bilmiyorum. Metin Erksan arşivinin 10 bin parçadan fazlasını Işık Üniversitesi'ne bağışlamıştı. Son görüşmemiz de orada oldu rahmetliyle. Ben sadece afişleri elden çıkardım. Saklanması en zor olanı onlar. Boyutları büyük, açıp baktıkça kağıtları bozuluyor... 3 bin tane afiş vardı, yersizlikten Hollanda'ya sattım. Almanya'dan Türkan Şoray hayranı bir Türk çocuğu Türkan Hanım'ın bütün afişlerini aldı. Şimdi elimde sadece 6 tane afiş var.

Onları neden ayırdınız?

Çünkü onları yapan ünlü ressam Münif Fehim. Sadece 6 tane afiş yapmıştır, hepsi bende var. Münif Fehim'in 1940'lı ve 50'li yıllarda yaptığı bütün kitap kapakları da var bende. Semih Lütfi ve İnkilap Kitabevi'nin kapaklarını o yapıyor. İlk yönetmenlerden Ahmet Fehim'in oğlu. Dünyada onun kadar çok kitap kapağı yapan yok. Bir Münif Fehim sergisi yapmak için topladım bu malzemeyi.

Yaptınız mı?

Hayır, yapamadım. Bir kaç yere haber gönderdim ama sonuç alamadım.

KAYNAK

Söyleşi: Ayşe Adlı
Fotoğraflar: Bahtiyar İstekli
Arşiv: Agah Özgüç

Kültür Sanat