AKP'nin 20 yıllık ekonomi karnesi
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 2001-2002 krizi nedeniyle ekonomik büyümenin dip yaptığı bir dönemde iktidara geldi. Bu yıllar, Türkiye ekonomisinde büyümenin, 1980'den beri oluşan trendin bile altında kaldığı yıllardı.
AKP'nin 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelmesinin ardından, Nisan 2001'de hayata geçirilen ve bir önceki hükümetin ekonomiden sorumlu devlet bakanı olan Kemal Derviş'in imzasını taşıyan reformlar uygulanmaya devam edildi.
IMF ve reformlar
DW Türkçe'ye konuşan Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ceyhun Elgin, bu reformları şöyle anlatıyor: "Merkez Bankası yasasının değiştirilerek Merkez Bankası'na bağımsızlık verildi, kamu maliyesinde çok ciddi reformlara gidildi, kurulan pek çok bağımsız kurum var. Bunlar, piyasaya yön veren BDDK, TMSF gibi kurumlar. Hazine'nin görev ve sorumluluklarında yapılan revizyon var. Yani yapılan çok şey var."
"Döviz bolluğu ve sıcak para girişine dayalı büyümenin bedeli ulusal tasarruf oranında olağanüstü bir düşme ve kronikleşen işsizlik ve sanayisizleşme oldu"
— DW Türkçe (@dw_turkce) August 11, 2021
Dış borçlar 2002: 129 milyar dolar/ 2020: 450 milyar dolar
AKP'nin 19 yıllık ekonomi karnesi https://t.co/UfMlnBR1ED pic.twitter.com/5aH0AjVbEW
O dönem reformların yanı sıra Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yapılan Stand-by anlaşması da devam ediyor, bu da Türkiye'ye kaynak girişi sağlıyordu.
Elgin'e göre hem reformların hem de IMF anlaşmasının etkisiyle Türkiye ekonomisinde 2002'den sonra ciddi bir zıplama oldu ve bu, 2008 yılında yaşanan küresel ekonomik krize dek devam etti. Yapısal reformların tıkanmaya başladığı 2008 sonrası dönemde ise gelişmiş ülke merkez bankalarının parasal genişlemeye gitmesi birçok gelişmekte olan ülke gibi Türkiye'nin de elini kolaylaştırdı.
Parasal genişleme
DW Türkçe'ye konuşan Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan, bu dönemde dünya ekonomisinde olağanüstü bir genişleme ve sabun köpüğünü andıran bir büyüme konjonktürünün olduğuna dikkat çekiyor.
Yeldan, "Spekülatif büyüme diye adlandırdığımız bu dönemde küresel finans piyasalarında sıcak para akımları coştukça coşmuş ve faizlerin neredeyse sıfıra yaklaştığı bir dönemi çalışır hale gelmiş idi. Türkiye ekonomisi bu dönemde yüksek oranlı faiz vererek bu sıcak parayı yükselen piyasa ekonomisi koşullarında kendi ülkesine çekti ve döviz bolluğu yaşadık" diyor.
Ancak Yeldan'a göre bu şekilde büyümenin bedeli ulusal tasarruf oranında olağanüstü bir düşme ve daha da önemlisi kronikleşen işsizlik ve sanayisizleşmeye yol açtı. Yeldan, imalat sanayinin milli gelirden aldığı payın, 2008, 2009 ve 2010 yıllarında yüzde 15'lere kadar gerilediğine dikkat çekiyor.
Orta gelir tuzağı
Türkiye ekonomisinde döviz bolluğu ve sıcak para girişine dayalı büyüme sürdürülebilir de olmadı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2002 yılında 238 milyar dolar olan gayrisafi yurtiçi hasıla, 2013'te 951 milyar dolara çıksa da geçen yıl 717 milyar dolarla kadar geriledi. Aynı dönemlerde kişi başı milli gelir de 3.581 dolardan 12.480 dolara çıksa da 8.599 dolar seviyesine indi.
Profesör Ceyhun Elgin, Türkiye'nin kişi başı milli gelirde orta gelir tuzağına örnek gösterilecek ülkelerden biri haline geldiğini söylüyor. Orta gelir tuzağı, bir ekonomide kişi başına gelir düzeyinin belirli bir aşamadan öteye gidememesi halini ya da belirli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra durgunluk içine girilmesi durumunu özetliyor. Elgin'e göre bu durumda, uluslararası konjonktür ve ekonomi yönetiminin liyakatten uzaklaşması etkili oldu.
Borçlar katlandı
Öte yandan AKP'nin uyguladığı büyüme modeli, hem kamu hem de hane halkı borçlarına olumsuz yansıdı. Yeldan, her ne pahasına olsun büyüme anlayışıyla uygulanan ucuz kredi ve parasal genişleme politikalarının borçları tırmandırdığına dikkat çekiyor.
Hazine Müsteşarlığının verilerine göre Türkiye'nin dış borcu, kriz yılı olan 2002'de 129,6 milyar dolarken, 2020 sonunda 450 milyar dolara ulaştı. Dış borcun milli gelire oranı 2020'de yüzde 62,8 ile rekor kırarken, tüketici kredileri ve kredi kartı borçları da 2002'deki 6,6 milyar liradan 887,6 milyar liraya çıktı.
2016'daki darbe girişimi sonrasında geçilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ise bağımsız kurumların yıpratıldığı, güvensizlik ve belirsizlik ortamının arttığı bir sürece yol açtı.
Yapışkan enflasyon
Belirsizlik ve güvensizlik ortamı nedeniyle dolar kuru 8 lirayı geçerken 2016'dan sonra tekrar çift haneli rakamlara çıkan enflasyon, Temmuz'da yüzde 19'a ulaştı. 2002 sonunda dolar kuru 1,6 TL seviyesindeydi. 2002 yılında yüzde 29,8 seviyesinde olan enflasyon, 2012 yılında yüzde 6,2 seviyesine kadar inmişti.
Erinç Yeldan, "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen rejim altında da kurumların yıpranması, demokratik kurumların çökertilmesi ve bürokrasinin çökertilmesi sonucunda yaratılan belirsizlik ve güvensizlik ortamı, beklentilerin bozulmasına dayalı yapışkan dediğimiz enflasyonun tetiklenmesine yol açtı" diyor.
Prof. Dr. Ceyhun Elgin, özellikle 2016'dan sonra, öngörülemezliğin, Türkiye ekonomisinin zayıf noktalarından biri haline geldiğini vurguluyor.
Kurumsal yetersizlikler
Türkiye'de ekonomi yönetiminin hem çok başlı hem de tek başlı olduğunu ifade eden Elgin, bağımsız ve özerk olması gereken kurumları kimin yönettiğinin tartışmalı olduğunu ve ekonominin kurumsal kalite yetersizlikleri anlamında çok ciddi sorunlarının bulunduğunu vurguluyor.
Elgin, "Merkez Bankası Başkan değişimleriyle bunu gördük veya Hazine ve Maliye Bakanları değişimleriyle bunu gördük. Açıklanan programların 'plan' adı verilen programların, Orta Vadeli Plan, uzun vadeli plan vs. bunların aslında hep kağıt üzerinde kaldığını, temenniden öteye gitmediğini, ortada aslında bir planlı bir koordinasyon olmadığını vs. bunları hep gördük" diye konuşuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın iktisat literatüründe yer almayan 'faizler düşerse enflasyon da düşer' teorisini hatırlatan Elgin, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın zamansız faiz indirimleri nedeniyle enflasyonun tırmandığına ve kurların yükseldiğine işaret ediyor.
Elgin'e göre güvensizlik ortamından yatırımlar da olumsuz etkileniyor. Elgin, "Türkiye'ye yatırım yapmayı düşünen uluslararası bir yatırımcının, en ufak bir risk artışında veya öngörülebilirlik düşüşünde, pek ala Türkiye'ye benzeyen, belli noktalarda Türkiye'den daha iyi olan, belli noktalarda Türkiye'den daha kötü olan pek çok alternatifi var. Buraya getirmez de komşu ülkeye getirir" diye konuşuyor. Ceyhun Elgin, bu durumun da hem büyümeye hem de makro iktisadi değişkenlere ciddi bir olumsuzluk olarak yansıdığını belirtiyor.
İşsizlik çift haneye demirledi
Öte yandan Türkiye, en fazla büyüdüğü yıllar dahi istihdamda başarılı bir politika sergileyemedi. 2002'de yüzde 10,3 olan işsizlik dört yıl hariç hep yüzde 10'un üzerinde kaldı. İşsizlik en son yüzde 10,6 olarak açıklandı.
Prof. Yeldan'a göre Türkiye bugün bu sürdürülemez büyümenin bedelini üç noktada yaşıyor: Birincisi kronik çok yüksek işsizlik. İkincisi çok yüksek kronik ve yapışkan enflasyon. Üçüncüsü de bütün bunların yurtdışı ilişkilerle de betimlendiği döviz kurundaki aşırı pahalılık. Yeldan, "Bu sarmal Türkiye'de sürdürülemez büyümenin bedeli olarak karşımıza çıkıyor" diyor.
Pelin Ünker
© Deutsche Welle Türkçe
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.