Akşener: "O sandık, er ya da geç gelecek"

Akşener: "O sandık, er ya da geç gelecek"
İYİ Parti Lideri Meral Akşener Marmara Denizi'nde yaşanan müsilaj sorunu üzerinden Erdoğan'a selendi. Akşener "Erdoğan'ın çevreciliği de ekonomistliği gibiyse milletçe büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız, Allah sonumuzu hayır eylesin" dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin mecliste düzenlenen grup toplantısında konuştu. Akşener, "Sayın Erdoğan'ın daha önce ekonomi bizim işimiz dediğinde başımıza gelenler ortada. Bu konuda 'Bu bizim işimiz' dediği anda ben titremeye başlıyorum. Tansiyonum değişiyor" ifadelerini kullandı.

Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

"Siz sakın ola, Sayın Erdoğan’ın “Yerli ve Milli” nutuklarına inanmayın. Yerlilik ve millilik, önce insanın yüreğinde olur. Önce aklında, önce fikrinde, önce zihniyetinde olur. Bunlarınki gibi, sadece sözde olmaz. Çünkü yerli ve milli olmak, tutarlılık ister. Her durumda önce millet, önce memleket diyebilmek ister. Şahsını milletinin önüne koyanlardan, yerli de olmaz, milli de olmaz. Ama artık bu zihniyeti tanıyoruz. Bu vicdansızlığı, bu utanmazlığı, biliyoruz. Dün millet iradesini arkasına alanların, Bugün, o yüce iradeye, nasıl sırtlarını döndüğünü ibretle görüyoruz.

"BU İKTİDARIN TÜRKİYE'YE VERECEK BİR ŞEYİ KALMADI"

Milletin güvenini suistimal eden bu iktidarın, Türkiye’ye verecek bir şeyi kalmadı. Koltukları için ilkelerinden cayanların, milletimize verecek hiçbir şeyi kalmadı.

Sayın Erdoğan; Sen kafanı kuma gömmekte ısrar etsen de, bu dertlerin hepsi gerçek. Notlarımızı alıyoruz. Çözümleri için çalışıyoruz. Allah’ın izniyle ilk sandıkta seni gönderip hepsiyle ilgileneceğiz. Ama bu sırada, sen sarayında sefa sürerken, milletimizin feryadı her geçen gün artıyor. Hangi ile, hangi ilçeye gitsem vatandaş dertli. Zor şartlarda devletlerini yanlarında görmek istiyorlar, ama seslerini duyan yok.

"BU İNSANLARI DAHA NE KADAR DUYMAZDAN GELECEKSİN"

Bu insanları, daha ne kadar duymamazlıktan geleceksin? Daha kaç iş yerinin, kepenk kapatmasını bekleyeceksin?Milletimizin çilesine, daha ne kadar seyirci kalacaksın? Böyle bir yönetim anlayışı olabilir mi? Böyle bir umursamazlık olabilir mi? Böyle bir vicdansızlık olabilir mi? Yazıktır, günahtır.

Ak Parti iktidarı, Türkiye’yi her alanda beladan belaya savururken, biliyorsunuz, Marmara Denizi de bir felaketle boğuşuyor. Müsilaj adı verilen deniz salyası, Marmara’daki deniz yaşamını ve kıyılarımızı tehdit ediyor.

Bir şeyin altını özellikle çizmek istiyorum:

Bu bela yeni değil. İlk olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Bugünküne göre çok daha küçük boyuttaki o felaket, ancak iki yılda temizlenebildi. Peki sonra ne oldu? 2020 yılının Kasım ayında, yeniden ortaya çıktığında, bilim dünyası, başta Bakanlık olmak üzere, ilgili birimleri uyardı, “Önlem alın.” dedi. Peki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ne yaptı? Mayıs’ın ortalarına kadar, bu salgının sıradan bir plankton artışı olduğunu, numune almaya bile gerek olmadığını söyledi. Ama son bir haftada, musilaj kıyılarımızı sarıp, gündem olunca, nihayet Bakanlık, “Acil durum eylem planı” yapmaya başladı. Onlarca bilim insanının, aylardır yaptığı uyarıya kulak asmayan Bakanlık, sustu sustu, en sonunda Sayın Erdoğan, “çevre bizim işimiz ” deyince, nihayet adım attı. İşe bakar mısınız? Şu üstün liyakate bakar mısınız? Devletin bakanı, “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” demeden, işe başlayamıyor. Bilimin uyarısı yetmiyor. Vatandaşın tepkisi yetmiyor.Bu işinin ehli arkadaş, Sayın Erdoğan parmak şaklatmadan adım atamıyor.

"MÜSİLAJ SORUNUNDAN ANCAK 6 YILDA KURTULABİLECEĞİZ"

Yapılan araştırmalara göre, Karadeniz’e ve Marmara’ya dökülen atıkları, yüzde 40 oranında azaltırsak, Müsilaj sorunundan, ancak 6 yılda kurtulabileceğiz.

Deniz salyası, yalnızca ekolojiyi değil, ekonomiyi de ciddi şekilde etkileyen bir sorundur. Bu nedenle, turizm, balıkçılık, deniz ürünleri üretimi gibi, birçok farklı sektöre olan etkilerini, bir an önce belirleyin, bu sektörlere dair gerekli önlemleri, süratle alın.

Sayın Erdoğan’ın daha önce, “Ekonomi bizim işimiz.” dediğinde başımıza gelenler ortadayken,şimdi çıkıp, “Çevre bizim işimiz” demesinden büyük endişe duyuyorum. Şayet Sayın Erdoğan’ın çevreciliği de, ekonomistliği gibiyse, milletçe büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız demektir. Nitekim, çevreyi iş olarak gören bu zihniyetin, çevrecilik anlayışının da, millet bahçesi inşa etmekten öteye gidemediğini, Sayın Erdoğan’ın, “Dünya Çevre Günü’nde” yaptığı, ibretlik konuşmadan anladık.

"RANT UĞRUNA HER ŞEYİ MÜBAH GÖRENLERİN DEVRİ BİTİYOR"

Rant uğruna herşeyi mübah görenlerin devri artık bitiyor. Buradan bir kez daha ilan etmek istiyorum: İYİ Parti olarak, doğa konusunda tavizimiz yok, olmayacak. Doğayı korumak için atılan her adımın, amasız, fakatsız yanındayız, yanında olmaya da devam edeceğiz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Bugün, Türkiye’nin her bir noktası, iktidar tarafından esir alınmış durumda. Her yerden ahlaksızlık, yolsuzluk ve hırsızlık fışkırıyor. Bu çürümenin ortasında, milletimiz geçim derdinde, iş derdinde, can derdindeyken, İktidar hala satıp savmanın, hala o beş müteahhidin kasasını doldurmanın, hala Kanal İstanbul’un derdinde.

Belli ki iktidardakiler, bu milletin ekmeğine, aşına, soluduğu havaya, içtiği suya, yani hayatına kastetmişler. Belli ki, milletin umutlarını söndürmeye yemin etmişler. Ama ant olsun, şart olsun, bu ihanete geçit vermeyeceğiz! Fatih’in İstanbul’unun boğazına, o yağlı ilmeği geçirtmeyeceğiz! Marmara ölürken, deprem tehdidi ortadayken, o ihale kenelerinizin, daha fazla semirmesine müsaade etmeyeceğiz.

Bilimin tüm uyarılarına rağmen, ekonomistlerin ikazlarına rağmen, İstanbullu açıkça “istemiyorum” diyorken, kime, ne söz verdilerse, ısrarla ve inatla “Yapacağız” dedikleri, o ucube kanalı yapmalarına, Marmara’yı ölüme mahkum etmelerine izin vermeyeceğiz.

Bu proje, İstanbul’a yeni bir ihanettir. Bu proje, milletimizin kutlu iradesine yapılan bir saygısızlıktır. Bu proje, hattı zatında, bir proje değil, düpedüz bir soygun planıdır!

"BOŞUNA HEVESLENMEYİN BİR KURUŞ BİLE ALAMAZSINIZ"

Buradan, o ranta göz diken, bu soyguna ortak olmaya heveslenen, yerli ve yabancı her kim varsa, onlara seslenmek istiyorum: Boşuna heveslenmeyin. Boşuna avuçlarınızı ovuşturmayın. Bu devran dönüyor. İlk seçimde bu iktidar gidiyor, bu saray sefası bitiyor. Şimdiden uyarıyorum; O kutlu gün geldiğinde, milletimiz yetkiyi verdiğinde, bir kuruş bile alamazsınız!

Sayın Erdoğan ve Ak Parti iktidarına güvenip de, sakın ola, bu hukuksuzluğa, sakın ola, bu vicdansızlığa ortak olmayın. Sonra çok üzülürsünüz. Demedi demeyin.

İktidar, Kanal İstanbul fantezileriyle oylanırken, Müsilaj sorununu, millet bahçeleriyle çözmeye niyetlenirken, iktidarın beceriksiz ellerinde, ülkemiz, hayati risklerle karşı karşıya kalıyor. Maalesef artık ülkemizin önündeki en büyük tehlikelerden biri de susuzluk. Bütün yapılan çalışmalar, iklim değişikliğinin sonucu olarak, bu sene yaşadığımıza benzer kuraklıkları, önümüzdeki yıllarda da yaşayacağımızı gösteriyor.

Artık bir gerçeği kabul etmek zorundayız: İklim, kuraklık ve susuzluk anlamında, dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Türkiye’de ise, önlem almadığımız takdirde, her şey çok daha kötüye gidecek. Bu sözlerimi felaket tellallığı zannetmeyin. Tam tersine, eğer zamanında önlem alırsak, çocuklarımızı susuzluğa mahkûm etmemek hala elimizde. Yapmamız gereken tek şey, hep birlikte adım atmak.

"SUSUZLUK GELİYOR"

Dünya Bankası bulgularına göre, küresel anlamda, su tehdidinin, en yüksek olduğu bölgelerden birinde yaşıyoruz. Üstelik sanılanın aksine, su zengini bir ülke de değiliz. Dünya Kaynaklar Enstitüsü araştırmalarına göre, su fakirliği konusunda 32. sırada yer alıyoruz. Çöl ülkesi olarak bildiğimiz, Irak, Mısır, Sudan gibi ülkeler bile, su kaynakları konusunda, bizden daha iyi durumdalar.

Nitekim, DSİ rakamlarına baktığınızda, durumun vahametini anlıyorsunuz: 9 yıl içerisinde, ortalama yağışımız neredeyse yarı yarıya azalmış. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin raporlarına göre ise, yalnızca 2020 Kasım ayında, yağışlar, normalin yüzde 49 altında gerçekleşmiş. Daha da kötüsü, bazı bölgelerde, bu azalma yer yer yüzde 80’e kadar çıkmış. Ayrıca, bu yağış azlığı, “kurak” olarak bilinen güneydoğu illerimizde değil, tam tersine, Ege ve Marmara bölgelerimizde gerçekleşmiş. Yani susuzluk, şu an ülkemizin her bölgesini tehdit ediyor.

Bilim insanlarına, sivil toplum kuruluşlarına, hatta bizzat Doğa Ana’nın, kendi diliyle yaptığı uyarılara rağmen, betona aşık, suya düşman olan bu iktidar, bütün bu gelişmeleri görmemezlikten geliyor.

Bütün bu yaşananlar, rantiyecilerin, maden meraklılarının ve doğa düşmanlarının umurunda bile değil.

Fabrikalar torpilli, JES’ler torpilli, HES’ler torpilli, altıncılar torpilli…

Yaylalarımız, dağlarımız, ormanlarımız, tarım alanlarımız, sularımız, denizlerimiz, velhasıl ekosistemi koruyacak, iklim değişikliğine direnecek, ne kadar unsur varsa, hepsi saldırı altında.

Artvin’den Aydın’a; Tunceli’den Sinop’a; Mersin’den Trakya’ya; Göller bölgesinden Çanakkale’ye; İkizdere’den Çanakçı’ya kadar, cennet vatanımız acımasızca saldırı altında.

Uzungöl yetmemiş gibi, şimdi de Ayder’i yok etmenin peşine düşmüşler. Dünya’nın en nadir doğal güzelliklerinden birine sahip, balık yetiştiriciliği için bir derya olan, Barhal Deresine, Kamilet Vadisine, HES yapmanın peşine düşmüşler.

Böyle insafsızlık olur mu? Böyle vicdansızlık olur mu? Yazıklar olsun.

"ERDOĞAN SENİ BİR KEZ DAHA UYARIYORUM, KANAL İSTANBUL'U BIRAK"

Sayın Erdoğan; Buradan seni bir kez daha uyarıyorum: Kanal İstanbul’u bırak, Seyhan’ın, Ceyhan’ın, Sakarya’nın, Kızılırmak’ın suları ile, Konya başta olmak üzere, İç Anadolu’yu sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak, Fırat ve Dicle’nin suları ile, Güneydoğu Anadolu’yu sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak, Çoruh’un, Aras’ın suları ile, Doğu Anadolu ovalarını sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak, Meriç’in, Tunca’nın, Arda’nın, Ergene’nin suları ile, Trakya’yı sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak, Menderes’lerin ve Gediz’in suları ile, Ege ovalarını sulamayı düşün, Kanal İstanbul’u bırak, terk ettiğin GAP’a, geri dönmeyi düşün. Kanal İstanbul’u bırak, Milletini, memleketini, torunlarımızın geleceğini düşün!

Bu işten, her beceriksizliğini örtmek için yaptığın gibi, “Hata yaptık, milletimiz affetsin, hakkını helal etsin.” diyerek sıyrılamazsın. Doğa Ana’dan nasıl af dileyeceksin? Çocuklarımızdan, bu vatanı bırakacağımız sonraki nesillerden nasıl af dileyeceksin?

"OLMAZ SAYIN ERDOĞAN DOĞA ANANIN AFFI OLMAZ"

Olmaz Sayın Erdoğan. Doğa Ana’ya ihanetin affı olmaz. Geleceğe ihanetin affı olmaz. Bu millet, gün gelir, o ağaçların, o suların, o ihanetin hesabını, sana sandıkta sorar.

Türkiye, hem doğasını kurtarmak, hem de doğru ve planlı bir şekilde yeşil ekonomiye geçmek zorunda.

Bu sadece doğamız için değil, fakirleştirilmiş ve sağlıksız gıdalara mahkum edilmiş milletimizi, bu cendereden kurtarmak için de hayati öneme sahip. Ama su meselesini çözmek, öncelikle samimiyet ister, kararlılık ister. Liyakatli kadrolar, vizyon sahibi bir yönetim anlayışı ister. Önce millet, önce memleket diyen bir iktidar ister.

"DSİ'YE TEKNİK PERSONEL SINAVLA DEĞİL KURAYLA ALINIYOR"

Biliyorsunuz, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü diye bir kurumumuz var. Cumhuriyet tarihi boyunca, dağa taşa adı yazılmış çok önemli bir kurumumuzdur. Daha geçen hafta, Cumhurbaşkanlığı bir kararname yayınladı. Dedi ki; “DSİ’de işe alınacak topograf, laborant, hidrolog gibi teknik personel, sınav yerine kurayla belirlenecek.” Zihniyete bakar mısınız?

Su gibi önemli bir konuda, uzmanlık gerektiren personel, KPSS ile değil, kura ile işe alınacak. Yani teknik bilgisi değil, şansı olan işe girecek. Biz, su konusu çok önemli diyoruz, bu iktidar ise, uzmanlık gerektiren kadroların alımında bile kumar oynuyor.

Böyle devlet yönetilmez. Bu kafayla bu meselenin altında kalırız. Bu zihniyetle susuzluk sorunumuzu çözemeyiz.

"SU AKIYOR ONLAR SADECE BAKIYOR"

“Toprak, Su ve Tarımsal Üretim Üçgeni” bir bütündür. İnsanın gıdası tarım, tarımın gıdası sudur. Hepsi birbirine bağlı ve bağımlıdır. Bütüncül bir bakış açısı ile ele alınmalı, birlikte yönetilmeli, birlikte planlanmalıdır. İşte o nedenle, İYİ Parti olarak yetkiyi aldığımızda tam olarak bunu yapacağız. Bu üçgeni, bütüncül bir anlayışla ele alacağız. Bir bütün olarak, “Toprak ve Su Yönetimi” kurumsallığı içinde, kısa ve orta vadeli planlama yapacağız. Bu iktidar döneminde, su akıyor, onlar ise sadece bakıyor. Varsın onlar, memleketimizin önemli meseleleri karşısında, öööööyle bakadursunlar,

İYİlerin iktidarında, su akacak, çiftçi harman yapacak. Su akacak, hayvancı harman yapacak. Su akacak, tüccar harman yapacak. Su akacak, sanayici harman yapacak.  Su akacak, Türk yapacak. Sulanabilecek bir karış vatan toprağı bile susuz bırakılmayacak. İçiniz rahat olsun.

Yüzlerce yıl önce yapılan bu tarifteki hikmeti, bugün ibretle anlıyoruz. Devlet idaresinde akıl susmuş, ahlak kalmamış, adalet can çekişiyor. Ve koskoca Türk Devleti, Partili Cumhurbaşkanlığı denen, bu ucube sistemin pençesinde, ayakta kalmaya çalışıyor.

"TÜRKİYE'NİN SORUNU PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI SORUNU"

Her zaman söylediğim gibi, Türkiye’nin öncelikli sorunu, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’dir.

İktidarın çarpık zihniyetinin başımıza bela ettiği, ve bugün, doğamızdan mutfağımıza, işimizden sağlığımıza, her alanda dertlerimizin artmasına neden olan, bu ucube sistemin ta kendisidir. Çünkü, yapısı itibarıyla, işleyişi itibarıyla akıldan yoksundur. Biz akıldan, bilimden, liyakatten yanayız. O yüzden, tek adam değil, ortak akıl diyoruz. O yüzden, “Ben ne dersem o olur.” değil,

“Türkiye Milletin Evi’nde, milletimizle birlikte yönetilir.” diyoruz. O yüzden, Milletin Kürsüsü’nde, sözü milletimize bırakıyoruz. İl il, ilçe ilçe, emekçilerimize, çiftçilerimize, esnaflarımıza kulak veriyoruz. Kadınların, gençlerimizin, işsizlerimizin dertlerini dinliyoruz. İşte bu ortak aklın adına da, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz.

"VAKİT YAKLAŞIYOR"

Türkiye potansiyeli olan bir ülke. Türkiye, güçlü, zengin ve mutlu olmak için, ihtiyacı olan her şeye sahip olan bir ülke.

Ancak bu potansiyeli bu ucube sistemle harekete geçiremeyiz. O nedenle, ilk sandıkta, memleketin enerjisini çarçur edip, insanlarımızın umudunu öldüren, bu beceriksizliğe, bu umursamazlığa dur diyeceğiz.

Türkiye’nin potansiyelini, milletimize zenginlik olarak döndüreceğiz. O zenginliği, eşe dosta değil, doymak bilmeyen o beş müteahhite değil, aklın ve hakkın işaret ettiği şekilde, her bir vatandaşımıza yaşatacağız.

Vakit yaklaşıyor. Milletimizin desteğiyle, İYİ Parti her geçen gün büyüyor. Millet iradesinin o kutlu rüzgarıyla, İYİ Parti geliyor. Gittiğimiz her yerde aynı sesi duyuyoruz; Millet Bizi Çağırıyor!

Kimse merak etmesin, bu zor günler geçecek. Türkiye’nin çözülemeyecek derdi yok. Biz hazırız. Vizyonumuzla, projelerimizle geliyoruz. Liyakatli kadrolarımızla, milletimizin hak ettiği o güçlü, zengin ve mutlu Türkiye’yi, milletimizle el ele inşa etmeye geliyoruz.

"O SANDIK ER YA DA GEÇ GELECEK" 

İYİ Parti iktidarı yaklaştıkça, iktidardakilerin kimyaları bozuluyor. Yolun sonu göründükçe, yalanların, iftiraların dozu artıyor.

Güneş ufukta yükseldikçe, korku bacayı sarıyor. Ama nafile. O sandık, er ya da geç gelecek. O sandık gelecek ve milletimizin herkes ferasetini görecek.

Biz, “Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.” diyenleriz. Biz, işte o güzelliğe talibiz. Biz, milletimizin iradesine teslim, emrine amade olanlarız."



Gündem