Astroloji dosyası: “Yıldızlar yeni prenses için ne diyor?”
İngiliz halkı, 1930 yılının yazında, ikinci prenslerinin doğumunu heyecanla bekliyordu; Prenses Margaret, ablası Elizabeth’ten dört yıl sonra, bir ağustos günü dünyaya geldi.
İskoçyalı John Gordon, İngiltere’de patronların peşinden koştuğu, ezber bozan bir gazeteciydi. Gordon, Prenses Margaret doğduğunda, yazı işleri müdürlüğünü yürüttüğü Sunday Express gazetesi için, alışılagelmişin dışında neler yapabileceklerini düşünmeye başladı.
Gordon, günlerce süren arayışın ardından, Kraliyet Ailesi’nin yeni üyesi Margaret’in horoskop’unu, yani doğum haritasını okurlarla paylaşmaya karar verdi. Bunun için İngiltere’nin en ünlü astroloğu Cheiro’ya danıştı ama o pek müsait değildi. Gordon’a, astroloğun acar asistanı Richard Harold Naylor yardımcı olacaktı.
Kafa kafaya veren Gordon ve Naylor, prensesin doğumundan üç gün sonra, “Yıldızlar yeni prenses için ne diyor?” başlıklı bir yazıyı Sunday Express’te yayımladılar: Yazıda, Aslan burcu olan Prenses’in, burcunun karakteristik özelliklerini taşıyacağından ve yine, gezegenlerin açı ve durumlarına göre öngörülebilecek bazı kişilik özelliklerinden bahsediliyordu.
Gazete astrolojisinin ilk örneği olan bu yazı, tam da Gordon’un beklediği şekilde, halkın yoğun ilgisiyle karşılandı. Naylor’ın, eylül doğumlularla ilgili yorumlarını içeren ve bir hafta sonra yayımlanan ikinci yazısı da olumlu geri dönüşler aldı.
Sonraki ay ise, Naylor’ın yıldızının parlamasına sebep olan asıl gelişme yaşandı:
Naylor, bir İngiliz uçağının 8 ile 15 Ekim tarihleri arasında tehlikede olacağını iddia etmişti; 5 Ekim günü, bir İngiliz zeplini, Paris yakınlarındaki fırtınada düştü. 48 kişinin hayatını kaybettiği bu kaza sonrası astroloğun halk içindeki itibarı arttı; bu sebeple Gordon da, kendisine Sunday Express’te “Yıldızlar ne söylüyor?” başlığıyla haftalık bir köşe verdi.
Tevfik Uyar’ın “Astrolojinin Bilimle İmtihanı: Yıldızlar Size Ne Söylemiyor?” kitabından öğrendiğimize göre, İngiltere’den başlayarak gazetelerin astroloji köşelerine yer vermesinin ardında işte böyle ilginç bir hikaye var.
Beri yandan, basın tarihi ve astroloji tarihi açısından bir ilke sebep olan bu olay dizisinde, hikayenin kahramanlarına dikkat etmekte de fayda var:
Sansasyonel habercilik yapan bir pazar gazetesi ve onun başarılı yazı işleri müdürü; öne çıkmayı bekleyen bir astrolog asistanı; bir Kraliyet Ailesi üyesi; kehanet ile kaza; ve de her şeyden önemlisi, kitleler.
Örneğin kitleler, söz konusu uçak kazasından sonra Naylor’ın sözüne o kadar önem verir hale gelmişti ki, o “Pazartesi alışveriş için kötü bir gün” diye yazdığında, mağazalar pazartesi günleri sinek avlıyordu.
‘Merkür retrosu’nu bilen bilirdi
Bugün sosyal medya platformlarında veya ana akım televizyon kanallarında, yeni yıl başlangıçları gibi vesilelerle sık sık karşımıza çıkan astrolojik içerikler, konunun meraklısı olmayan birçok insana, Türkiye’de bir “astroloji patlaması” yaşandığını düşündürüyor olabilir.
Ama bence durum, yakın zamana kadar, genellikle ikili ilişkilerde ve gazetelerdeki küçük köşelerde-televizyonlardaki gündüz programlarında nefes alan astrolojinin; kendini tekrar ve dolaysız üretecek yeni yeni mecralara kavuşmuş olmasından ibaret: Twitter, YouTube, Instagram platformları, özellikle beş on yıl öncesine kadar tanınmayan, onlarca yeni astrolog için üretim-paylaşım ve etkileşim alanı işlevi görüyor.
Bununla birlikte, sosyal medya öncesi dönemde Türkiye’nin aşina olduğu birçok astroloğun beş on yıl önceki röportajları incelendiğinde, astroloji eğitimine talebin o zamanlardan itibaren artış gösterdiği tespiti de yapılabilir.
Gözden kaçırmış olabilirim ama Türkiye’deki insanların astrolojiye yönelik ilgisini ölçmüş herhangi bir çalışma mevcut değil. Bu konuda emin konuşmak için, ABD ve çoğu Avrupa ülkesindeki gibi, insanlarının astrolojiye yönelik algılarının-inançlarının, yıllara-olaylara bağlı değişimini ortaya koyan istatistiklere ihtiyacımız var.
Astronomi ve astrolojinin kardeşliği
Beri yandan insanlığın, astrolojiye yönelik ilgisinin arka planına bugün temel hatlarıyla vakıfız.
Homo sapiens, yani bildiğimiz anlamıyla insan; tarihi 2.5 milyon yıl öncesine kadar uzanan Homo ailesi içinde hayatta kalmış tek tür. Örneğin, modern insana en yakın türlerden biri olan, ölülerini gömdükleri de bilinen Neandertaller’in 30.000 yıl öncesine; modern insana görece uzak bir tür olan, avcılıkta çok ustalaştıkları da bilinen Homo erectus’un da yaklaşık 200.000 yıl öncesine değin yaşadığı biliniyor.
Bu insan türlerinin hemen hepsi de, karanlık çökünce ateş yaktı, ailesiyle yakınlarıyla birlikte sırtlarını kayalara-ağaçlara verip gökyüzünü uzun uzun seyretti; anlamlar aradı. Yani, benliğinin farkında olan Homo türü için, gökyüzünü seyredip öyle ya da böyle anlamlar çıkarmak; bir başka deyişle, çok sonraları astroloji ve astronomi diye ayrılacak olan o yolu katetmek kaçınılmazdı.
“Kadim bir öğreti” olan astroloji, hikayesini, ilginç bir şekilde, yalnızca tek bir insan türünün, yani Homo sapiens’in tarihiyle sınırlandırarak anlatıyor, eh, o zaman biz de bu geleneği bozmadan devam edelim:
Barış İlhan’ın “Astroloji Dersleri” kitabına göre astroloji; ilk insanların yaşamlarını planlamaları için gökyüzünün ve oradaki hareketlerin incelemesi sonucu başlayan bir yolculuktu. İnsanlar ancak; dolunayın, ekinoksların, solistlerin, sellerin, kuraklıkların ne zaman olacağını bildiği ölçüde, yaşamlarını planlayabilirlerdi.
Tabii ki, astrolojinin ortaya çıkışı, salt pratik ihtiyaçlara da dayanmıyordu; astrolojinin tarihi, aynı zamanda dinselliğin, metafiziğin de tarihi demekti. Bu bağlamda, İlhan’ın da kitabında yer verdiği ve günümüze ulaşan en eski astrolojik kayıt kabul edilen, Babillilerin “Enuma Anu Enlil” tabletlerini hatırlatmak faydalı olur. İşte, M.Ö. 17 yüzyılda yazıldığı düşünülen o tabletlerden birkaç alıntı:
– Eğer Jüpiter, Ay’ın etki alanına girerse, o yıl bir kral ölür (ya da) ay-güneş tutulması gerçekleşir, büyük bir kral ölür.
– Jüpiter, Ay’ın ortasına girerse, ülkede ticaret azalır; Jüpiter, Ay’ın arkasından çıkar giderse, ülkede düşmanlık gelişir.
– Arahsamna ayının 11. gününde, Venüs doğuda kayboldu. İki ay, gün gökyüzünden uzak kaldı. Tebeti ayında, batıda görünmeye başladı; bu yılın hasatı bol olacak.
Babillilerin gök tanrısı Anu ve yeryüzü tanrısı Enlil’e atfen, din adamları tarafından yazılmış bu tabletleri, hem astrolojik kehanetler hem de astronomik gözlemler içeriyordu ve sıradan insanlara değil, dönemin seçkinleri olan kral ile aile üyelerine hitap ediyordu. Bu açıdan bakıldığında, ilk defa günlük bir gazetede bir seçkinin, yani Prenses Margaret’in horoskop’unun yayımlanmış olması, pek şaşırtıcı olmasa gerek.
Peki, astroloji ile astronominin yolları ciddi olarak ne zaman ayrıldı? Ya da bu soruyu şöyle sormak daha uygun: Astroloji ne zamandan beri makbul evlat astronominin, istenmeyen kardeşi muamelesi görmeye başladı?
Bu sorunun cevabı elbette, Batı’dan başlayarak bilimsel düşünceyi hakim kılan süreçle; yani kilisenin etkisinin azalmasıyla, coğrafi keşiflerle, Rönesans’la, Aydınlanma çağıyla ve Endüstri Devrimi’yle bağlantılı.
Astroloji bugün bilim dünyası için; simya, ruhçuluk, büyücülük, falcılık gibi kendi haline bırakılıp, uzaktan gülümsemeyle seyredilen, nafile bir uğraştan başka bir şey değil.
Astrolojinin yıldızının parladığı zamanlar
Evet, astroloji bir Homo sapiens icadı olarak kabul edilir ama bu insan toplulukları da, dünyanın birçok yerinde, aslında farklı farklı astroloji disiplinleri geliştirdi. Bizim bugün astroloji diye bildiğimiz şey, bunlardan sadece biri, Batı astrolojisi… Çin ya da Hint astrolojileri de mevcut.
Batı astrolojisi, bilimsel düşünceyle karşı karşıya gelmeden önce, halklar-coğrafyalar nezdinde ne gibi iniş çıkışlar yaşadı? Uyar’ın “Astrolojinin Bilimle İmtihanı” kitabından aktarmaya devam edelim:
Elbette, astrolojiye dair şüpheler, Avrupa menşeili bilimsel devrimle başlamadı. Örneğin, 6. ve 7. yüzyıllarda, İspanya’daki Sevilla şehrinin başpiskoposluğunu yapan ve bugün “eski dünyanın son bilgini” olarak anılan İsador, astronomi ve astroloji arasındaki keskin ayrımları ilk işaret eden isimlerden biri olarak biliniyor. İsador’a göre astroloji, kısmen bir doğa bilimi olmakla birlikte, özünde doğaüstüydü; 12 sembollü burçlar ve etkileri de batıl inançtan başka bir şey değildi.
İsador, bu tespitlerini astrolojinin popülerliğini yitirdiği 7. yüzyılda yapmıştı ama astroloji ondan önce de, örneğin 4. ve 5. yüzyıllarda, hem Batı hem de Doğu Roma imparatorluklarındaki mevcut Hıristiyanlık anlayışıyla bağdaşmadığı için revaçta değildi.
Astrolojinin yıldızını tekrar parlatanlar, 8. ve 9. yüzyıllardaki İslam bilginleri oldu.
Müslüman bilginlerin; İslam dininde, yaratılmış her şeyin insan için yaratıldığına yönelik inanca bağlı olarak, göklerdeki her şeyin insanlarla ilgili olduğunu öne sürmeleri, bu yükselişin zemini oldu. Arap astrolog Ebu Maşer el Belhi’in, astrolojik olayların fiziksel etkilere sebep olduğunu iddia eden çalışmaları da, astrolojiyi mistik havasından kurtararak madde ilmi sınırları içine aldı.
Astroloji, 12. yüzyılda Arapça eserlerin Latinceye çevrilmesiyle birlikte, Avrupa’da yükselişe geçti fakat tekrar karşısında kendisine şüpheyle bakan isimleri buldu.
Örneğin, Rönesans dönemi filozofu Pico della Mirandola çalışmalarında, astrologların gerçekleşmeyen hava durumu kehanetlerini ya da aynı yerde doğan ikizlerin birbirine benzememesi konularını masaya yatırdı. Pico’nun çalışmaları, kendisinden sonra astrolojiyle mücadele edecek isimler için temel başvuru kaynağı oldu.
Din ve bilim kıskacındaki astroloji
Bugün Batı dünyasındaki astrologların; rasyonel düşüncenin, kendilerine tahsis ettiği ve önüne “sahte bilim” tabelası astığı bu oyun alanından ve tabii ki pazardan genel olarak memnun olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki astrologlar ise, henüz Batı’daki meslektaşları kadar sınanmadılar ama onların da nihayetinde rahat nefes alabilecekleri yegane yer, bu alanlar olacaktır.
Türkiyeli astrologların söylemlerine bakıldığında, bilimden ziyade dini inançlarla karşı karşıya gelmemeye çalıştıkları fark edilir ama zaten astrolojinin bugüne kadarki mevcudiyetinin arkasında da, kurumsal dinlerle çelişkiye düşmeme çabası yatar. Bu anlamda, “yaradan”, “kadim”, “Allah”, “kader”, “ilahi sistem”, “göksel”, “cüzi irade” ifadelerini sık sık kullanan yurdum astrologlarının, bazen de bu ifadelerle bağlantılı veya bağlantısız olarak “enerji” kelimesini kullandıkları görülür.
Yine çabalarını “insanın kendisini bulma” sürecinin bir yöntemi olarak tanımlayan astrologlarımızın sıklıkla, “Kendini bilen kaderini bilir”, “İlk ayette ‘Oku’ denmiş”, “İlim ilim kendini bilmektir”, “Yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır” gibi cümleleri de dillendirdikleri görülür.
Bugün dünyada yaptıkları sınavlarla astrologlara yeterlilik sertifikası veren bazı kurumlar olsa da, astroloji genel olarak usta çırak ilişkisine dayanır. Kamuoyu önünde söz alan çoğu astroloğumuzun, astrolojiyle çok erken yaşlarından itibaren ilgilendiğini özellikle vurgulamasını, ufak bir meşruiyet çabası olarak değerlendirmek gerekir.
Dosyanın başında, sosyal medya platformlarının, astrolojinin yeni simalarına büyük imkanlar sunduğunu söylemiştim. Bu durumun, mesleğine yıllarını vermiş, birçok tanınır astroloğu alttan alta rahatsız ettiğini de eklemeliyim.
Kıdemli ve meşhur astrologlarımızın röportajlarında muhakkak araya sıkıştırdığı şuna benzer sözler, söz konusu rahatsızlığın somut kanıtları arasındadır:
“Kendi küçük camiamızın bilmediği isimler türedi”,
“Astrolojiyi şipşak hale getirdiler”,
“Yeni isimler ne hesaplama biliyor ne de yorum”,
“3000 doğum haritası görmeyen de kendine bir zahmet astroloğum demesin”,
“Astrolojiyi tüccar ruhlu insanlar ele geçirdi”
ya da “Sosyal medyada takipçi satın alınarak, her konuda bir yorumda bulunarak büyük astrolog olunmaz.”
Zira artık sosyal medyada ortaya çıkan, yüksek takipçili her yeni astrolog; astroloji pazarındaki pastanın daha da daralması demek. Benim ulaştığım bilgilere göre, örneğin bugün bir doğum haritası için, astroloğun ününe ve tecrübesine bağlı olarak tabii, 500 TL ile 2000 TL arası bir ücret isteniyor.
Kitleler astrolojiyi neden seviyor?
Astroloji; gökcisimlerinin karakterimiz, sağlığımız, aşk-seks hayatımız ya da ekonomik durumumuz üzerinde yoğun etkileri olduğunu; bu etkilerin yaşamımız boyunca sürdüğünü ve buna bağlı olarak da, gelecekte bizi neleri beklediğini tahmin ettiğini söylüyor.
Gazetelerdeki astroloji köşelerini okumadan güne başlamayanlar olduğu gibi; eş/partner-meslek-yatırım seçimini astrolojiye göre yapanlar da, çocuğunun doğum haritasını çıkarmak için astrologların kapısını aşındıranlar da var.
Yaşanan her ekonomik, toplumsal, siyasi kriz sonrası, astrologların kehanetlerde bulunduğu kitapları raflardan indirip tekrar dolaşıma sokanlar var. Gezegenlerin olağan bir şekilde birbirlerine yaklaştıkları durumları, yani kavuşmalarını, kendi hayatlarındaki bütün vuslatlardan daha merakla, heyecanla bekleyenler var.
Peki astroloji, özellikle bilimsel düşünce karşısındaki zaaflarına rağmen, modern dünyadaki başarılarını nelere borçlu? Başkalarını bilemem, açıkçası onlar adına konuşmayı da istemem ama kendimden hareketle, bu soruyu madde madde şöyle yanıtlayabilirim:
– Gördüğüm kara kedinin uğur getireceğine ya da aynada kendime baktığımda nazar edileceğime canı gönülden inanmış biri olarak söyleyebilirim ki, hayatlarımızı yönlendiren tek hakiki mürşit henüz ne ilimdir ne de fendir.
– Özellikle günlük astrolojik yorumları okumak gerçekten bir süre sonra bağımlılık yapıyor; öyle olmasa, 2020 yılında her gün büfeye gidip Hürriyet gazetesi satın alıyor olmamı başka türlü açıklayamıyorum.
– Anadan babadan ayrı; eş dostla da sosyal mesafe içinde, zam üstüne zam idrakiyle yaşadığımız bu İstanbul cangılında, birilerinin beni, benim yerime düşünmesi-tavsiyeler vermesi, en çok da düzene isyan yerine kendimi değiştirmemi önermesi çok iyi oluyor. Fakat astroloğumun, bu haber dosyasını kendisinin tüm uyarılarına rağmen yayımladığım takdirde, yıldızımın bir süpernova patlama ile ilkin çok parlayıp sonra da söneceğini söylemesi, pek de iyi hissettirmedi. Açıkçası korkumdan bu konuyu başka astroloğa danışamıyorum ve sanırım astrologlar da bir tek kendilerine bağlanılmasını istiyor.
– Gezegenleri, yıldızları, başka dünyaları ve o dünyalar üzerindeki muhtemel yaşamları merak eden ve en çok sevdiği filmler “E.T” ile “Independence Day” olan benim için, uzay bilimlerindeki gelişmeleri takip etmek, makaleler okumak, belgeseller izlemek çok sıkıcı olabiliyor. Ama astroloji böyle değil; bu konulara dair içerdiği basit bilgilerle, çözümlemelerle bana oturduğum yerden evrenin tüm sırlarını verecekmiş gibi duruyor.
– Astroloji, bir kova burcu olan bana, normalde yan yana gelemeyeceğim Amy Winehouse, Serdar Ortaç, Tuncel Kurtiz, Ajda Pekkan ya da Cristiano Ronaldo gibi süper insanlarla aynı grupta yer aldığımı, benzer kişilik özelliklerine sahip olduğumu söylüyor. Bu gerçekten muhteşem bir his. Astrolojinin tılsımı tam da bu sanırım, hem biricik olduğumuzu hem de yalnız olmadığımızı söylüyor.
– Astrolojinin hemen hemen bütün ihtiyaçlarım-hislerim için bir cevabı, bir yönlendirmesi var. Bu nedenle hiçbir zaman sorunlarıma yardım almak için bir psikoloğa gitme gereği duymadım, param cebimde kaldı.
– Ve tabii dürüst olmam gerekirse, değerli yalnızlığımı astrolojiye borçluyum, çünkü yeni tanıştığım insanların güneş burcunda, ay burcunda, olmadı doğum haritasında muhakkak benimkilerle uyuşmayan bir şey olduğunu keşfedip iletişimi kesiveriyorum. Ama son zamanlarda bu iletişim kesmelerimin 5 dakikadan 1 dakikaya düşmesi için, yeni tanışılan insanların astrolojik uyumsuzluklarını hemen ortaya çıkaracak bir telefon uygulaması geliştirmesi için yazılım firmalarına da onlarca mail attım, bu uygulamayı sabırsızlıkla bekliyorum.
– Bir de şunu söylemeyi bir görev bilirim: Bence memlekette liyakat diye bir şeyin kalmamasının en büyük sebebi, özellikle şirketlerdeki insan kaynakları yöneticilerinin astrolojiye yönelik ilgisinin artması ya da zaten İK’cıların yüzde 98’nin astroloji meraklıları arasından seçiliyor olması olabilir, hangisinin doğru olduğunu bilemiyorum. Ama emin olduğum bir şey var, o da, işe alım süreçlerinde gizliden gizliye kişinin astrolojik bilgilerine bakılarak karar veriliyor olduğu. Astrolojinin yaygınlaşması önlenemezse, korkarım ki, Türkiye’den başlayarak tüm dünyada CV’lerin sadece doğum tarihi ve saatini içeren küçük kağıtlara dönüşeceği günler çok yakındır.
Dosyamı bitirirken aklıma bir kez daha bilimkurgu yazarı Philip K. Dick’in şu anekdotu geliyor, Dick’in gerçeğe dair tespitine hak vermemek elde değil:
“ ‘Gerçek nedir?’ sorusunun merkezde olduğu romanları ve hikayeleri yazarken, hep bir gün bir cevapla karşılaşmayı umdum. Bu umudu, okurlarım da paylaşıyordu. Yıllar geçti; ben otuzdan fazla roman ve yüzden fazla hikaye yazdım ama yine de neyin gerçek olduğunu anlayamadım.
Bir gün bir Kanadalı kadın üniversite öğrencisi, felsefe dersi için yazdığı bir makale sebebiyle, benden kendisi için gerçeği tanımlamamı istedi, istediği tek cümlelik bir cevaptı. Bunun üzerine düşündüm ve sonunda ona şöyle dedim:
‘Gerçek, ona inanmayı bıraktığında kaybolmayan şeydir.’
Tüm bulabildiğim buydu ve 1972 yılıydı. İşte, o zamandan beri ben gerçeği daha net bir şekilde tanımlayamıyorum.”
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.