AYM'nin zorunlu din dersi kararı: "Muaf olmak isteyenler için düzenleme şart"

AYM'nin zorunlu din dersi kararı: "Muaf olmak isteyenler için düzenleme şart"
Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararının AİHM kararları doğrultusunda yazılması şarttır. Bu durumda da idarenin zorunlu din derslerinden muafiyet konusunda din ve vicdan özgürlüğünü temel alan düzenlemeler yapması gerekeceği açıktır.

ESRA BAŞBAKKAL*

Hüseyin El adına Anayasa Mahkemesi’ne yaptığımız başvuru sonucunda verilen karar, zorunlu din dersleri konusunda “din ve vicdan özgürlüğünün” düzenlendiği Anayasanın 24. maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 9. maddesine aykırılık bakımından verilen ilk karar olma özelliği taşıyor.

Daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından aynı konuda verilen Mansur Yalçın vs Türkiye ile Hasan-Eylem Zengin kararlarının satır aralarında AİHS’in 9. maddesine ilişkin tespitler olsa da her iki kararda da 1. No’lu protokolün 2. maddesi doğrultusunda, eğitim hakkının ihlal edildiğine hükmedilmişti. Bu nedenle AYM’nin Hüseyin El hakkında verdiği kararın, AİHM ve AYM nezdinde din, vicdan özgürlüğü bağlamında Türkiye hakkında verilen ilk karar olduğu söylenebilir. Ama yine de kararın gerekçesini bekleyerek bu konuda tespitte bulunmak daha doğru olacaktır.

Anayasa Mahkemesi’nin henüz gerekçesi açıklanmayan Hüseyin El kararına ilişkin yerel mahkemeler ve Danıştay’daki süreci aktarmak, konunun daha iyi anlaşılması bakımından yararlı olacaktır.

Yerel mahkeme kararı

Hüseyin El’in, 2009 yılında ilköğretim okulu öğrencisi olan kızı Nazlı Şirin El’in din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muaf tutulmasını talep eden dilekçelerine idare tarafından olumsuz yanıt verilince dava yoluna gidildi.

İlk yargılamayı yapan Ankara 1. İdare Mahkemesi, 29/04/2011 tarihli kararında davamızın kabulüne karar verdi. Mahkeme, gerekçeli kararında; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Hasan ve Eylem Zengin kararına atıfta bulunarak; ‘ülkemizde çoğulculuk anlayışı içerisinde, nesnel ve rasyonel bir şekilde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretiminin verilmediği, bu durumda Anayasa’nın 24. maddesinde, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretiminin zorunlu olduğunun belirtilmesi, ilk ve ortaöğretim kurumlarında verilen öğretimin adının din kültürü ve ahlak bilgisi olmasına rağmen, içerik olarak din ve kültürü ve ahlak bilgisi öğretimi olarak kabul edilemeyeceği açık olduğundan ve din eğitiminin de ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olması karşısında, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin bu içeriği ile zorunlu tutulmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır” tespitinde bulundu.

Yıl kaybetti, karnesi verilmedi

Ancak bu karar aleyhine davalı idareler Milli Eğitim Bakanlığı ve Eskişehir Valiliği tarafından temyiz yoluna başvuruldu ve temyiz incelemesini yapan Danıştay 8. Dairesi’nin 29/11/2011 tarihli kararı ile Ankara 1. İdare Mahkemesinin kararını bozdu. Bu karar sonrasında, karar düzeltme başvurumuz da reddedildi. Son olarak, nihai kararı verecek olan Ankara 1. İdare Mahkemesi’nden, tarafımızca bir önceki kararda direnilmesi talep edilmiş ise de bu Mahkeme Danıştay’ın bozma kararına uyarak davamızın reddine karar verdi. Danıştay bu tarihten sonra da istikrarlı bir şekilde benzer davalara ilişkin olumsuz karar verdi. Olağan kanun yollarına yeniden başvurduk ancak neticede Danıştay kararını değiştirmedi.

Nazlı Şirin El bu süreçte sınıfta bırakıldı, yıl kaybetti. Danıştay 8. Dairesi tarafından lehime verilen kararın bozulmasından sonra, Nazlı Şirin El resmi olarak 7. sınıfta olması gerektiği halde halen resmi kayıtlarda 6. sınıfta gözükmüş, sınıf geçme işlemi yapılmamış ve hatta bir önceki yılın dönem sonu karnesi kendisine verilmemişti. Ayrıca belirtilen yargı süreci ve Nazlı Şirin El’in din dersine girmemesi nedeniyle, Nazlı Şirin okul yönetimi, öğretmen ve öğrenciler tarafından uğradığı manevi baskı neticesinde okul değiştirmek zorunda kaldı. Yargılama sürecinin uzunluğu ve sonuçta çıkan olumsuz karar Nazlı Şirin El’in bu şekilde mağduriyetini daha da artırdı.

Neticede ulusal yargı, ‘Din kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin yeni müfredatı ile din dersi niteliği taşımadığı, içerik olarak din kültürü ve ahlak bilgisi öğretimi olarak kabul edilmesi gerektiğini belirterek, müvekkilim tarafından 2005-2006 öğretim yılında yapılan müfredat değişikliğinden sonra 01.10.2009 tarihinde başvuruda bulunduğunu, bilirkişi raporunun da bu yönde olduğunu ve bu nedenle davanın kabul edilemeyeceğini” belirtmiştir.

Avrupa Komisyonu’nun tespitleri

Hüseyin El adına açılan davalarda idare mahkemesi ve Danıştay kararlarında ‘Davacının, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredat programının düşünce yapısının dışında olduğu yönünde iddiaları bulunmayıp, dini inancının bulunmaması nedeniyle din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muaf tutulması isteminde bulunduğunu, görüldüğünden, davanın davacının istemi doğrultusunda incelenmesi gerekmektedir. TC Anayasanın 24. maddesi ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunun 12. maddesinde hiçbir ayrım yapmadan tüm vatandaşlar için Din Kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu tutulması karşısında, dini inancı olmadığından bahisle çocuğunun bu dersten muaf tutulması isteminin reddinde açıklanan mevzuata aykırılık görülmemiştir denilmiştir.

Belirli bir din anlayışı esas alınıyor

Oysa, söz konusu davamızda; hem din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müvekkilin dini veya felsefi inancına uygun olmadığından herhangi bir din mensubu olduğuna bakılmaksızın ve ilgili düzenlemeler doğrultusunda din ve inanç özgürlüğünün uygulanması kapsamında çocuğunun bu dersten muaf tutulmasını istediğini, hem de bu dersin müfredatının müvekkilin düşünce yapısının dışında olduğu, müfredatın belirli bir din anlayışını esas aldığı, nesnel ve rasyonel bir öğretime yönelik olmadığı belirtilmiştir.

Aslında bütün bu iddiaların bütününde çıkan olağan sonuç, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredat programının ve dersin genel niteliğinin ebeveyn konumundaki müvekkilin düşünce yapısının dışında olduğu ve bu dersin zorunlu tutulmasının ve Hıristiyan ve Musevi olmak dışında başka bir seçenek sunulmamasının Anayasal ilkelere aykırı olduğudur.

Kaldı ki davada müvekkilin dini inancının bulunmadığına ilişkin bir husus zikredilmediği gibi, böyle olsa bile dini inancı bulunmayan bir insanın da ‘kendine özgü bir felsefi düşüncesinin’ olacağı, söz konusu dersin müfredatının ve dersin kendisinin bu düşünceye aykırı olabileceği aşikardır.

Bu bağlamda, söz konusu din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin düşünce yapısına ve felsefi inancına ters olduğunu bildiren başvurucuya, hiçbir seçenek sunulmadan kendin felsefi inançlarına ve düşünce yapısına ters olduğunu söylediği dersin zorunlu tutulması ve bu yönde verilen başvuru konusu yargı kararı başvurucunun Anayasa'nın 24. ve AİHS’nin 9. maddesindeki haklarını açıkça ihlal etmiştir. Yine, başvurucunun okul yönetimince kızının din dersinden muaf tutulması için Nüfus Müdürlüğü’ne verdiği dilekçede, felsefi ve inanç ve kanaatini açıklamaya zorlanması da Anayasa’nın 24. maddesi ve Sözleşmenin 9. maddesinin ihlalidir.

Gerekçeli karar önemli

AİHM, Sinan Işık-Türkiye kararında da dinin nüfus cüzdanında yazılması zorunlu olduğu için kendi rızası olmaksızın dini inancını ifşa etmek mecburiyetinde kaldığından ve dolayısıyla din ve vicdan özgürlüğü hakkının ihlal edildiğinden ve nüfus cüzdanındaki ‘İslam’ ibaresinin gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle talepte bulunduğu halde talebinin reddedilmesinin nedeniyle AİHS’nin 9. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 7 Nisan 2022 tarihinde açıkladığı kısa kararda da Hüseyin El’in “din ve vicdan özgürlüğünün” ihlal edildiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararının AİHM kararları doğrultusunda yazılması şarttır. Bu durumda da idarenin zorunlu din derslerinden muafiyet konusunda din ve vicdan özgürlüğünü temel alan düzenlemeler yapması gerekeceği açıktır.

*Avukat

Gündem