Bugün günlerden 'Gezi Direnişi'

Bugün günlerden 'Gezi Direnişi'
11 yıl önce bugün, İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı’nın göğsüne bir hançer saplandı. 27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan saatlerde gecenin karanlığından çıkan AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı iş makineleri, çelikten paletleriyle Gezi Parkı’na girdiler. Buyruk kesindi, Bölgenin akciğeri Gezi Parkı katledilecek, yerine Osmanlı döneminin simgelerinden Topçu Kışlası ve AVM inşa edilecekti.

ERSİN BAL

11 yıl önce bugün, İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı’nın göğsüne bir hançer saplandı. 27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan saatlerde gecenin karanlığından çıkan AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı iş makineleri, çelikten paletleriyle Gezi Parkı’na girdiler. Buyruk kesindi, Bölgenin akciğeri Gezi Parkı katledilecek, yerine Osmanlı döneminin simgelerinden Topçu Kışlası ve AVM inşa edilecekti.

Taksim Dayanışma Platformu’na bağlı küçük bir gurup, iş makinelerinin önüne çıkarak yıkımı engellediler. 28 Mayıs sabahı polis eşliğinde ikinci kez Park’a yönelen yıkım ekibi, daha güçlü bir direnişle karşılaşınca, Çevik Kuvvet devreye girdi. Polisin, müdahale sırasında orantısız güç kullanması, tepkileri daha da artırdı.

Sosyal medyada hızla örgütlenen ve sayıları giderek artan aktivistler, Gezi Parkı’na kurdukları çadırlarla koruma nöbeti başlattılar. Direnişin İstanbul’u aşarak ülke geneline yayılmasına yol açan gelişme, 30 Mayıs 2013 günü sabaha karşı yaşandı. Parka baskın yapan polis ve AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı zabıta ekipleri, direnişçilerin çadırlarını ateşe verdiler. Müdahale sırasında çok sayıda direnişçi darp edilip, gözaltına alındı.

Tüm Türkiye'ye karşı polisin orantısız gücü

Çadırların yakılması ve ölçüsüz polis şiddeti, protestoların başta Ankara, İzmir ve Eskişehir olmak üzere ülke genelinde yayılmasına yol açtı. Bayburt dışındaki tüm illere sıçrayan eylemler giderek kontrolden çıktı ve AKP Hükümeti’ne yönelik protestolara dönüştü. Eylemleri bastırmakta yetersiz kalan ve orantısız güç uygulayan polis, göstericileri dağıtmak için yüz binin üzerinde gaz fişeği, plastik mermi ve biber gazı kullandı.

70 civarında çevrecinin başlattığı Gezi Parkı direnişinin, kısa sürede ülke genelinde dev bir eyleme dönüşmesinde, Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’li bazı isimlerin, protestoculara yönelik ifadeleri ve gerilimi tırmandıran açıklamaları da etkili olmuştur. Erdoğan’ın göstericileri “çapulcular” olarak nitelemesi. AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik’in, “kelle isteyen yeniçerilere benziyorlar” ifadesi, tansiyonu daha da yükseltmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın, gösterilerin ilk günlerinde dile getirdiği “buraya Topçu Kışlasını yapacağız. Kimse kusura bakmasın” sözü ve Fas seyahati dönüşünde yaptığı açıklamadaki, "Ağaç meselesi bu işin fitiline ateşleme olayıdır. Burada böyle adımın atılması organize adımdır. Bu olayların içinde CHP'nin rolü vardır. Bu iç ve dış bağlantısı olan aşırı uçların organizasyonu" ifadeleri, gerilimi tırmandırmıştı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise aklıselim bir dil tercih ederek, halkı sorumluluğa, polisi ölçülü davranmaya davet etmiştir. Olayların yatışması yönünde açıklama yapan bir başka isim de Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç olmuştur.

Muhalefet, aydınlar ve sanatçılardan destek

Dönemin CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise ilk günden itibaren Gezi Direnişi’ni desteklemiş ve eylemin ikinci günü Taksim’e giderek göstericileri ziyaret etmiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, meydanlarda “Bozkurt” işareti yapan eylemcileri yansıtan görüntülerin medyada yer alması üzerine Ülkücüleri, gösterilere katılmamaları konusunda uyarmış, ancak ilerleyen günlerde protestocuların yanında tavır almıştır.

Gezi Parkı Direnişi’ne, kültür, sanat, müzik, edebiyat, sinema, bilim ve spor dünyasından da yoğun destek gelmiştir. Aralarında Fazıl Say, Levent Kırca, Nejat İşler, Can Bonomo, Demet Evgar, Cem Yılmaz, Şebnem Ferah, Sezen Aksu, Tarkan, Mehmet Okur, Erdal Beşikçioğlu, Okan Bayülgen, Duman, Hayko Cepkin’in de bulunduğu çok sayıda isim, protestolara katılarak veya sosyal medya üzerinden yaptıkları açıklamalarla eyleme destek vermişlerdir. Tarihçi İlber Ortaylı da tepkisin "Hiçbir aklıselim insan, 4-5. asırdan kalan tarihi bir alanın üzerine AVM kurmaz, inşaat yapmaz" diyerek dile getirmiştir.

Türk Tabipler Birliği, gösteriler sırasında yaralananlara ilk yardım hizmeti verilmesi için İstanbul Taksim ve Ankara Kızılay’da iki revir oluşturmuştur. Sendikalardan, STK’lara ve üniversitelere kadar toplumun tüm kesimlerini birleştiren Gezi Parkı protestoları sürecinde, “Duran Adam”, “Kırmızılı Kadın” gibi ikonlaşacak kareler de objektiflere yansımıştır.

Bu süreçte en kötü sınavı ise birkaç gazete ve televizyon dışında, medya vermiştir. İsim yapmış ulusal kanalların önemli bir bölüm, Gezi Parkı eylemlerinin ülke genelinde yaşandığı saatlerde, belgeseller yayınlayıp protestoları ısrarla görmezden gelmişlerdir.

"Kabataş" yalanı

Bazı sözde gazeteciler ise Başbakan Erdoğan’ın 7 Haziran 2013 tarihli AK Parti Grup Toplantısı’nda isim vermeden dile getirdiği, “göstericiler çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler” ifadesinden sonra. Sözü edilen gelinle röportaj yapmak için sıraya girmiş, yaşanmamış bir olayı içine taciz senaryoları da ekleyip sorumsuzca yayınlamışlardır.

Özellikle Elif Çakır’ın röportajından sonra, İsmet Berkan, Abdülkadir Selvi, Sevilay Yükselir, Nihal Bengisu Karaca ve Nagehan Alçı, taciz iddialarını yakaladıkları her fırsatta dile getirmişlerdir. İsmet Berkan daha da ileri giderek, Kabataş İskelesi’nde yaşandığı iddia edile taciz olayının görüntülerini, mobese kayıtlarından izlediği yalanını söylemiştir. Savcılık tarafından başlatılan soruşturma neticesinde tüm kayıtlar izlenmiş ve böyle bir olayın yaşanmadığı anlaşılınca takipsizlik kararı verilmiştir.

"Camide bira içtiler" yalanı

Gezi Parkı gösterileri sırasında Başbakan Erdoğan tarafından dile getirilen bir başka açıklamada ise göstericilerin Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’ne bira şişeleriyle girdikleri iddia edilmişti. Cami’nin o dönemki müezzini Fuat Yıldırım, polise verdiği ifadede ve daha sonra yaptığı açıklamalarda, camide içki içildiğini görmediğini söylemiştir.

Gezi Parkı protestolarının, yapılacak ilk seçimlerde AK Parti’yi hem merkezi yönetim, hem de yerel yönetimlerde iktidardan edebileceği yönündeki görüşleri savunan bazı siyaset bilimciler, kısmen haklı çıktılar. AK Parti, Gezi Protestoları’ndan 10 ay sonra Mart 2014’te düzenlenen yerel seçimlerde, 2011 genel seçimlerine göre 6 puanın üzerinde oy kaybetmesine rağmen seçim, 42.87 oy oranıyla birinci parti olarak tamamladı. Haziran 2015’te yapılan Genel Seçimleri de, 40.87 oranla birinci sırada tamamlayan AK Parti, buna rağmen tek başına iktidar olacak sandalye sayısına ulaşamamıştı. Hükümet kurulamayınca 3 Kasım 2015 tarihinde yeniden seçime gidilmiş ve AK Parti yüzde 49.50 oy oranıyla tek başına iktidar olmuştu.

Ağustos ayına kadar devam eden olaylarda, dokuz gösterici yaşamını yitirdi, sekiz bine yakın kişi de yaralandı. Adana’daki protestolar sırasında bir polis memuru da, alt geçit inşaatından düşerek hayatını kaybetti.

Gezi Parkı gösterilerine ilişki açılan davalara gelince; Bu konuya iki farklı pencereden bakılması gerekiyor. Bunlardan ilki, Osman Kavala’nın “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater Utku, Ayşe Mücella Yapıcı, Ali Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçlamasıyla 18’er yıl hapis cezasına mahkum edildikleri “Gezi Parkı” davasıdır. Mahkumiyet kararlarının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, 2023’ün eylül ayında verdiği kararla Kavala, Atalay, Kahraman, Özerden ve Utku’nun mahkumiyetlerini onamış, Yapıcı, Altınay ve Ekmekçi’nin mahkumiyetlerini ise bozmuştu.

Halkın oylarıyla seçilmiş kişinin milletvekilliği sonlandı

Gezi Parkı eylemlerini finanse ve organize ettiği ileri sürülen Kavala, Kasım 2017’de tutuklanmasının ardından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmuştu. Aralık 2019’da kararını açıklayan AİHM başvuruyu haklı bulmuştu. Kararın gerekçesinde, “Kavala’ya isnat edilen suçlamaya ilişkin somut delil bulunmadığı, tutuklama kararının hukuk dışı nedenlere dayandığı ve derhal tahliye edilmesi gerektiği” vurgulanmıştı. Türkiye’nin bu karara yaptığı itiraz AİHM Büyük Dairesi tarafından reddedilmişti.

Ancak Türkiye, Anayasa’nın 90’nıncı Maddesi’nde yer alan, “uluslararası anlaşmalarla iç hukukun çatışması halinde uluslararası anlaşmaların esas alınacağına” ilişkin hükme rağmen, AİHM’in kararını uygulamadı ve Kavala’yı “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezasına mahkum etti. Bu gelişmeler, Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nin yaptırım kararlarıyla karşı karşıya getirmiş durumda. Süreç içinde Türkiye’nin oy hakkının askıya alınması, hatta üyelikten çıkarılması dahi gündeme gelebilir.

Gezi Parkı Davası’nda 18 yıl hapis cezası alan Can Atalay’ın yargı sürecinde yaşananlar ise bir hukuk garabeti olarak tarihe geçti. Hakkındaki mahkumiyet kararı kesinleşmeden, 14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri’nde Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Hatay Milletvekili olan Can Atalay, avukatı kanalıyla Yargıtay iki kez başvurarak tahliye talebinde bulundu. Ancak Atalay’ın bu başvuruları önce 3’üncü Ceza Dairesi, ardından da 4’üncü Ceza Dairesi tarafından reddedildi.

Atalay son çare olarak, 20 Temmuz 2023’te Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu ve “seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma hakları ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini” ileri sürdü. Başvuruyu inceleyen AYM, 25 Ekim 2023 tarihinde verdiği kararla, Can Atalay’ın “seçilme, siyasi faaliyette bulunma hakları ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine” hükmetti ve kararın bir örneğini “yargılamanın durdurulması, Can Atalay’ın cezaevinden tahliyesinin sağlanması” için ilk derece mahkemesi olan İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Ancak mahkeme, dosyanın son olarak Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nde bulunduğu gerekçesiyle, AYM kararını Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi ise Anayasa’nın 153’üncü maddesindeki “AYM kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar” hükmüne rağmen, Can Atalay hakkındaki ihlal kararının gereğini uygulamadı. Yargıtay bununla da kalmayıp, Atalay’la ilgili ihlal kararını veren AYM üyeleri hakkında, “kesinleşmiş bir hükümden dolayı inceleme yaparak yetkilerini aştıkları” gerekçesiyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda da bulundu. Can Atalay bu gelişmelerin ardından AYM’ye bir kez daha başvurdu. AYM bir kez daha “hak ihlali” kararı verdi. Ve Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, “ihlal” kararının gereğini yine uygulamadı. Takvimler 30 Ocak 2024’ü gösterdiğinde, AKP’li eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Başkanvekilliği’nde toplanan TBMM Genel Kurulu’nda, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin Yargıtay kararı okunarak, halkın oylarıyla seçilmiş bir ismin milletvekilliği sonlandı.

Gezi'de yitirilen canlar

Gezi Direnişi’ne ilişkin davalarda, mercek altına alınması gereken ikinci pencere ise polis kurşunu, gaz fişeği, biber gazı ve şiddetli dayak sonucunda yaşanan ölümlerin hesabının, sorulup sorulmadığı olmalıdır.

Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ı, acımasızca döverek ölümüne sebep olan polis ve sivillerden oluşan yedi sanık 10 yıl ile 7 ay 15 gün arasında değişen hapis cezaları aldılar. Hatay’da Abdullah Cömert’in gaz fişeği ile ölümüne neden olan sanık polis memuru hakkında 6 yıl 10 ay hapis cezası verildi. Ankara’da Ethem Sarısülük’ü, tabancayla vuran polis memuru ise “meşru savunma sınırını aşarak ölüme sebep olmak” suçundan önce 2 yıl bir ay hapis cezasına mahkum edildi, ardından da bu ceza 15 bin TL para cezasına dönüştürüldü. Son olarak, İstanbul’da 14 yaşındaki Berkin Elvan’ı, gaz fişeğiyle başından vuran polis memuru hakkında açılan davada, “kasten öldürme” suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezası kararı veridi.

Yoğun biber gazına maruz kalıp, nefes darlığı veya kalp krizi sonucunda yaşamlarını yitiren İrfan Tuna, Selim Önder, Zeynep Eryaşar ve Mehmet İstif’in ölümlerine kimlerin sebep olduğu ise bugüne kadar belirlenemedi. Şimdi bu davaların her biri AİHM sürecinde. Bekleyip sonucu ve o sonuçların uygulanıp, uygulanmadığını hep beraber göreceğiz.

Böylesine dramatik bir yaşanmışlığın 11’inci anma gününde son sözü, Nazım Usta’nın Şeyh Bedreddin Destanı’ndan yaptığım alıntıyla noktalıyorum…..

“… Yenildiler
Yenenler, yenilenlerin dikişsiz ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi, hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu deme.
Bilirim; O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim, ama bu yürek! O bu diden anlamaz pek.

O, “hey gidi kambur felek hey, hey gidi kahbe devran hey” der.
Omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri, yüzleri kan içinde geçer.
Geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak, geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlupları...”

Abone Ol

İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.

Gündem