Cinsel suçlulara ne yapmalı? Nagehan Alçı'nın önerisi ve Amerikan çıkmazı

Cinsel suçlulara ne yapmalı? Nagehan Alçı'nın önerisi ve Amerikan çıkmazı
Bugünkü programa Nagehan Alçı ile başlamak istiyorum. Kendisi geçen aylarda kadına yönelik şiddet konusunda bir dizi sert yazı yazdı. Habertürk’deki yazılarından birinde şöyle diyordu Alçı: “Şiddet uygulayanları en ağır cezalara mahkûm etmedikçe, bu vandalları, bu vahşileri korkutup içlerindeki kriminal canavarı hapisle, sosyal baskıyla, işsizlik sopasıyla ezmedikçe duracakları yok”.

Cinsel suçlulara ne yapmalı? Nagehan Alçı’nın önerisi ve Amerikan Çıkmazı

Bugünkü programa Nagehan Alçı ile başlamak istiyorum. Kendisi geçen aylarda kadına yönelik şiddet konusunda bir dizi sert yazı yazdı. Habertürk’deki yazılarından birinde şöyle diyordu Alçı: “Şiddet uygulayanları en ağır cezalara mahkûm etmedikçe, bu vandalları, bu vahşileri korkutup içlerindeki kriminal canavarı hapisle, sosyal baskıyla, işsizlik sopasıyla ezmedikçe duracakları yok”. Alçı`nın, hakimlere, işverenlere, devlete ve kadınlara ayrı ayrı seslendiği yazısında bir de şu öneri dikkat çekiyordu: “Devlette kadına karşı şiddet suçundan yargılananları özel olarak işaretleyin, onların kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olsun bu utanç, silinemesin. Hastaneye gittiklerinde de SGK`ya ihtiyaç duyduklarında da karşılarına çıksın, herkes bilsin.”

“Hayırlı” bir gelişme mi?

Yandaş gazetecilerin önde gelenlerinden olan Nagehan Alçı’nın, hükümete, kadına şiddet konusunda sertleşme önermesi hayırlı bir gelişme olarak görülebilir mi acaba? Ülkede kadın cinayetleri boyuna artar ve siyasi iktidar gereken adımları atmak yerine ısrarla bu şiddet zeminini beslerken, hükümete yakın birilerinin bu çıkışı işe yarayabilir diye düşünebilirsiniz belki. Ama ben pek öyle düşünmüyorum ve bu tür sert cezalandırıcı zihniyetler konusunda bazı uyarılarda bulunmak istiyorum. Bence bu yazılarında Alçı, bir kadın olarak samimi görünse de ve hatta bazı anlamlı önerilerde bulunmuş olsa da asıl olarak sağcı otoriter bir bakış açısını yansıtıyor. Alçı’nın önerdiği şeyler ile son yıllarda hükümet çevrelerinde ve halk arasında yaygınlaşan idam ve hadım etme gibi öneriler arasında önemli bir ortaklık olduğunu düşünüyorum. Bunların tümünde kadınlara ve çocuklara karşı işlenen şiddet sorununda, dikkati “vahşi ve kriminal canavar” olarak damgalanan suçlulara yönelten bir yaklaşım söz konusu. Ve ayrıca suçluların insan haklarını önemsemeyen aşırı cezalandırıcı yöntemlerin benimsenmesinin bu vahşilere karşı bir çözüm olacağı varsayımı da var. Oysa cinsel suçların, sadece ağır cezalar vererek ve hatta suçluların insan haklarını ihlal eden yöntemlerle çözülebileceğini önermek birçok açıdan vahim bir gelişme. Nitekim Türkiye’de feminist çevreler bu tür sahte çözümlere karşı kamuoyunu sürekli uyarıyorlar ve sorunun ancak cinsiyet eşitliği perspektiyle ve ceza politikalarını da içeren ama ona indirgenmeyen bütünsel bir yaklaşımla çözüleceğini ileri sürüyorlar. Yani mevcut iktidarın tam da kaçındığı, tam tersine altını oyduğu bir yaklaşımla.

Suçluya odaklanmak

Ben bu programda cinsel suçlara karşı mücadele ederken, sağcı çevrelerde öne sürülen suçluya odaklı belirli bir perspektifi teşhir etmek istiyorum. Cinsel suçluları canavarlaştıran ve katmerli olarak cezalandıran bu yaklaşımların sefaletini göstermek üzere, Kuzey Amerika örneğinden söz edeceğim sizlere. Özellikle Nagehan Alçı’nın da gündemine girmiş olan bir uygulamanın, yani suçluları ölene kadar işaretlemenin ve toplumdan ağır biçimde dışlamanın Amerika`da nasıl işlediğini anlatacağım. Bu tür bir uygulama ilk kez Amerika`da 2006 yılında gündeme getirildi ve ne yazık ki tüm dünyaya kötü örnek oldu.  Şimdilerde, cinsel suçluları işaretleme uygulaması, başka ülkelere de yayılmaya başlamış durumda. Nitekim daha geçenlerde Hindistan, benzer bir kayıt sisteminin oluşturulması için çalışma başlattı. Türkiye’de de benim izlediğim kadarıyla ilk kez Nagehan Alçı bunu gündeme getirmiş oldu. Aslında benim bu konuya tekrar dikkatimi çeken, sadece Alçı’nın yazısı olmadı. Geçenlerde karşıma çıkan başka bir haber de konuyla doğrudan ilgiliydi. Haber Florida Miami`de evsiz kalan cinsel suçluların içine düştüğü sefil durumu anlatıyordu. Dinleyenler hatırlayacaktır, önceki podcastimde yine Florida`da çocuk istismarı sucundan hüküm giyen Jersey Epstein olayından söz etmiştim. Çevresine güçlü ve zengin adamları toplamış olan ve onların bazılarına küçük yaştaki kızları servis eden bu adamın, Florida`da adli süreçlerde nasıl korunup kollandığını, ayrıca son ana kadar çevresindekilerin ondan uzaklaşmadıklarını, saygın birisi olarak yaşamına devam ettiğini anlatmıştım. Şimdi anlatacaklarım ise, yine aynı eyalette, bu sefer alt sınıf suçluların nasıl tam tersi bir kadere mahkûm edildiğini ortaya koyacak.

Amerikan modeli

Evsiz kalan cinsel suçlular haberiyle başlayalım. 2018 yılında Miami`deki yerel yöneticiler sağlık ve güvenlik gerekçesiyle bir düzenleme çıkarmışlar. Bu kararname, dört yıldır, Miami`de bir karayolunun yanındaki çadır kampında son derece kötü koşullarda, yani tuvalet, duş, pişirme ve ısınma olanakları olmadan yaşayan eski hükümlülerin oradan uzaklaştırılmalarını öngörüyormuş. Okuduğum haberde sayıları yüze varan bu insanların eğer 45 gün içinde kampı boşaltmazlarsa tutuklanacakları yazıyordu. Sorun şu ki bu insanların gidecekleri bir yer yoktu. Florida’nın çocuklara karşı cinsel suç isleyenlerle ilgili yasaları nedeniyle evsiz kalmışlardı ve silinmeleri de kabul edilmiyordu. Bu insanlar, uzun süre hapis yattıktan sonra denetimli serbestlikle dışarı çıkmış ancak bu yasalar nedeniyle, sonsuza kadar sürecek ağır bir dışlamaya ve parya konumuna mahkûm edilmişlerdi. Denetimlilik koşullarında Miami`de bulunmaları gerekiyor ama yeni düzenlemeler bunu da imkânsız kılıyordu.   Peki neydi bu yasa ve düzenlemeler? Dediğim gibi bu insanlar, normal evsiz insanlardan farklı bir şekilde evsiz kalmışlar. Buna neden olan düzenleme, çocuklara karşı cinsel suçtan hüküm giymiş olanların nerelerde yaşayabileceğine dair kısıtlamalar getiren bir yasa. Buna göre bu kişilerin, okul, park ve kreş gibi yerlere 2500 feetden (762 metre) mesafede ev bulup oturmaları yasaklanmış oluyor. Aslında bu sadece Miami`ye özgü bir kısıtlama değil, 2005 yılında yaşanan şok edici bir olayın ardından pek çok eyalette bu yerleşim kısıtlamaları yürürlüğe konmuş. O yıl 9 yaşında bir kız çocuğu, evinin yakınlarında yaşayan bir eski cinsel hükümlü tarafından kaçırılıp tecavüze uğramış ve vahşice öldürülmüş. Bunun ardından gelen yerleşim yasakları yoluyla eski hükümlülerin çocuklara yaklaşmaları önlenmeye çalışılmış. Miami bu konuda yalnız olmasa da benzer düzenlemeler yapan diğer şehirler arasında en geniş sınırlamayı getirmiş şehir olarak öne çıkıyor. Öyle ki bu geniş kapsamlı sınırlama, eski hükümlüleri pratik olarak şehirde ev bulamaz hale getirmiş ve böylece çoğu evsiz kalmış. Aileleriyle birlikte yaşayanlar da evlerinden olmuş, ya da gündüz şehre çalışmak için gelenler de geceleri yol kenarındaki çadırlarda geçirmeye başlamışlar.

Yasaların gerisindeki adam

Neden Miami`de böyle daha sert yasalar var diye araştırınca bunların gerisinde bir kişinin özel lobicilik cabalarının olduğunu fark ettim. Ron Book adlı bu adamdan söz edeyim biraz. Bu arada, bu adamı konu alan the Untouchable adlı bir belgesel de var, şimdi anlatacaklarımı çok güzel toparlayan bir belgesel, size de izlemenizi öneririm. Belgeselden ve okuduklarımdan çıkardıklarım ise şunlar: Miami`de çok güçlü bir lobi şirketinin sahibi olarak tanınan bu kişi, 1996’da çocuk bakıcısı olarak işe aldığı Honduraslı kadının, 11 yaşındaki kızı Lauren’i yıllar boyunca istismar ettiğini fark ettikten sonra Florida`da yasaların sertleşmesi için mücadele vermiş ve bunu başarmış. 2000 başlarından Florida`danın yanı sıra 60 farklı şehirde eski hükümlülerin yerleşim yasaklarıyla ilgili benzer düzenlemelerin yapılmasını o sağlamış. Bu yasaları takiben Miami`de yüzlerce suçlu evsiz kalmış ve önceleri bir köprü altında yaşamaya başlamışlar. Ve Book bu uygulamayla övünmeye devam etmiş. Şu ise bakın ki Book, aynı zamanda Miami`de evsizler vakfının da başkanıymış. Ayrıca yol kenarındaki çadır kampının kapatılması için çağrı yapanlardan biriymiş. Book`un şirketinin müşterileri arasında özel bir hapishane şirketi de varmış ve bu şirket, Book`un kızı Lauren Book`un senatörlük kampanyasında büyük bir bağış yapmış. Anlaşıldığı üzere, Ron Book karakteri tipik bir Amerikalı üst sınıf aile babasını temsil ediyor. Çocuğunu dışarıdan gelen korkunç bir tehdide, yani bakıcı istismarına karşı koruyamadığı için öfke ve intikam hissiyle dolarak, tüm cinsel suçlulara savaş açmış birisi. Bir baba olarak kısmen sempatimizi hak ediyor elbette ama ufku gerçekten bu öfke ve intikam hissiyle ve kendi sağcı zihin yapısıyla sınırlı. Tam da böyle olduğu için Amerika’nın sağcı siyasal kültüründe cezalandırıcı yaklaşımını daha da öne çıkarmayı başarabilmiş. Böylece suçluları canavar olarak gören, toplumun sefil pislikleri, çöplük olarak niteleyen bu adamın önerdiği dışlayıcı yaklaşımlar egemen olmuş.

“Tekerrür” meselesi

Kısacası, Amerika`daki bu yerleşim yasakları, asıl olarak oranın siyasal ve toplumsal kültüründen besleniyor. Ama bu yasakların önerilmesi ve kolayca benimsenmesinde çok etkili olan başka bir şey var; o da çoğu kişinin bilimsel bir gerçek olduğunu düşündüğü bir önerme, yani bir kez cinsel suç işleyen birinin mutlaka tekrar aynı suçu işleyeceği düşüncesi. Eski hükümlülerin toplumdan dışlanması buna dayalı olarak savunuluyor. Yani tekerrür sorununa. Bunun ne kadar bilimsel olduğuna dair tartışmalara birazdan değineceğim. Ama burada şunu belirteyim: Bu yerleşim yasaklarına dair bir dizi eleştiri ve itiraz son yıllarda yükselmeye başlamış bulunuyor. Öncelikle bu uygulamanın, tekerrür sorununu önlemekte ne kadar etkili olduğuna dair şüpheler giderek artıyor. Sadece insan hakları savunucuları değil, çocuk istismarına karşı mücadele eden bazı dernekler de itiraz ediyorlar. Birçok eleştiri söz konusu. Mesela, eski hükümlülerin yaşadıkları yer ile tekrar suç işleme oranları arasında bir bağlantı yok deniyor. Ayrıca, yerleşim yasaklarıyla suçluların toplum dışına itilmesinin, suçun tekrarını önlemek yerine bunun tam tersine yol açabileceği vurgulanıyor. Çünkü bu yasaklar nedeniyle eski hükümlüler üzerindeki denetimin sağlıklı sürmesi, gerekli destek hizmetlerinin sağlanması ve aile desteği gibi şeyler zorlaşıyor ya da imkânsızlaşıyor. Kısacası suçluyu toplum dışına iten bu yasalar, suçluların rehabilite olup topluma geri dönmesini aktif biçimde engelliyorlar. Bu uygulamanın sorunları o kadar netleşmeye başlamış ki Ron Book kendisi hala ısrar etse de en azından kızı Lauren biraz olsun yumuşamış görünüyor ve bu yasaların gözden geçirilmesini o da istiyor.

Bir yazıyla biçimlenen yasa

Tekerrür sorununa geri dönersek… Bu yasaların çıkmasına neden olan şeyin, 2005 yılında yaşanan şok edici bir olay olduğunu söylemiştim. Eski bir cinsel hükümlünün işlediği bu vahşetin ardından kamuoyunda hızlıca hâkim olan görüş, cinsel suçluların mutlaka ya da çok yüksek oranlarda tekrar aynı suçu isleyecekleri yönünde şekillenmiş. Ortada bunu destekleyen bilimsel bir araştırma olmadığı halde bu görüş kesin gerçek olarak kabul edilmiş ve yasal düzenlemelerin gerekçesi olarak sunulmuş. O yıllarda popüler bir psikoloji dergisinde yayınlanan (ama ciddi araştırmaya dayanmayan) bir yazıda bu görüş ileri sürülmüş, sonradan Anayasa Mahkemesi`nin bir kararında bu yazıya atıf vermesinin ardından, izleyen yıllarda herkes bunu kesin bilgi gibi kullanmaya başlamış. Son yıllarda yapılan pek çok adli araştırma, cinsel suçlarda tekerrürün çok az oranda olduğunu net biçimde ortaya koymasına rağmen, bu bilgi sistematik olarak göz ardı ediliyormuş. Çünkü yıllardan beri yerleşmiş bir fikri ve o fikre zemin sağlayan duyguları değiştirmek zor ve siyasetçiler açısından çok riskli bir şey. Tekerrür korkusu ve varsayımı, sadece yerleşim yasaklarına değil, daha temel bir başka yasal düzenlemeye de yol açmış. Zaten yerleşim yasakları da bu yasaya bağlı olarak çıkmış. Konuşmamın başında söz ettiğim Nagehan Alçı’nın yazısında da önerilen bir işaretleme ya da damgalama yasası bu. 2006`da Bush döneminde çıkarılan Cinsel Suçluların Kaydedilmesi Yasası. Federal yasa ve 50 eyaletteki yasalar, seks suçlularının kayıt altına alınmasını ve bu kayıtların dileyen herkesin online erişimine açılmasını öngörüyor. Bu kayıtlarda cinsel suç hükümlülerinin suç geçmişi, ev adresleri ve fotoğrafları da kamuya ifşa edilmiş oluyor. Bu yasalarda cinsel suç kapsamı çok geniş tanımlandığı için ve ayrıca kapsamı da ömür boyu olduğu için şu anda 600 binin üzerinde kayıtlı cinsel suçlu birikmiş. Bunlar arasında ağır şiddet suçları olduğu gibi şiddet içermeyen suçlar da var, gençler arasında rızaya dayalı seks gibi ya da seks isçiliği ve kamusal alanda işeme gibi suçlar da var. Ergen yıllarında okulda penisini çıkarıp göstermiş olan da var. Ya da otuz yıl önce suç işlemiş olanlar da var. Bir kez suç işleyen yine işler mi? İşte bu yasanın sonuçları artık ciddi olarak sorgulanıyor. Özellikle Human Rights Watch örgütü Amerika raporunda bu eleştirileri etraflıca sunuyor. En önemli eleştiri, bu yasanın dayandığı ve pekiştirdiği bir varsayım, yani çocukların en çok, daha önce bu suçu islemiş eski hükümlülerin tehdidi altında olduğu varsayımı. Oysa araştırmalar gösteriyor ki tekerrür oranları aslında çok düşük. Ayrıca araştırmalar, çocukların en yüksek oranda aile ve yakın çevredeki tanıdık biri, otorite sahibi biri tarafından yani daha önce bu suçtan hüküm giymemiş birisi tarafından istismara uğradığını gösteriyor. Bir diğer eleştiri, yasanın farklı türden cinsel suçlar arasında bir ayrım yapmaksızın herkesi çocuklar için eşit tehlike yaratıyormuş gibi kodlaması. Örneğin yasa, çocuğa tecavüz eden kişi ile küçük yaşta ama rızaya dayalı cinsel ilişki kuran kişiyi aynı kaba koyuyor. Bir diğer eleştiri, 14 yaşından itibaren genç yaştaki suçluların kayıt altına alınmasının yarattığı sakıncalar. Daha genel olarak yasanın, başka bir dizi insan hakkı ihlallerine de yol açtığı belirtiliyor. Fotoğraf ve adresi ifşa edilen hükümlüler, ev ve iş bulmakta zorlanıyorlar. Eş ve çocukları tacize uğrayabiliyor, kendileri ise fiziksel saldırı tehdidi altında yaşıyorlar. Evlerine saldırı düzenleniyor, intihara sürüklenenler oluyor. Oradan oraya yer değiştirmek ve ailelerinden uzaklaşmak zorunda kalıyorlar, yani tam bir parya statüsüne indirgenmiş durumdalar. Sonuç olarak Human Rights Watch hem bu ifşa yasasının hem de yerleşim yasalarının değiştirilmesini talep ediyor. Kayıt zorunluğunun, sadece tekrar suç işleme olasılığı gerçekten yüksek görünen suçlularla sınırlanmasını talep ediyor. Bu verilerin isteyen herkesin erişimine açık olmamasını ve gerektiğinde yerel bölge halkının adli yetkililer tarafından bilgilendirilmesini öneriyor. Örgütün Amerika sorumlusu, çocukları istismardan korumak için daha iyi düşünülmüş ve daha bütünsel yaklaşımlara ihtiyaç olduğunu söylüyor. Ama öyle görünüyor ki cinsel suçlar hakkında mitlere dayalı olarak ve sağcı dünya görüşlerine de uyduğu için bu yasaları çıkarmış olan siyasetçiler böyle bir yaklaşımdan çok uzaklar.

Gayri insanileştirmenin riskleri

Peki bu anlatılanlardan ne sonuçlar çıkıyor? Buradaki mesele, sadece suçluların ne kadar ağır bir suç islemiş olsalar da insan hakları olduğuna işaret etmek mi? Bu önemli elbette ama bu değil sadece, aynı zamanda bu gayri insanileştirme politikalarının suçun önlenmesini sağlamak şöyle dursun daha büyük riskler yarattığına da dikkat çekmek önemli. Ama benim burada vurgulamak istediğim şey asıl olarak bunlar değil. Daha çok ağır dışlama politikalarının gizlediği daha derin sorunlara değinmek ve bunun nasıl bir ikiyüzlülüğe ve çıkmaza işaret ettiğini vurgulamak istiyorum. Sorun şu ki suçluların şeytanileştirilmesi iyi ile kötü arasındaki ayrımı gereğinden fazla pekiştirmeye yarıyor. Elbette burada çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar gibi çok hassas konudan söz ediyoruz, farkındayım, ama tam da bu nedenle öfke ve intikam hislerinin kontrol altına alınması gerekiyor bence. Ya da öfkenin doğru yerlere ve dengeli yönlendirilmesi gerekiyor. Dikkati asıl olarak vahşi suçlulara yöneltmek, hem onları gayri-insanileştiriyor hem de bu suçların geri plandaki düzen içi kurum ve süreçleri görünmez kılıyor. Ayrıca bu tur suçların neden ve nasıl geliştiğini ve yaygınlaştığını anlamamız da mümkün olmuyor. Toplumu suçlulardan korumak gerekir vurgusu arttıkça, toplumsal ve siyasal süreçlerin bu suçlu karakterlerin ortaya çıkmasındaki sorumlulukları anlaşılamıyor. Burada özellikle siyasi iktidarların ve karar alıcıların sorumluluğu ve hatta işbirlikçiliğine dikkat çekmek önemli. Bu cinsel suçların, iktidarların kendi otoriter ve muhafazakâr emellerine hizmet edecek şekilde nasıl kolayca araçsallaşabildikleri, nasıl hızla günah keçisine dönüşebildiklerini görmezden gelmemeliyiz. Kısacası ve son olarak bir kez daha söylemem gerekirse bu sağcı ve cezalandırıcı yaklaşımlar, sorunu çözmeye yaklaşmadıkları gibi, tersine kendi korkuya dayalı otoriter dünya görüşlerini hâkim kılmaya çalışıyorlar. Elbette sorun sadece bu sağcı zihniyetlerle sınırlı da değil.  Burada tartışılması gereken çok daha zor sorular da var. Cinsel suçların mahiyetinin ne olduğu ve modern cezalandırmanın sınırları ve açmazları konusunda çok daha derin sorunlar bunlar… Ama şimdilik sadece buna değinerek geçelim, belki başka bir yayında bunları da konu ederiz.

Yaşam