Diyanet'in eşcinsel çıkışı: “Zor günler daha da zorlaşıyor lubunyalar için”

Diyanet'in eşcinsel çıkışı: “Zor günler daha da zorlaşıyor lubunyalar için”
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş bu sözleriyle, korona fetvası sırasında virüsün asıl sebebi olarak LGBTİ ’ları, HIV’le yaşayanları ve zinayı işaret etti. Ancak Diyanet’in bu söylemi, ciddi bir itiraz ve muhalefetle karşılaştı. LGBT haklarını savunan açıklamalar yapan Ankara ve Diyarbakır baroları yönetimi hakkında soruşturma başlatıldı. Sosyal medyada LGBT hakları insan haklarıdır etiketine karşı Ali Erbaş yalnız değildir etiketi, ifade ve din özgürlüğüdür iddiası, sen beni konuşturmuyorsun itirazları derken, LGBTİ ’ların hakları ve var olma mücadelesi bir tartışma haline getirildi.

“Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan, gayrimeşru ve nikahsız hayatın, İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor.

https://www.youtube.com/watch?v=rrvWM0o0yhU

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş bu sözleriyle, korona fetvası sırasında virüsün asıl sebebi olarak LGBTİ ’ları, HIV’le yaşayanları ve zinayı işaret etti. Ancak Diyanet’in bu söylemi, ciddi bir itiraz ve muhalefetle karşılaştı. LGBT haklarını savunan açıklamalar yapan Ankara ve Diyarbakır baroları yönetimi hakkında soruşturma başlatıldı. Sosyal medyada LGBT hakları insan haklarıdır etiketine karşı Ali Erbaş yalnız değildir etiketi, ifade ve din özgürlüğüdür iddiası, sen beni konuşturmuyorsun itirazları derken, LGBTİ ’ların hakları ve var olma mücadelesi bir tartışma haline getirildi.

LGBTİ ’ysanız, karantinada bile bir rahat yok yani.

Zor günler daha da zorlaşıyor lubunyalar için. Salın abla.”

Ben Kısa Dalga’dan Beril Eski. Bu açıklamalar LGBTİ’lerin ve HIV’le yaşayanların hayatlarını nasıl etkiledi? Diyanet AKP döneminde nasıl değişti? Türkiye’de LGBTİ hakları mücadelesi nereden nereye geldi? Erdoğan, LGBTİ hakları konusunda değişti mi? Cevaplar bu podcastte.

Sene 2001. AKP henüz iktidarda değil. Erdoğan, bir televizyon programında, eşcinsellerin haklarının tanınması gerektiğini savunuyor.

“Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde, bir defa yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri bir defa insani bulmuyoruz.”

Bugüne gelelim. Tam 19 yıl sonrası. Diyanet’in eşcinselleri hedef gösteren açıklamasının ardından Erdoğan, Diyanet Başkanı Ali Erbaş’a sahip çıkıyor.

 “Bu açıklamasıyla sadece inancının, ilminin ve yürüttüğü görevin gereğini yerine getirmiştir. Söyledikleri de sonuna kadar doğrudur.”

Bu 19 yılda ne değişti? Gazeteci ve yazar Yıldırım Türker’e göre Erdoğan’ın açıklamalarında bir tutarsızlık aramak boşuna.

“Siyasi İslam hareketinin ilkeselliği hiçe sayan pragmatizmi konusunda artık kimsenin en ufak bir kuşkusu kaldığını sanmıyorum. Dolayısıyla Erdoğan’ın o dönemde kentli orta sınıfların karşısında sınava tabi tutularken ettiği birkaç kaçamak cümleden yola çıkmayı manasız bulurum.”

Türker, otoriter yönetimlerde, özellikle de İslami ve faşist siyasi hareketlerde eşcinselliğin bir tehdit olarak ele alındığını söylüyor. Çünkü eşcinsellik, denetlenebilir toplum hayallerini yıkıyor.

“Bu özgürlük düşmanı kafa kadınlara nasıl davranmaları, nasıl giyinip nasıl yaşamaları uygulayarak, elbette erkekliğin şartlarını da belirlemiş oluyor. Eşcinseller, bütün toplumların atılması gereken safrası olarak görüldü iktidarlar tarafından.”

Ama Diyanet’in açıklamalarını ve LGBTİ’lere karşı tutumunu kime sorduysam, aldığım cevap “bu hep böyleydi” oluyor.

“Bu ülkede her zaman için, söylediğin her sözün, yaptığın her eylemin, aldığın her nefesin bedelini ödemeye hazır olmak zorundasın.

Türkiye’de yaşadığı hayata şöyle bir bakan Sinan Dirlik, pek de bir şeyin değişmediği fikrinde.

“Dolayısıyla 20’li yaşlarda demokrasi, sendikal haklar, akademik özgürlükler, inanç özgürlüğü, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ne bileyim anadilde eğitim hakkı ya da bedeni üzerinde tasarruf yetkisini kimseye bırakmama mücadelesi veren Sinan’la, bugün 50’li yaşlardaki Sinan’ın hayatında inan ki kayda değer hiçbir şey değişmedi.”

Her ne kadar hiçbir şey değişmedi deseler de bir dönem İstiklal’de coşkuyla yapılan Onur Yürüyüşü hala hatırımızda. 2010’lu yıllarda binlerce kişi Onur Yürüyüşü’ne katılırdı, Pride sabahlara kadar kutlanırdı.

Ama 2015’ten bu yana İstanbul’da Onur Yürüyüşü’ne izin verilmiyor. Ramazan, genel ahlak, güvenlik gibi bahanelerle yürüyüşler engelleniyor veya dar sokaklara hapsediliyor.

Bu da yetmiyor, ODTÜ’de öğrencilerin uzun yıllardır yaptığı, tarihsel onur yürüyüşleri de yasaklanıyor. Ankara’da “LGBT temalı etkinliklere” süresiz yasak getiriliyor.

Bu yasakları delen ve yürümek isteyenler gözaltına alınıyor, haklarında soruşturma başlatılıyor ve hatta dava açılıyor.

Bir anlamda, LGBTİ kriminalize ediliyor.

Kaos GL’den Avukat Hayriye Kara, LGBTİ ’ların zaten uzun yıllardır nefret odağı ve bütün kötülüklerin sebebi haline getirildiklerini söylüyor. Kara’ya göre, geçmişte açıktan ve meşrulaştırma ihtiyacı duyulmaksızın yapılan saldırılar, hareketin örgütlenmesiyle, biraz da olsa değişiyor:

“Örgütlü mücadeleyle birlikte –hayır, biz hak öznesiyiz ve biz kendi adımıza konuşuyoruz. Kimse bizim adımıza konuşmuyor – çıkışının yapılmasıyla aslında bu saldırıların bir noktada şekli değişiyor. Meşrulaştırma ihtiyacı da duyuyorlar.”

Meşrulaştırma denince de konu, dönüp dolaşıp “genel ahlak”a geliyor tabii. Bu öyle yaygın bir hukuki terim ki, Anayasamızda da var, hatta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde bile var.

“Temel hakların sınırlandırılma gerekçelerinin hepsinin içinde genel ahlak vardır.”

Ama hukuken ahlakın tanımı hiçbir yerde yok. Çünkü ahlak ve genel ahlak…

“O döneme göre içi doldurulan bir şey haline gelmiştir”

Sadece genel ahlak kavramı değil, virüs kavramının içi de döneme göre dolduruluyor. Yıldırım Türker, virüsün sebebini de eşcinseller olarak gösteren Diyanet’in açıkça nefret suçu işlediğini söylüyor:

İnsanlık aleminin onda birini oluşturan insanlar günahkâr ilan edilmekle kalmıyor, onlar bu ve birçok virüsün yayıcısı, neredeyse bütün felaketlerin müsebbibi ilan ediliyor. Homofobinin milli fıtrat kabul edildiği yurdumuzda eşcinseller hedef gösteriliyor.”

Tepkilere karşı Diyanet’in din ve ifade özgürlüğü savunmasını da “tuhaf bir mantık burkulması” olarak açıklıyor:

“Kitlelerini din adına bir kesime karşı kışkırtırken, sözleri üzerine söz konsun istemiyorlar. İnsanların varoluş hakları üzerinden fikir özgürlüğü tartışması başlatıyorlar. Devlet adına şeri hükümleri dokunulmaz, eleştirenleri devlet düşmanı ilan ediyorlar. Aynı zamanda, demokrasinin bekçisi diliyle fikir özgürlüğünü savunuyorlar.

Ve ekliyor:

Fikir sandıkları, eşcinsellerin yaşam haklarını hiçe saymak.”

“Ahlaka aykırı, Türk aile yapısı yeni karşımıza çıkan bir şey değil.”

Evet değil. Düşünün, 2012-13’lere kadar hukuk, yüksek mahkemeler, “normal cinsel ilişki” tanımı yapıyordu bu ülkede.

“Türk Ceza Kanunu’nun müstehcenlik suçunda – doğal olmayan cinsel ilişki – diye bir kavram var. Yani doğal olmayan cinsel ilişki görüntülerini yaymak da bulundurmak da suç aslında. Ve sonrasında mesela Yargıtay kararları var. Yani eşcinsel, lezbiyen ilişki görüntüleri doğal olmayan ilişkidir, gibi. Doğal olmayan anal ilişki ve oral ilişki görüntüleri gibi. Bir de doğal olanı da tanımlamış mesela Yargıtay kararlarında. Doğal olan ilişki kadın cinsel organıyla erkek cinsel organının birleşmesi olduğundan – gibi. Hani bu söylemler içeren Yargıtay kararları var.”

Yani devlet yatak odamızda ne yapabileceğimize, nasıl ilişki kuracağımıza müdahale ediyordu:

 “Ama insanlara gerçekten anal, oral ilişki görüntüsü bulunduruyorsa, yaymayı bıraktım, müstehcenlik suçundan ceza verildi. Nasıl davranacağından ziyade, yani cinselliğe ve cinsel dokunulmazlığına dair her alanı organize etme, düzenleme ve kurallar koymaya ilişkin bir müdahalesiydi.”

Ancak Anayasa Mahkemesi’nin kararı sonrasında Yargıtay da kararlarını değiştirdi. Çünkü Anayasa Mahkemesi:

“Doğal olmayan ilişki işte hiçbir demokratik toplum düzeninde kabul edilmeyecek cinsel ilişkidir”

dedi. Yani uygulanan politika, müdahale etme arzusu, topluma işlemedi.

“Ama… artık yeterli değil. Bu değil. İnandırıcı değil. Çünkü insanların hayatında bir karşılığı yok.”

Peki bir Anayasal kurum olan, bu derece köklü ve güçlü bir kurum olan Diyanet’in bu söylediklerine ne demeli? Bu söylemleri nasıl değerlendirmeli? Kaos GL’den Avukat Hayriye Kara, LGBT hareketi güçlendikçe, karşıtların söylemlerinin sertleştiğini söylüyor:

“Mücadele büyüdüğü için, söylem de daha da sertleşiyor. Ve aslında diyanetin açıklamasında hani tartışılacak bir nokta yok. Devletin bir kurumusun. Arkanda devlet var. O yüzden sen anayasaya, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uymak zorundasın.”

London University’den Uluslararası İlişkiler ve Siyaset alanında Uzman Ahmet Erdi Öztürk’e göre Diyanet’in açıklamalarında şaşılacak bir şey yok.

“Diyanet, aslında yasa üzerinde bütün vatandaşlara eşit mesafede olması gereken bir kurumken, şu anda böyle değil. Ha peki tarihi boyunca olmuş muydu?”

Olmuş muydu?

“Tarihi boyunca da olmamıştı. Sadece Sünni İslamı, iktidara bağlı ve devlet aklına bağlı bir şekilde yorumlayan bir kurumun hiçbir zaman objektif olmadığını söyleyebiliriz.”

Peki Diyanet AKP döneminde değişti mi?

“Diyanetin rolü kurulduğu günden bugüne kadar aslında hiç değişmedi. Ancak kullanış amaçları, fonksiyonları, iktidarların onları ne kadar fazla kullanabildiği ve iktidarla ne kadar uyumlu olabildiği değişti.”

Erdi Öztürk’e göre, AKP döneminde Diyanet’in değiştiğinden değil güçlendiğinden söz edilebilir:

“AKP döneminde değişen ne? İlk defa devlet ve bir tek bir parti birbirine bu kadar birleşik ve bütünlük olduğu için ve diyanet gibi bir aygıtın kendi ideolojik yöntemi doğrultusunda ne kadar araçsal ve faydacı – bu faydacıyı tırnak içerisinde kullanıyorum – kullanılabildiğini gördüğü için diyanetin hem önünü daha çok açmaya başladı hem daha çok kullanmaya başladı”

Ve bu güvence sayesinde, Öztürk’e göre, Diyanet’in mesajları sertleşti ve keskinleşti.

“Sonuçta hangimiz şaşırabilir ki Diyanet İşleri’ni yöneten kadronun ya da bugünkü Diyanet İşleri’nin planını programını yapan kadronun LGBT üyelerinden nefret ettiğini, tiksindiğini söylediğimiz zaman – hayır arkadaşım, böyle bir şey mümkün değil, onlar aslında böyle değillerdir – denilebilir mi?”

Doğru, denilemez. Erdi Öztürk, Diyanet’in açıklamasını şaşırtıcı bulmuyor ama iktidara yakın akademisyenlerin LGBTİ aktivistlere karşı yürüttüğü engelleme çabasını hayretle takip ediyor:

“Bakın bugün aslında bu iktidara, bu yönetime yakınlığıyla bilinen birçok genç akademisyen, birçok üniversitede çalışan kişi diyeyim, LGBT aktivistlerinin aslında nasıl yasaklanabileceğini, bunun hukuken yolları olduğunu ve buna karşılık bir şeyler yapılması gerektiğini yazıyorlar.”

Hatta Öztürk, bu yaklaşımı Osmanlı’da ulema sınıfının verdiği fetvalara benzetiyor:

“Yani sonuçta her zaman için siyasi iktidardan değil aslında arada sırada – tırnak içerisinde söylüyorum – ulema sınıfının fetva vermesi de bu toprakların alışageldiği bir pratiktir.”

Bir de ne zaman kadın hakları veya LGBT haklarına ilişkin bir tartışma başlasa, “gündem değiştirmek için” diyenler, kadın ve LGBT haklarının ihlalini hiçbir zaman asıl gündem olarak görmeyenler var.

Kaos GL’den Hayriye Kara, bu geçiştirmenin artık işe yaramadığını söylüyor:

“Bu da artık işe yaramıyor. Çünkü buna da karşı çıkılıyor artık, sen ne diyorsun, hedefe konmuş bir gruptan bahsediyoruz. Çünkü benim bugünüme bir müdahale var. Ben bugün zarar görüyorum. Bu ileriye atılacak bir şey değil ya da gündem değiştirmek için söylenmiş gibi geçiştirilecek bir şey değil.”

Gerçekten de bugün, pek çok LGBT, Diyanet’in açıklamasının hedefi olmuş durumda. Özellikle de aileleriyle yaşayanlar.

“Birçok lubunya Covid 19 sebebiyle şu an ailesiyle normalde geçirdiğinden daha fazla zaman geçiriyor. Beraber yaşamayanlar belki beraber yaşamaya başladılar. Ailesiyle kalanlarsa günün normalde geçirdiğinden çok daha fazla saatini beraber geçiriyor. Bu da tabii ki ailenin ideolojisiyle çok daha fazla karşı karşıya kalmak anlamına geliyor.”

Kuir performans sanatçısı Madır Öktiş’e göre, açıklamalar, zaten zor olan gündelik hayatlarını biraz daha zorlaştırmış.

“Birçok lubunyanın aile içinde ve toplumun geri kalanında maruz kalacağı psikolojik ve fiziksel şiddeti artırmış oluyor ne yazık ki. Zaten mental olarak her gün böyle yeniden adapte olmaya çalıştığımız, yeni dünyalarımız diyeceğim, bunların da eklenmesiyle lubunyalar ve HIV kişiler için daha endişe verici bir durum oluşturuyor açıkçası.”

Sırf eşcinsel diye itilip kakılan, aşağılanan şair Arkadaş Zekai Özger’in o meşhur şiiri “Merhaba Canım”. Yayımlandığı zaman insanlara “Bu ne yahu” dedirten, hatta bazılarını öfkelendiren, olay yaratan bu şiir, bize on yıllar öncesinden, olmamız gereken yeri işaret ediyor:

Ve bir gün hiç anlamayacaksınız /güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum / düşüverecek ellerinizden ve / bir gün elbette/ zeki müreni seveceksiniz / (zeki müreni seviniz)”

Gündem