Enflasyonla toplumsal ve çevresel çöküşün ilgisi ne?

Enflasyonla toplumsal ve çevresel çöküşün ilgisi ne?
“Dünyayı bir avuç zengin yönetiyor” algısının aslı, esası var mı? FED’in faiz kararı neden Türkiye gibi ülkeleri etkiliyor? Enflasyon “dış mihrakların oyunu” mu? Küresel finans sisteminde müteahhit ne yana düşer?

Ülkemize has para politikalarıyla çılgın bir enflasyonun pençesindeyiz. Ekonomik durgunluk (resesyon) Türkiye’deki kadar olmasa da Dünya’nın da derdi. Dünya Ekonomik Forumu’nun Davos öncesi yayınladığı rapora göre kısa vadede en ciddi küresel risk hayat pahalılığı ve “biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistemlerin çöküşü”.

Peki küresel finans sisteminde alınan kararlar, insan yaşamını ve doğayı nasıl etkiliyor? İklim krizinin para politikalarıyla ne alakası var? Bu haftanın Yeşil Dalga’sı, Merkez Bankası kararlarından kredi derecelendirme kuruluşlarına, komplo teorilerinden ekosistemin tahrip edilmesine, küresel finans sisteminin doğayla bağlantısını ele alıyor.

Dünyada para bolluğu dönemi bitti. Hele COVID19 salgınında ekonomi dönsün diye küresel finans sistemi para bastı. sonra Dünya’da da enflasyon sorunu başladı.

Bu nedenle başta ABD Merkez Bankası FED ve Avrupa Birliği MB’si (European Central Bank – ECB) olmak üzere bir yıldır faiz artırımına gidiyor. Son olarak 2 Şubat’ta FED, son 16 yılın en yüksek faiz artırımı ilan etti: Politika faizini 25 baz puan artırarak yüzde 4,50-4,75 seviyesine geldi.

Sığ ekonomi tartışmaları, algı ve mitlerin ötesinde küresel finans sisteminin nasıl işlediği ve iklimle bağlantısını Mehveş Evin sordu, Ferdi Akarsu yanıtladı:

ABD’nin faiz arttırması ne demek? “Parayı bana getir” demek. Yani para topluyor, buna da sıkılaşma deniyor. Biraz açmak gerekirse kabaca parasal genişleme döneminde saldığı ve Kovid döneminde bastığı parayı faizleri yükselterek ve bilanço küçülterek geri topluyor. Geri kalanlara ise “geçmiş olsun” diyor. Şimdi artık bütün dünya düşünsün!

FED'in aldığı karar dolar üzerinden, dolar da dünyanın para birimi. Dolayısıyla ABD, bütün dünyayı etkileyen bir karar almış oluyor. G8 ABD’yi takip diyor tabi. Biraz geç kalmış olsa da AB Merkez Bankası da mesela faiz arttırıyor. Gelişmekte olan ülkeler de Amerika'daki enflasyonu baz alarak kendi ülkesini korumaya çalışıyor.

FED’in faiz artırımı Dünya’yı nasıl etkiliyor? Gelişmiş ülkelere bu tür durumlara karşı yetkin kurumlar ve yasalar, bağımsız bir merkez bankası ve daha da önemlisi önemli bir hazine birikimine sahip oldukları için genelde çok bir şey olmaz. Gelişmekte ve gelişmemiş ülkelerde ise şu oluyor: FED faiz arttıyor, dışarıdan parayı, varlığı evine yani ABD’ye çağırıyor. Genişleme zamanlarında risk iştahıyla gezen dolar, “az olsun, risksiz olsun, ama benim olsun” diyerek faiz getirisine koşuyor. Aynı zamanda bilanço da küçülüyor. Yani ne oluyor? Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler bolluk zamanında paraya alıştıkları için birdenbire dolar sıkıntısı başlıyor. Dolayısıyla ülkelerin içinde parayı döndüremiyorlar ya da döndürecek para bulamıyorlar. Sonuç? Toprak satıyor, doğal kaynaklarını tüketiyor, imar inşaata yükleniyor ve/veya vatandaşlarının emeklerini biraz daha değersizleştiriyor ve alım güçlerini düşürüyorlar. Gelişmiş ülkeler bir değer üretip satıp, para kazanıyor. Mesela bir ilaç, bir teknoloji satıyor ve o kadar etkilenmiyor. Gelişmekte olan ülkeler ise ya hammadde kaynağıdır ya ara malı üreticisi, dolayısıyla Türkiye gibi küresel sisteme bağımlı. Küresel finans sisteminin iklim krizi ile birlikte acilen bir reforma ihtiyacı var.

Türkiye faiz indirimi uygulamıyor, ama: Öncelikle faiz hakkında şunun bilinmesi gerekiyor. Enflasyonist ortamlarda ekonomi yönetimlerinin en önemli silahlarından biri faizleri arttırmaktır. Bu şekilde enflasyonun talep odaklı bölümü konusunda etki sahibi olabilir. Ama enflasyonun diğer önemli nedeni olan maliyet enflasyonu ise bambaşka bir konu. Küresel makroekonomik süreçler bu konuda söz sahibidir. Malum, Türkiye’nin ekonomi politikası faiz artırmamak, aksine indirmek ve bu yolla ekonomiyi canlı tutmak istiyor belirli bir oranda büyümeyi yakalayarak. Ancak FED’in faiz politikası bizi de etkiliyor çünkü dışa bağımlıyız. En basitinden borçlanma yükümlüğümüz artıyor ve bunda CDS’ler (kredi risk primi) de destek veriyor. Daha yüksel faizle finansman bulmakta zorlanan iş dünyası ise üretmekte daha da zorlanıyor. Bu durumda ekonomi yönetimi bu sefer ne yapıyor? Ekonomiyi kurtarmak için orayı burayı imara açıyor. Bildiğiniz inşaat, beton ekonomisi. Nereden nereye geldik? İşte “Laz mütteahiti” ortaya çıkaran bunlar. Sonra da “dış mihrakların oyunu” deniyor! Değil. Küresel sisteminin ülkelere olan etkisini iktisat bilimi söylüyor zaten. Bizim siyasetçilerimizin önlem alması lazım, ama almıyorlar. Gelişmenin ve gerçek anlamda büyümenin yolu, bilimden, akıldan geçiyor. Ülkeler tek başına faiz arttırıp indirmek ile gelişilseydi ve büyüseydi keşke. Ama o iş öyle değil.

Dünya birkaç zengin ailenin elinde mi? Böyle çok gizemli bir şeymiş gibi “35 tane aile var, Dünyayı yöneten bir-iki ülke var, bizim elimizden ne gelir” algısı bizde yaygın. Birincisi, biz edilgen durumundan çıkalım. Bunların tamamı öğrenilmiş çaresizlik. Evet, Merkez Bankaları üzerinden özellikle büyük ülkelerin Dünya’yı yönlendirmesi söz konusu. En büyük düzeydeki regülasyon bu. Bizdekinin aksine, ekonomik sistemde hükümetlerden bağımsız olarak alabilen modeller. Bu şekilde finansı yönetirler. Ama siz ülke olarak doğruları yaparsanız uluslararası bu tür regülasyonlarda ve krizlerde daha az zarar görür ve hatta bu durumdan fayda bile sağlayabilirsiniz. Örnek uzakta değil. 2008 küresel krizi. Bizi teğet geçti mesela. Efsunlu olduğumuzdan değil, o dönem nispeten daha akılcı iktisadi ve ekonomik tedbirlerimiz ve uygulamalarımız vardı. İkincisi, elbette Buffet gibi aileler, Elon Musk gibi isimlerin önemli bir kapitali var. Onların yaptıklarını alıp sattık. Ama günün sonunda onlar bile merkez bankalarına ve bu sisteme bağlılar.

Herşeyin suçlusu ABD mi? Amerika dünya kaynaklarının yaklaşık yüzde 30'unu kullanıyor . Aynı zamanda ve bunun da etkisiyle dünyada kabul edilen para dolar şu anda, Amerika'nın baskın gücü bir ölçüde buradan geliyor. Bu gücü çevre ve iklim açısından çok iyi değerlendirebilir. Ama olması gerekenin çok uzağında, çok eski model. Ulusal çıkarlar elbette her ülke için önemli. Bu anlaşılabilir. Ama siz ABD iseniz ve ulusal çıkarınız bir şekilde tüm dünyayı da etkileyecek durumda ise artık bir sorumluluğunuz var demektir. Buna rağmen eskiden bildiğini tekrarlar işler yapıyor. Bunun iklime, sürdürülebilirliğe yönelik faydası yok. Ancak bu gidişin gidiş olmadığı ekonomi çevrelerinde konuşuluyor, Dünya Bankası ekonomistleri “reform”dan bahsediyor.

Kredi derecelendirme kuruluşları düşmanımız mı? Ülkelerin kredi ve yatırımlara uygunluğunu ölçen kredi derecelendirme kuruluşlarına aşinayız. Bu tür kredi derecelendirme kurumları puanımızı yükselttiği zaman dikkate alıyoruz. Ama niyeyse kötü olduğu zaman “dış mihraklar” oluyor! Yani kazanın doğurduğuna inanıyoruz da öldüğüne inanmıyoruz. Türkiye 20-30 senedir olan bir ülke değil, bunlar da 20, 30 yıl değil yıllardır varlar ve bütün dünyadaki ülkeleri değerlendiriyorlar. Dertleri sadece Türkiye değil. Kredi değerlendirme kuruluşları, belli kriterlere (mesela cari açık, hazinenin durumu vb.) göre her ülkeyi değerlendiriyor. Küresel para, hani gezen para da deniyor, hangi ülkeye gitsin kararı veriliyor. Yatırım yapılabilir ya da yapılamaz şeklinde. Günün sonunda eğer o para benim ülkeme geliyorsa kendi yerel param yatırım aldığım için değerlenmeye başlıyor, yatırım artıyor, yaşam kalitesi artıyor ve borsan yükseliyor. Dolayısıyla kredi değerlendirme kuruluşları ne dost ne de düşman. İşlerini yapıyorlar. Elbette sıklıkla olmasa da siyasi, yanlı ve ikircikli yaklaşımlar sergiledikleri zamanlar da olabiliyor. Böyle durumlarda şayet güçlü bir ülkeyseniz sizi ilgilendirmiyor bu durum. Ama zaten kötü yönetilen ve kötü durumda olan bir ülkeyseniz yandı gülüm keten helva. Yani iş dönüp dolaşıp ülke olarak iyi ve başarılı olmanıza geliyor. Yoksa dünyada düşene bir tek me benden diyecek dış mihrak falan hep var. Dünde vardı yarın da olacak.

Kredi notunun doğa talanıyla ne ilgisi var? S&P gibi kurumların kriterleri, ülkelere göre değişmiyor, aynı. Mesela öz varlığına, kamu mali disiplinine falan bakıyor. Biz diyoruz ki ana başlıklardan biri de çevresel performans olsun. Çünkü bu olmadığı zaman o ülkenin yönetimine, “doğanı, canlılarını, insan sağlığını ne yaparsan yap” demiş oluyor. İstersen ormanını kes, istersen plastik atık çöplüğü ol, diye icazet veriyor. Aslında o yetkiyi veren, bu kuruluşlar, o yetkiyi veren de merkez bankaları. Günün sonunda dünyadaki büyük kapitaya bakıyorlar. FED ya da ECB sıkılaştırma kararı alırken oturup şunu gözetmeli: Tamam, kendi ülkem ve birliğimin hayrı için bu kararı alıyorum ama tüm dünyayı da etkiliyorum. O yüzden bu kararı alırken iklim de olsun çevre de olsun kriterler arasında… Gelişmekte olan ülkelerin karar alırken hiç mi sorumluluğu yok, tabii ki var.

Uluslararası şirketlerin sorumluluğu yok mu? Kanada örneğine bakalım. Kanadalı şirket kendi ülkesinde yapamadığı faaliyetleri bizim gibi başka ülkelerde yapabiliyor, maden şirketlerine bakın. Sonuçta bu bir nefret döngüsü yaratıyor: Ben vatandaş olarak diyorum ki ‘X ülkesinin şirketi benim suyumu zehirliyor, benim dağımı oyuyor’. Olayın tamamını görememek siyaseten de kullanışlı.

Yeşil ekonomiye geçiş fakirleştirmez: Yale’in 2016’daki araştırması diyor ki ‘ülkeler yeşil olabilmek adına faaliyetlere başladığında sanılanın aksine gayri safi milli hasılaları da artıyor, yani zenginleşiyorlar. Genelde ‘ biz yeşil olmaya çalışacağız ama bu sefer de üretemeyeceğiz, fakir kalacağız’ endişesi hakim. Oysa tam tersi. Yani büyük ülkelerin haksızlıklarına rağmen, yeşile yatırım yaptığın zaman zenginleşiyorsun. Nereye kadar mağduru oynayacaksın? O yüzden eski modayı bırakıp artık sürdürülebilir yatırımlar yapmamız lazım. Dünya koşa koşa stagflasyona gidiyor, hem durgunlaşma hem enflasyon demek bu. İşte bütün bunların iklimle ve doğayla ilişkisini tekrar hatırlatmak lazım.

Enflasyon ahlaksızlık ve yıkım getirir: Ürettiğin bir şey yok ya da katma değeri çok düşük veya yetmiyor ülkene. Ülkenin ekonomik durumuna güven az ve/veya hukuk sistemine güvenilmiyor. Bu durumda dışarıdan para istediğin kadar gelmiyor. O yüzden kendi çarkımla döneyim, Uludağ’ı, sahilleri imara açayım diyor…İnşaat demek yani. O da 200’ün üzerinde etkilenen sektör demek. Ama sadece pansuman bu. Hep inşaat dersen katma değerli ürün yerine günün sonunda dağı bayırı ormanı sahili derken ülkeyi inşaat ülkesi yaparsın. Toprağın, ormanın karbon tutma potansiyelini yok ediyorsun bu şekilde. Ayrıca yaptığın inşaatla havadaki karbonun yarısına yakınından da sorumlu oluyorsun. Çiftçi mesela zaten üretemiyor özellikle tarımsal girdilerdeki maliyet artışı ve enflasyon nedeniyle. Araziler satılıyor, acayip spekülasyon dönüyor. Süt inekleri bile kesiliyor. Enflasyon yaratır bu tür şeyler, daha kötüsü enflasyon ahlaksızlık getirir, sadece maddi çöküntü değil. İnsanların ticaret yapma isteğini düşürür çünkü fiyatlar belirsiz. Enflasyon iklimi mahveder, her şeyi kötü etkiler.

Müteahhidi yaratan ekosistem: Küresel finans sistemine bağımlılık var ama bazı ilkesel kararları almak çok önemli. Kimsenin birbirine hak vermişliği yoktur. Hak talep edersin, alırsın alabiliyorsan. Yine söyleyelim, müteahhit, bir sonuç. Müteahhidi yaratan ekosistemin üzerine bir şeyler söylememiz, yazmamız, konuşmamız, talep etmemiz gerekiyor. Enflasyon sadece cebimdeki parayı yok edip fakirleştirmiyor, doğayı da fakirleştiriyor. Küresel ölçekte iklimi ve doğayı da önceleyen ve herşeyden önce doğal kaynakların da hakları olduğunu kabul eden yaklaşımlar önemli. Bu tür yeni iktisat teorileri üzerinde çalışıyoruz. Dünya çalışıyor. Sorun şu ki süre kısıtlı. Ama ekonomi yorumları günümüzde sadece olan biten üzerine yapılıyor. Yani sonuçlar üzerinde debelenip duruyor. Halbuki neden-sonuç ilişkisini konuşmak gerekiyor. “Merkez Bankası faizi artırdı, şimdi ne olacak?” Geçmiş olsun. Ne olacağı zaten iktisat teorisine yazıyor.

Özel Haber