Gazeteci Kazım Kızıl, deprem bölgesinde karşılaştıkları zorlukları anlattı: Denetlemeler, üst aramalar, yasaklar...

Gazeteci Kazım Kızıl, deprem bölgesinde karşılaştıkları zorlukları anlattı: Denetlemeler, üst aramalar, yasaklar...
Gazeteci Kazım Kızıl, Kahramanmaraş Depremi'nin "Gazetecilik Almanak"ını tuttu. Depremin ilk gününden itibaren bölgedeki kolluk kuvvetiyle yaşananları paylaşan Kızıl, gün gün tuttuğu raporlamasında bölgeden haber geçebilmek için yaşadığı zorlukları paylaştı.

İşte Kazım Kızıl'ın güncesinde yer alan olaylar dizisi:

-Deprem bölgesindeki 40. günüm. Hala bölgedeyim. Video haber ve fotoğraflarla bölgede yaşananları, ihtiyaçları, sorunları aktarmaya çalışıyorum. Burayı düşününce insan kendisinden bahsetmeye utanıyor, ancak bilinsin diye kendime dair ufak bir "raporlandırma" yapmak istedim."

- 9 Şubat, Hatay girişi... Uluslararası bir ajans için çalışan 3 kişilik bir ekibiz. Saatler sonra zar zor ulaştığımız Hatay-Kırıkhan yol ayrımında asker tarafından durduruluyoruz. Geçişimize izin verilmiyor. Üstüne bağırıyor ve bizi yardım taşıyan tırcılara hedef gösteriyorlar.

- 10 Şubat, Maraş. Ekip canlı yayın yaparken ben dolaşıyorum. Çevik kuvvet kartımı soruyor, arabada unutmuşum, alıp getiriyorum. Bu sefer de izin soruyor. Herkes gergin, uzatmak istemiyorum, peki diyorum. Çekim yapmamama rağmen 2 dk sonra beni çevredekilere hedef gösteriyor.

- 23 Şubat, yine Maraş'tayız. Merkezde röportaj yapıyoruz. Önce 3 sivil polis geliyor. Basın kartı, kimlik soruyorlar gösteriyoruz. Başka bir ekibi çağırıyorlar. Onlara da gösteriyoruz. Yaklaşık 1 saat sürüyor bu işlemler, sürekli bir yerlere telefon açıyorlar filan.

"Burası Maraş... Maraş sağcıdır, bu kontroller iyiliğiniz için"

- Birçok sorudan sonra röportaj yaptığımız kişinin ne söylediğini de soruyor, bunu etik olarak cevaplamayacağımı iletiyorum. Peki diyorlar. Ardından bize Maraş'ın çok sağcı olduğunu, bu kontrolleri bizim iyiliğimiz için yaptıklarını belirtip "sorgu"ya bir son veriyorlar.

- 27 Şubat, Hatay. Ekip İstanbul'a dönmüş. Ben dönmeyip bağımsız çalışmaya devam ediyorum. 22.00 sularında Hatay merkezden ayrılıp Arsuz tarafına geçmeye çalışıyorum. Her taraf zifiri karanlık, ara ara ateş yakan askerler, polisler var. Yanlış yola girince U yapmak istiyorum.

- Henüz ilk manevrayı yapmışken karanlığın arasından polisler çıkıyor ellerinde fenerlerle. Bağırarak arabayı durdurmamı, ellerim havada dışarı çıkmamı söylüyorlar. Çıktığımda kaputa ellerimi koyup bacaklarımı açmamı istiyorlar. Aramadan sonra kimliğimi istiyorlar.

- Sonra basın kartımı da soruyorlar, gösteriyorum. Başta 4-5 kişi olan ekip, sivil ve özel harekatçıların gelmesiyle bir anda sayı 20'yi geçiyor. (Açıkçası kimlik sorma aşamasına kadar hak veriyorum onlara. Sonuçta kendilerini görüp U yaparak kaçtığımı düşünüp durdurmuşlar.)

- (Ancak arabayı gördün, ağzına kadar ekipman dolu; kameram, mikrofonum, tripod...vs. Kimliğimi sorgulatıp basın kartımı da gördün. O kar maskeli özel harekatçılara ne gerek vardı?) Bu aşamadan sonra yaklaşık 1 saat süren ince arama ve "sorgu" süreci başlıyor.

"Hayatımda çıkarmadığım stepne bile söküldü"

- Tüm çantalarım, en ufak gözlerine kadar çıkarılıyor. Her bir cihaz tek tek soruluyor. Arabanın her bir bölmesi aranıyor, ta stepneye kadar. Hayatımda çıkarmadığım stepneyi polisler çıkarıyor. Bir yandan neden U çektiğim soruluyor, 3. kez anlatıyorum.

- Bu süre zarfında istihbarattan bilgiler alıyorlar. Aldıkça da bana bunları soruyorlar. (Bazıları özel hayatımla ilgili, onları geçiyorum.) Politik bir grubun ismini söyleyip Kasım ayında Ölmez Ağaç'ı (ilk belgeselim) göstermişsin Hatay'da" diyorlar.

- Bahsettiği grupla en son ne zaman görüştüğümü bile hatırlamadığımı, bazı başka grupları da sayarak herkesle görüşebileceğimi söylüyorum. İstihbaratlarının yanlış olduğunu, en son 2021 Temmuz'unda Hatay'a yeğenimin düğünü için geldiğimi söylüyüyorum.

Polis bize de gelirsin diyerek Ülkü Ocakları'nı adres gösteriyor

- Politik grupları sıralayınca polisin biri "E o kadar saydın Ülkü Ocakları yoktu içinde, belki bize de gelirsin bir gün" diyor. "Çağırırsanız neden gelmeyeyim" diyorum. O sırada bir özel harekatçının arkadaşına şunu söylediğini duyuyorum: "Adam çok rahat, çok profesyonel."

- Ama arama ve sorgu-sual bir türlü bitmiyor. Bana şimdiye kadar yaptığım haberleri soruyorlar. Gösteriyorum Youtube'dan. İngilizce olduğu için anlamadıklarını söyleyip çevirmemi istiyorlar, başlıyorum haberi çevirmeye.Bu da yetmiyor çektiğim şeyleri görmek istiyorlar.

- Normalde bunu savcı kararı olmadan yapmayacağımı, ama şu anda bunlarla uğraşmak istemediğimi söyleyip açıyorum bilgisayarı. O güne dek çektiğim görüntüleri gösteriyorum. Arada çok başka sorular da soruyorlar. Sonunda "peki" diyorlar, "ikna olduk biz gazeteci olduğunuza."

- Sonunda gitmeme izin veriyorlar. Her ne kadar yaptıkları bir güvenlik işlemi gibi gözükse de özel hayatım dahil birçok soru sormaları, belki bir şey buluruz umuduyla arabayı motor dahil tepeden tırnağa aramaları psikolojik bir baskı yaratma isteğinden başka bir şey değil.

"Balığı çekmeme" talimatı

- 6 Mart, İskenderun. Bu fotoğrafı çektiğim İskenderun'daki çadır kente ikinci kez gidip depremden 23 gün sonra kurtarılan 3 balığın hikayesini videoya çekmek istiyorum. Ama kapıdaki asker kartımı göstermeme rağmen kesin talimat aldıklarını belirtip izin vermiyor.

- Bunlar ilk aklıma gelenler. Ayak üstü sorgulamaları, oraya giremezsin, burayı çekemezsin, o yasak bu yasak uyarılarını anlatmıyorum bile. Birçok gazeteci arkadaşım da benzer şeyleri yaşıyorlar ne yazık ki. Amaç çok belli. Ancak biz buradayız ve olmaya devam edeceğiz! (Kısa Dalga)

Gündem