İskandinav masalı 'sona erince': İsveç’te NATO karşıtı kamuoyu bir anda mı değişti?

İskandinav masalı 'sona erince': İsveç’te NATO karşıtı kamuoyu bir anda mı değişti?
İsveç Komünist Partisi Başkanı Povel Johansson, ülkenin NATO üyeliği başvurusunda bulunmasına giden süreci anlattı.

Kavel Alpaslan

İskandinavya ülkesi İsveç uzun bir süre boyunca uluslararası çatışmalardaki tarafsız kalma çabası ile biliniyor. Üstelik namı sadece dış politikasıyla sınırlı değil, aynı zamanda başarılı sosyal demokrat politikaların da ‘ilham’ noktası olarak gösteriliyordu. Geçtiğimiz haftalarda İsveç’in Finlandiya ile birlikte NATO’ya üyelik başvurusunu acil gündemlerine almasıyla birlikte hem ‘tarafsızlığın’ hem de ‘sosyal demokrat ütopyanın’ üzerindeki tozlar kalkmış oldu.

İskandinav masalı tarih mi oldu, yoksa zaten tarih miydi? O halde ülkenin NATO ile ilişkisini, tarafsızlığı değiştirenin ne olduğunu ve neoliberal politikaların İsveç’deki sosyal demokrasiyi nasıl etkilediğini daha yakından okumak gerekiyor. Neoliberalizm ve tarih üzerine gazeteci Victor Pressfeldt ve Sosyal Demokratları farklı bir açıdan eleştiren Komünist Parti’nin Başkanı Povel Johansson ile birlikte sorularımıza yanıt aradık.

BİR İSVEÇ ‘İMAJI’: TARAFSIZLIK

NATO ile İsveç arasındaki ilişkiye değinmek için önce ‘tarafsızlık’ meselesini çözmek gerekiyor. Çünkü İsveç pasif tutumuyla akılda kalan bir ülke olmasına karşın NATO ile ilk kez ilişki kurmuyor. Belki üyelik seviyesinde olmasa da tarafların dirsek teması -hatta çoğu zaman daha fazlası- uzun yıllardır gözlemleniyor. Peki o halde bu akılda ‘pasif duruşun’ temeli nerede diye sorduğumuzda Pressfeldt bize söz konusu algının tarihsel olarak nasıl oluştuğunu aktarıyor:

“Sizin de belki bildiğiniz üzere İsveç, yaklaşık 200 sene evvelki Napolyon savaşlarından beri ittifakların dışarısında kaldı ve bir şekilde iki dünya savaşına da dahil olmamayı başardı. ‘Tarafsızlık’ bu geçmiş nedeniyle ‘İsveç imajının’ da bir şekilde ana sütunu haline gelmiş oldu. İsveç 1990’lardan itibaren Balkanlar ve Afganistan’daki NATO misyonlarına ve tatbikatlarına katılarak inceden inceye NATO’ya yanaşırken Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edişine kadar Sosyal Demokrat İşçiler Partisi (SAP) hükümeti ‘üyeliğe’ açıkça karşı çıktı. Kamuoyu ise bu iş bir ‘oldubitti’ haline getirilene kadar böylesi bir üyeliğe doğrudan karşıydı.”

İSVEÇ NATO MİSYONLARINDA AKTİFTİ’

Geride bıraktığımız 20-30 yıllık dönemde NATO-İsveç ilişkisi ‘karmaşık’ görünüyor. Ancak NATO üyeliğine karşı olan kamuoyu NATO ile iş birliği yapmasına rağmen sosyal demokratlara oy vermeye neden ve nasıl devam etti? ‘İsveç’in NATO ile yakınlaşmasının kamuoyu kapsayamayacağı şekilde çok daha uzağında gerçekleştiğini’ söyleyen Pressfeldt şöyle yanıtlıyor:

“İsveç'in Afganistan'daki NATO misyonuna katılımı esas olarak ‘BM Misyonu’ olarak anılır. Daha önceleri NATO üyeliğine karşı çıkan liberal partiler de 1990’larda muhafazakâr sağa katılıp dümeni NATO üyeliğine kırma yönünde hamle yaptı. NATO üyeliği Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Amerikan hegemonyası altında dünya güvenliğinin inşa edileceği ‘doğal’ bir adım olarak görülüyordu. Bununla birlikte, siyasi olarak aktif olanlar dışında sayılı bir kesim gerçekte neler olup bittiğine dair sağlam bir fikre sahipti. İnsanlar genel seçimlerde sandık başına gittiğinde İsveç’in güvenlik siyaseti, partilere oy verme nedenlerini kısıtlı bir ölçüde etkiledi. Ana akım medya, İsveç'in yurtdışındaki NATO misyonlarında aktif olduğu gerçeğini neredeyse görmezden geldi.”

VATAN HAİNİ OLMAKLA İTHAM EDİLİYORUZ’

Bugüne geldiğimizde ise Johansson NATO üyeliğine başvuru kararının çok hızlı ve hiçbir demokratik süreç işlenmeden alındığını söylüyor: “Sosyal demokratlar kasım ayı gibi geç bir tarihte kongresini topladı. Burada ‘NATO üyeliğine karşı direnişlerini sürdürme’ yönünde oy kullanıldı. İsveç siyasi eliti, önümüzdeki eylül ayında yapılacak genel seçimleri beklemeye tenezzül bile etmedi. Bu aynı zamanda İsveç halkının bu süreçte hiçbir söz hakkı olmadığı anlamına geliyor. İnsanların yeni siyasi durumu tartışmadan kabul etmesini sağlamak için halka karşı büyük bir propaganda kampanyası yürütülüyor. Ülkemizin bağımsız bir dış politikasını koruyarak egemence yönetilmesini isteyen ve barış hareketinde aktif olan bizler ‘vatan haini’ olmakla itham ediliyoruz.”

Genellikle NATO’ya karşı tutumuyla bilinen kamuoyu nasıl olur da bir anda direksiyonu aksi yöne kırabilir? Düne kadar genel kanı olarak kabul edilen fikirler nasıl bir anda ‘marjinalleşebilir’? Bunun önemli bir soru olduğunu söyleyen Pressfeldt, Rusya’nın Ukrayna işgali ile birlikte toplumsal tartışma ortamının oldukça ‘sıkışık ve dehşet verici’ bir durumda olduğunu hatırlatıyor ve şunları söylüyor:

“Atlantik Konseyi ve çeşitli sağ kanat (neoliberal) düşünce kuruluşları gibi NATO yanlısı örgütler, kendilerini ‘bağımsız uzman’ olarak göstermeye çalıştı -ve bunu başardı: Medyada ‘Rusya’nın Ukrayna işgalinin İsveç’in sırada olduğunu kanıtladığını’ ve ‘tek seçeneğin NATO’ya katılmak olduğunu, aksi takdirde Ruslarla aynı kaderi paylaşacaklarını’ savundular. NATO yanlısı lobi, NATO karşıtlarını ‘Putinci’ ya da ‘Rus ajanı’ olarak damgaladı. Suçlamalar elbette saçmaydı, ancak birkaç hafta boyunca birçok NATO muhalifini korkutarak tartışmadan geri durmalarını başardılar.

Diğer muhaliflerin ise TV programlarındaki ya da yazılı basındaki tartışmalara katılımları fiilen reddedildi. Tanınmış solcu gazeteci Kajsa Ekis Ekman, Rus propagandasını Amerikan propagandasıyla karşılaştırdığı için solcu bir gazetedeki işini kaybetti. Benim de Twitter hesabım (muhtemelen) NATO’ya karşı şiddetli eleştirileri dile getirdiğim için kapatıldı. Mart ve Nisan aylarında İsveç hükümeti NATO’ya dair tutumunu yeniden gözden geçirdiğinde muhalifler etkili bir şekilde susturuldu.”

İSVEÇ’İN HEDEF OLMA İHTİMALİ ARTIK DAHA YÜKSEK’

Ancak NATO muhalifleri üzerindeki baskının yalnızca medyada ya da sosyal demokratlara muhaliflerle sınırlı kaldığını söylemek güç. Pressfeldt, hükümetin NATO üyeliğine başvurmayı seçtiğinde SAP içerisinde de aynı baskının yaşandığını söylüyor:

"Geçtiğimiz yıl emekli olan eski başbakanımız Stefan Löfven de NATO üyeliğine karşı durdu. Başbakan Magdalena Andersson liderliğindeki yeni nesil Sosyal Demokrat liderliğin, eski sosyal demokratlara göre NATO ve ABD dış politikası hakkında daha pozitif bir düşünceye sahip olduğu görülüyor. ‘Eski’ dediğimiz sosyal demokratlar kendilerini adalet ve ABD emperyalizmine eleştirilerin bir şekilde sembolü olan Olof Palme’nin meşalesini taşıdıklarını düşünüyordu. Bu miras, neoliberalizm ve ABD küresel hegemonyası ile büyütülen yeni nesil Sosyal Demokrat liderlik tarafından paylaşılmıyor gibi görünüyor.”

Johansson da İsveç’te kamuoyunun yıllar boyu güçlü bir şekilde NATO karşıtı bir tavrı savunduğunu ve bu durumun Ukrayna'daki savaş nedeniyle son birkaç ayda hızla değiştiğini söylüyor. Ancak bu tavrın yaş gruplarına göre değişiklik gösterdiğini aktarıyor: Şimdilik İsveçlilerin çoğu NATO üyeliğinden yana. Ne mutlu ki gençler arasında NATO karşıtı görüşler hâlâ güçlü. Özellikle ‘asker adayı’ genç erkeklerin ABD’nin savaşlarında ölüme gönderilmek istemediklerini söyleyebiliriz.”

Öte yandan Putin’in Ukrayna’ya yönelik saldırısının İsveç’teki NATO lobisine verilecek en harika hediye olduğunu söyleyen Johansson, paradoksal bir şekilde böylesi bir üyeliğin gerçekleşmesi haline İsveç’in savaşın yıkımına daha da yaklaştığını ifade ediyor: “İsveç’in Rusya tarafından işgali gibi bir durum söz konusu olmasa bile NATO propagandası insanları korkuttu. Doğrusunu söylemek gerekirse, gelecekte yaşanacak geniş çaplı bir savaşta İsveç’in hem hedef hem de operasyon alanı olma ihtimali artık daha yüksek.”

Son olarak Pressfeldt, İsveç’in NATO’ya doğru hızlı kayışının Finlandiya ile birlikte ele alınması gerektiğini dile getiriyor ve Stockholm’deki sosyal demokratların yalnız kalma korkusunun süreci hızlandırmış olabileceğini ekliyor:

"Aynı süreç NATO yanlısı lobinin İsveç’e göre daha güçlü bir konum kazandığı Finlandiya’da da yaşandı. Finlandiya, NATO'ya katılmaya hazır olduklarının sinyalini verdiğinde İsveç hükümeti, dışarıda kalmanın ihtimalinin zorluğunu hissettiğini düşünüyorum. Biraz daha açmak gerekirse İsveç ordusu, yaklaşık son 10 yıldır Finlandiya ile yakın çalışması yönünde yeniden şekillendirilmişti. İsveç’te ‘Stockholm ve Helsinki’nin jeopolitik çıkarlarının ortak olduğu’ yönünde bir genel bir anlayış var. Dolayısıyla Finlandiya’da yaşananlar da göz ardı edilemez.”

'SOSYAL DEMOKRATLARIN İSKANDİNAV MODELİ ÇOKTAN ÇÖKMÜŞTÜ'

İsveç’in NATO hamlesi, sıkça dile getirilen ‘İskandinav Modeli’nin çöküp çökmediğini tartışmaya açtı. Ancak Johansson bu modelin uzun süredir zaten enkaz altında olduğu kanısında: “İskandinav modelinin arka planı kooperatif sosyal demokrat devlete dayanır. Bugün İsveç’te hem sendikacılar hem siyasetçiler hem de şirket yöneticileri hâlâ bu konuyu sıkça dile getiriyor olsa da söz konusu model artık geçmişte kaldı.”

Dünyadaki bütün sosyal demokratların parmakla gösterdiği İskandinavya modelinin İsveç’teki arka planını ve çöküşünü Pressfeldt şöyle anlatıyor: "İsveç Soğuk Savaş döneminde, hükümetin Doğu ile Batı bloğu arasında bir şekilde ‘üçüncü yol’ yaratmaya çalıştığı, dünyanın en dengeli ülkelerinden biriydi. Elbette her zaman batıya meyletti ancak jeopolitik olarak ABD emperyalizmine şiddetle karşı çıkılabilirdi: Üstelik o sırada Soğuk Savaş sırasında siyasete egemen olan sosyal demokratlar, neredeyse var olmayan bir işsizlikle kombine edilmiş dünyanın en güçlü refah devleti yaratıldı. Zenginler için vergi indirimleri ve hızlı özelleştirmelerin başladığı 1990’lı yıllarda bu durum çok hızlı bir şekilde değişti (hem sağ hem de Sosyal Demokrat hükümetlerin yönetiminde). 2000’ler boyunca ise İsveç OECD’de en hızlı eşitsizlik artışını görürken işsizlik de rekor seviyelere tırmandı -ki neoliberal ekonomistler bunun enflasyonla mücadele için ‘iyi’ olduğunu savundular.”

Pressfeldt İsveç'te bu neoliberal dönüşümden etkilenmeyen hiçbir şey olmadığını söylüyor: “Devlet hastaneleri özelleştirildi. Eğitim sistemi bir özel sektöre dönüştürüldü (proje olarak Milton Friedman’ın sistemi kullanıldı). İşçi hakları biçildi ve emeklilik sistemi, fiilen herkesi emeklilik fonlarını özel borsalara yatırmaya zorlayan bir sisteme dönüştürüldü. NATO sorununda olduğu gibi İsveç (ya da İskandinav) modelinin yaşadığı bu dönüşüm hiçbir zaman toplumsal tartışmaya açılmadı. İnsanlar sol siyaset vaat eden ancak radikal neoliberalizm getiren Sosyal Demokratlara oy vermeye devam etti. Elbette İsveç'teki birçok insanın hayatını önemli ölçüde kötüleştiren neoliberal siyasetin ardından, neoliberalizmin sorunlarını göçmenlere yükleyen yeni bir radikal aşırı sağın yükselişini de gördük.”

Dünya