Kemal Göktaş: Murat Kurum'un aday olması AKP'nin çaresizliğini gösteriyor

Kemal Göktaş: Murat Kurum'un aday olması AKP'nin çaresizliğini gösteriyor
Kısa Dalga Genel Yayın Yönetmeni Kemal Göktaş, laiklik ve anayasa tartışmalarına ilişkin “AKP’nin bir gün laikliği Anayasa’dan çıkarma ya da çıkarmasa da neredeyse anlamsız hale getirme amacının olduğu açık” değerlendirmesinde bulunurken yerel seçimlerde Murat Kurum'un değil Erdoğan'ın yarışacağını ifade etti.

Kısa Dalga Genel Yayın Yönetmeni Kemal Göktaş, Birgün Pazar'dan Esat Aydın'ın sorularını yanıtladı.

Yaklaşan yerel seçimleri, anayasa tartışmalarını ve siyasetteki İslami söylemleri değerlendiren Göktaş, “Hilafet söylemi, AKP’nin genel siyasi ajandasına aykırı değil. Bunu bugün AKP yöneticileri ifade etmiyor olabilir ama AKP şemsiyesi altında örgütlenen İslamcı hareketler bunun propagandasını rahatlıkla yapıyorlar.” dedi.

Söyleşiden satır başları...

Murat Kurum'un İstanbul adayı olarak seçilmesi, AKP'nin İstanbul’u yeniden alma baskısı altında kalmasının stratejik bir adımı mı?
Parti içi dinamikler ve İstanbul seçmen tabanı göz önünde bulundurulduğunda bu adımın etkileri ne olabilir, Murat Kurum'un adaylığının duyurulmasının ardından kamuoyunda ve AKP içinde nasıl bir tepki ve değerlendirme gözlemlediniz?

Mutlaka stratejik bir tercih ama neden Murat Kurum oldu diye bakarsak, bir kere İstanbul’un temel meselesi deprem ve bütün diğer meseleler depremin gölgesinde kalmış durumda. Çevre, trafik, barınma vs… İnsanlar, 6 Şubat’tan sonra deprem tehdidini çok ciddi hissediyor. AKP de aday tercihini yaparken İstanbulluların deprem korkusuna yönelik bir cevap verme niyetini de ortaya koymuş oluyor. Murat Kurum, bürokrasiden gelen, asıl mesleği inşaat mühendisi olan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan gelen bir isim. Kurum, AKP tabanında ve İstanbul seçmeninde bir heyecan yaratmadı. AKP de başka bir isim öne çıkaramadığı için bu ismi sahneye sürdü. Kurum’un geçmiş bakanlık döneminin çok da başarılı geçtiği söylenemez. 6 Şubat depreminden sonra ortaya çıkan bakanlığın yapmadığı işler ve deprem sonrası sergilediği kötü performans başarısızlık hanesine yazıldı. Ama AKP’nin sahaya süreceği, toplumda ve seçmende heyecan yaratacak, yaptıklarıyla gelecekteki yapacakları açısından örnek olacak bir aday yoktu. Kurum da bu yüzden aday gösterildi. Son ana kadar başka isimler tedavüldeydi. Bu durum bir çaresizlik göstergesi. Toplumda heyecan yaratmayan bir isim İstanbullulara, deprem başta olmak üzere birçok sorunun çözümü için adres gösterildi. Ancak bilinen bir şey var ki Kurum değil Erdoğan yarışacak. Asıl rakip Erdoğan.

Bir de Yerlikaya’dan niçin vazgeçmiş olabilir “asıl rakip” Erdoğan?

İstanbulluların öncelikle hangi hizmeti beklediğine dair çokça araştırma yaptılar ve isimler de sordular. Bu araştırmalardan sonra açığa çıkan manzara depremi önceleyen, seçmeni depreme hazırlama konusunda etkili olabilecek bir ismi sunma zorunluluğu ortaya çıktı. Çok da parlak olmayan bir ismi tercih etmek zorunda kaldılar. Ali Yerlikaya da Kurum gibi tipik bir AKP bürokratı. Daha önce kayyum olarak atanmıştı İBB’ye. Orada yaptığı icraat, bürokrat olarak yaptığı işler çok da parlak değildi. Ne zamanki İçişleri Bakanı oldu, Türkiye’nin yeni ekonomi politikası gereği birtakım operasyonlar ve soruşturmalar yapılması gerekti. Kara para iddialarını savuşturacak, yabancı yatırımcıya güven verecek bir politika bu. Türkiye kara para konusunda gri listede ve bu çok büyük bir sorun oluyor. Uluslararası çetelere yönelik operasyonlarla bir kahraman yaratılmaya çalışıldı. Esasen bu konjonktürel bir parantez anlamına geliyor ama ne yazık ki bu muhalif seçmende de bir sempati yarattı. Kendisine muhalifim diyen ama pek çok pratikleriyle iktidara destek veren gazeteci ve yorumcuların da buna katkısı büyük oldu. Ama Yerlikaya İstanbullulara bir şey vaat edemezdi. Soruşturmalarda etkili bir Bakan profili oluştu ama yerel seçimde kentin sorunları deprem vs… dolayısıyla Kurum isminin tercihi buna yönelik. Kent sorunlarını çözebilecek bir isim olarak Murat Kurum öne çıkarıldı.

Geleneksel bir Anadolu kentinden gelen bir siyasetçi olan Murat Kurum'un adaylığı ile Binali Yıldırım'ın adaylığı arasındaki fark var mı sizce?
Kurum’un adaylığının AKP'nin İstanbul'daki seçim dinamiklerine etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz? Örneğin AKP'nin ilçe belediye başkanı aday tercihleri üzerinde bir yansıması olur mu?
Öncelikle Binali Yıldırım ile Kurum arasındaki benzerlik, icracılık olarak görülüyor. Yıldırım elbette bir siyasetçi ama siyasi kariyerine baktığımızda da bir siyasetçiden çok Erdoğan’ın her dediğini yapan bir bürokrat görüntüsü de var. Bu iki isimde bir çaresizliği gösteriyor aslında. Normalde AKP gibi 1994’ten bu yana yerelden merkezî iktidarı elde eden, belediyelere hükmeden, varlığını yerel yönetimlerdeki “başarısına” borçlu bir hareket açısından, İstanbul’a ithal aday göstermeleri bir sıkıntının göstergesi. AKP başarılı bir belediye başkanını alıp İstanbul’a aday gösteremedi. Başarılarıyla öne çıkan bir ilçe belediye başkanı örneği yok ortada. İmamoğlu ise ilçedeki başarısıyla büyükşehire geldi ve icraatıyla halkı daha memnun eden, en azından yolsuzluk rant israf konularında daha temiz bir görüntü sergileyen bir belediye başkanı profili çizdi. AKP bir çaresizliğin sonucu olarak Kurum’u adres gösterdi. 30 yıllık tecrübe, yerelden güçlü bir aday çıkaramadı bu da AKP’nin zayıfladığının göstergesi. Oylarda da bu görülüyor. İktidar olmanın avantajlarıyla çeşitli ittifaklar kurarak ve seçimleri manipüle ederek iktidarda kalabiliyorlar. Ancak zayıflama süreci de devam ediyor.

İmamoğlu ile de kıyaslandığında aday profilleri ve sunacakları politika farklılıklarının seçmen üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adayların İstanbul'da öne çıkarabileceği konular ve seçmen tabanlarını hedefleyen stratejiler neler olabilir? Kent talanı ve çevre tahribatı konusunda sicilini bildiğimiz Kurum’un, özellikle Kanal İstanbul, deprem, kentsel dönüşüm, ulaşım, çevre gibi İstanbul özelindeki önemli konulara odaklanmasının karşılığı nasıl olabilir?

Kurum çok dezavantajlarla seçime giriyor. Kanal İstanbul bunlardan birisi. Bakanlığındaki performansı da heyecan yaratmıyor. Kurum’un bu dezavantajları kapatmak için izleyeceği strateji, merkezî iktidarın olanaklarıyla kentin sorunlarını çözme vaadi olabilir. Deprem meselesi devasa sorun ve merkezî iktidarın işbirliği olmadan bir yerel yönetimin bunun altından kalkması mümkün değil. Kurum’un da en büyük vaadi bu olacak. İktidarın vereceği olanaklarla sorunları çözme vaadi… İmamoğlu ise merkezî iktidarın engellemelerine rağmen beş yıllık belediyecilik sürecinde ciddi bir hata yapmamış, hizmetleri devam ettirebilmiş bir belediye başkanı olarak görülüyor. Merkezî iktidarın engellemeleri, seçim iptali, siyaset yasağı girişimleri de göz önüne alındığında siyasi bir figür olarak da İstanbullular açısından bir sempati odağı. İmamoğlu merkezî iktidarın engelleme girişimlerine rağmen hizmetlerini öne çıkaracak. AKP’nin ise söylemini yine terör, güvenlik üzerinden kurmasını bekliyoruz. Son günlerde CHP ve DEM Parti arasındaki görüşmelerin sıklaşması, DEM Parti’nin büyükşehirlerde aday çıkarmama sinyalleri AKP’nin kullanmasını beklediğimiz şeyler. Ne yazık ki AKP bu söylemlerden, manipülasyonlardan sonuç alıyor. Yeni dönemde de tartışmanın temel ekseni bu olacak, muhalefeti terörle ilişkilendirme çabaları sürecek. Burada önemli olan muhalefetin bu söylemlere nasıl karşılık vereceği. Bir önceki genel seçimde bu saldırıları önemsemeyerek, toplumun buna inanmayacağını bekleyerek çok ciddi bir hata yaptığını gördük. İlkeleri öne alan, şeffaflığı öne alan, demokratik bir işbirliğini öne alan bir yöntem gerekir ki bunu yaparken de yoğun bir mücadele gerekiyor. Yeni CHP yönetiminin en önemli sınavı bu olacak.

İstanbul konuşulduğunda ister istemez AKP ve CHP dışında İyi Parti ve DEM Parti de konuşuluyor. Akşener, geçtiğimiz hafta Manisa’da “Biz AKP’nin karşısında CHP’yi ya da başka bir siyasi partinin adaylarını kazandırmak için mi bu siyasi partiyi kurduk, onlara yancılık yapmak için mi kurduk?” dedi. Öncelikle bu söze ne diyorsunuz? Akşener’in “hür ve müstakil siyaset” anlayışı sizce adayların niteliklerinin çok belirleyici olacağı bir yerel seçim atmosferi için anlamlı mı gerçekten? Akşener’in “özü başımıza, hür ve müstakil siyaset” stratejisi dediği bu hat sürdürülebilir mi? MHP’den kopan, önce AKP’ye şimdilerde CHP’ye muhalefet eden Akşener’in İyi Parti’yi bu anlamda siz nerde görüyorsunuz?

“Yancılık yapmak için mi parti kurduk” tabiri ittifak politikaları için söylendiyse kendi kendisini yok sayan bir siyasi hatta girmiş olduğunu gösteriyor. MHP’den kopan bir grup siyasetçinin merkez sağdaki boşluğu doldurmak üzere kurdukları bir partiydi. CHP desteği ile Meclis’e girebildiler ve seçim hakkı kazandılar. Hem yerel seçimler hem de iki ayrı genel seçimde Millet ittifakı çatısı altında seçime girdiler. Tüm bu pratik yancılık diye mahkûm edildi Akşener tarafından. Şimdi nasıl girerlerse girsinler seçmen tabanları ile aralarında bir makas oluşacak. Çünkü İyi Parti’ye oy veren seçmen, iktidar politikalarına en sert karşı duran seçmenlerden birisi. İktidara destekleyen milliyetçi taban MHP’de kalırken İyi Parti seçmeni olan milliyetçi taban ise daha seküler, kentlerde yaşayan ve iktidar politikalarından rahatsız bir tabanı temsil ediyor. İyi Parti, cumhur ittifakının işine yarayacak stratejiler içine girdiğinde seçmen tabanından büyük kopuşlar olacak, İyi parti önümüzdeki seçimlerde büyük bir hüsran yaşayacaktır. Merkez sağ iddiasını sürdürecek bir kadro yapısı olmadığı için seküler MHP gibi gözüken, Kürt sorununda aynı şeyleri söyleyen bir yere oturdu. Akşener’in tutumları bir yok oluşa ya da cumhur ittifakı içinde erimeye doğru partiyi götürüyor.

Özel ve İmamoğlu’nun Akşener ile “ablalık” ilişkisi CHP’nin özelde İstanbul ve Ankara genelde tüm Türkiye için seçim stratejisi için yeterli olmamış görünüyor.

Kişisel ilişki denen şey bir ikbal beklentisiydi. Akşener, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanacağını düşünüyordu. Bu sayede de İyi Parti’nin iktidar olanaklarıyla büyüyeceğini, parlamenter sisteme geçildiğinde de kendisinin başbakan olacağını hayal ediyordu. Dolayısıyla kazanacak aday vurgusu buydu. Bir olasılık olarak yerel seçim sonuçları, tabanının beklentisini tekrar öne alabilir. Tabii şu anda taban ile yönetim kadroları arasında bir kopukluk da söz konusu. İyi Parti yönünü tekrar bir muhalefetle ittifak politikasına çevirecekse bu çok sürpriz gelişmelerden sonra olabilir. Ben şu anda iktidarı gücünü koruyorken, partinin yönünü o tarafa çevirdiğini düşünüyorum.

DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e iadei ziyarette bulundu. Özel ise kendi ziyaretinde “kayıt dışı siyaseti terk etme” vurgusu yapmıştı. Değişen CHP yönetimi ile DEM Parti arasındaki bu süreci nasıl görüyorsunuz?

Aslında bu artık zorunluluk haline geldi. Kürt sorununa bakış noktasındaki yaklaşımlarından ziyade iktidar karşısında bu ilişkiyi şeffaf bir şekilde yürütme zorunluluğunuz açığa çıkıyor. Son seçimlerde HDP seçmeni mevcut manzaraya tepki gösterdi, tüm ittifak politikaları HDP dışında gelişti, seçmen yok sayıldı. Özdağ protokolü, ikinci turdaki milliyetçi söylemler HDP (o seçimdeki adıyla Yeşil Sol) seçmenini kırdı. Bir kopuş yaşandı ve anlamı da şuydu, HDP/Yeşil Sol kendi adayını çıkarsaydı seçim ikinci tura kaldığında muhatap alınacak parti ve seçmen onlar olacaktı. Koşulsuz destek nedeniyle Özdağ, Ogan gibi milliyetçi adaylar öne çıktı ve onların ayağına gidildi. Kürt siyasi hareketi mevcut sayılmayı sürdürülebilir olmaktan uzak görüyor. Özgür Özel’in kayıt dışı siyasete son verme söylemi de önemli. Burada hangi ilkelerde işbirliği olacağı belirleyici olacak. Ayrıca CHP’nin askerî operasyonlar, güvenlik, çatışma vb konularda iktidarın hegemonyasını güçlendirecek söyleme karşı da mücadele etmesi gerekiyor ki bu zorlu bir süreç. CHP içerisinde de bu söylemlere yakın söylemleri savunan bir yönetici kesimi ve seçmen tabanı var.

Ankara, Antalya, Bolu, Konya, Kocaeli, Kayseri, Samsun’da aday göstereceklerini söyledi DEM Parti. İstanbul, İzmir, Mersin, Adana gibi iller bunların dışında. Söylenen o ki batıda bir işbirliği öngörülüyor. Sizce ne yapacak DEM Parti bu süreçte?

Dem Parti, kent uzlaşısı kavramının içini dolduracak adaylara kapalı olmadığını söylüyor. Ancak artık koşulsuz bir destek bekleyemeyiz. Kent yönetimine dair DEM Parti’nin gücü oranında katılma hakkının olması, taleplerinin karşılık bulması, ilkeler etrafında buluşma gibi şeyler olabilir. Yüzde 10 almış, yasal bir partiyi ve seçmen kitlesini yok sayarak politika yapılmayacağını CHP de gördü. Bu önümüzdeki süreç açısından çok önemli.

Bir de AKP ve MHP özelinde Cumhur İttifakı bu süreçte nasıl bir kampanya yürütecek?

Ben aslında bu kampanyaları çok önemsemiyorum. Büyük bir oranda HDP seçmeni Kılıçdaroğlu’na oy verirken cumhur ittifakı terör söylemiyle seçimleri kazanmayı bildi. Buna karşı muhalefet dik durup meselenin bir demokratik uzlaşı meselesi olduğunu anlatabilirse bunları bertaraf edebilir. Yani iktidar bunu her halükârda yapacak. Önemli olan bu faşizan söylemi kırabilmek.

Son olarak özellikle Filistin mitingiyle yeniden alevlenen yeni halifelik tartışmasını bugün neye yoruyorsunuz? Bir de Türkiye’de limanı, yaylayı, köprüyü… her istediği şeyi satın aldığı Körfez sermayesinin göze sokulmasını, dinselleştirilmiş bir Türkiye için araçsallaştırılmış bir Filistin meselesini ve bunların gölgesinde kalan kitlenin aşırı sağa ve İslamizasyona sürüklenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Uğur Mumcu ve Um:ag’la bağınızı bilerek soruyorum bu soruyu…

Filistin meselesi İslamcılar açısından istismar edilen bir mesele oldu. Gazze’deki İsrail soykırımına karşı yeterli bir karşı çıkış olmadığı için İslamcı söylem öne çıkıyor. Onların argümanları öne çıkıyor. Bu bence Batının ve İsrail’in de tercih ettiği bir durum. Bu argümanları çok kolay kriminalize edebiliyorlar. Türkiye’de de İsrail’e iktidar mensubu ailelerin ticareti devam ederken İsrail karşıtı çok sert söylemler tutturulduğunu görüyoruz. Tam bir ikiyüzlülükle bu mesele ele alınıyor. AKP’nin bu İslamcı hareket karşısındaki durumuna da bakmak lazım. AKP çeşitli farklı siyasi akımları da içinde barındıran bir cephe örgütü gibi. Eski merkez sağdaki siyaset de dahil olmak üzere tarikat, İslamcı hareketler, İslamcı yapıların AKP etrafında bir araya geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu cephe örgütü profili içerisindeki İslamcı hareketlerin de önü açılıyor. Hilafet bu hareketlerin bir kısmının önemli bir meselesi. AKP’nin Türkiye’yi bir tür toplum mühendisliğiyle hem merkezî olarak kurup hem de o güçle toplumu dönüştürmesi, laikliği de aşındırması söz konusu. Bir gün laikliği anayasadan çıkarma ya da çıkarmasa da neredeyse anlamsız hale getirme amacının olduğu açık. Hilafet söylemi, AKP’nin genel siyasi ajandasına aykırı değil. Bunu bugün AKP yöneticileri ifade etmiyor olabilir ama AKP şemsiyesi altında örgütlenen İslamcı hareketler bunun propagandasını rahatlıkla yapıyorlar. İslamcı hareketlerin örgütlenme ve söylemlerinin yaygınlaşması anlamında çok ivmelendiği bir dönemi yaşıyoruz. Mayıs seçimlerinden sonra böyle olmasını da bekliyorduk. Toplum içerisinde zayıflayan bir AKP ama merkezî olarak da çok güçlü gözüken, siyasi ajandasını işleten bir AKP söz konusu. AKP şemsiyesi altında örgütlenen İslamcı yapıların da gücünün arttığını söyleyebiliriz. (Kısa Dalga)

Gündem