Katar’da ‘kafala’ tartışması: Dünya kupaları artık işçi mücadelesinin parçası

Katar’da ‘kafala’ tartışması: Dünya kupaları artık işçi mücadelesinin parçası
2022 Dünya Kupası, dün Katar’da çalan düdükle birlikte başladı. Ancak bu yılki dünya kupası, geçmiş senelere oranla çok daha büyük tartışmalar eşliğinde düzenleniyor. FIFA’nın Katar’dan yana yaptığı tercihle birlikte ilk kez bu kadar küçük ve futbol geçmişi güçlü olmayan bir ülkede dünya kupası düzenlenecek. Ayrıca ülkedeki işçi ve insan hakları ihlalleri ise Katar’daki dünya kupası hakkındaki en önemli soru işareti.

KAVEL ALPASLAN

Bir atlası önümüze getirerek söze başlayalım. Atlasın arka sayfasında ülkelerin ‘kimlik’ bilgilerine rastlarız. Yüzölçümleri, başkentler, bayraklar burada yer alır. Ancak bu bilgiler bazen yanıltıcı olabilir… Mesela kimi ülkeler arasında yaşanmakta olan sınır krizleri nedeniyle yüzölçümleri bize mutlak bir doğru sunmaz. Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir sorunu, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu ya da Kıbrıs sorunu bunlara örnek gösterilebilir.

Ve tıpkı yüzölçümleri gibi bazen nüfuslar da aldatmacalar içerir. Örneğin yazımızın konusu Katar’ın kimlik bilgilerini okuduğumuzda ülkede 2017 verilerine göre 2,6 milyon kişinin yaşadığını görüyoruz. Ancak bu nüfusun 2,3 milyonu göçmenlerden oluşurken sadece 313 bin kişi Katar yurttaşıdır.

Dünya Kupası’nın Katar’da düzenlenmesinin kararlaştırılmasıyla birlikte bu küçük körfez ülkesindeki göçmen işçi sayısında da yüzde 40 gibi ciddi bir artış yaşandı.

Her hafta 12 kişi öldü

Hiçbir çalışma hakkına ve sosyal güvenceye sahip olmayan işçilerin konumu, Körfez ülkeleri başta olmak üzere Ortadoğu’da uygulanan ‘kafala’ sistemiyle birlikte sıfır noktasına indiriliyor. Kafala sistemi modern köleliğe taş çıkartan bir şekilde, bildiğimiz zincirli kırbaçlı köleliği yasallaştıran bir sistemken dünya kupasının böylesi bir sistemin geçerli olduğu bir ülkede düzenleniyor oluşu tepki toplamaya devam ediyor.

2021’deki Guardian’ın haberine göre yine aynı planlama tarihinden bu yana Katar’da yaklaşık 6 bin 500 işçi öldü. Bu, yaklaşık 10 yıl içinde her hafta ortalama 12 işçinin öldüğü anlamına geliyor. İşçilerin çoğunlukla Hindistan, Pakistan, Nepal, Bangladeş ve Sri Lanka gibi Asya ülkelerinden geldiği biliniyor.

Peki ama kafala sistemi tam olarak ne demek? Sadece bazı Ortadoğu ülkelerinde mi geçerli? Yoksa farklı ülkelerde başka isimlerle aynı zihniyette uygulamalar var mı? Katar için bu dünya kupası ne anlama geliyor? Turnuva öncesinde yapılan ‘kafala reformları’ inandırıcı mı? Dünya Kupaları gibi devasa organizasyonlar neden işçilerin kıyımına alan açıyor? Tüm bu konuları kafala sistemi üzerine çalışan DİSK Uluslararası İlişkiler Müdürü Kıvanç Eliaçık ile konuşacağız.

BU DOSYANIN PODCASTİNİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN

Futbol işçiler için de sadece futbol demek değil

Söze hemen bir tanımla başlayalım. Kafala sistemi dediğimizde ne anlamamız gerekiyor?

Bugünlerde kafala tartışmasını Katar’daki dünya kupası vesilesiyle yapıyoruz. Bu bize bir sözü hatırlatıyor aslında: Futbol sadece futbol değildir. Bu taraftarlar için böyle ancak futbol kulüplerinin arkasındaki şirketler için de geçerli, politikacılar için de geçerli, hükümetler için de geçerli… Katar’da düzenlenecek 2022 Dünya Kupasıyla birlikte Kafala sistemi de tartışmaya açıldı. Tüm dünya bu sistemi anlamaya çalışıyor ancak bizim açımızdan, Türkiye’den bakınca anlamak oldukça kolay: Adı üzerinde ‘kafala’ bir ‘kefalet’ sistemi…

Yani bir kurumun, bir şirketin, patronunuzun size kefil olmasına dayalı bir iş ilişkisini tanımlıyor kafala sistemi. Ama Ortadoğu, özellikle de Körfez ülkeleri için konuştuğumuzda kafala sistemi göçmen bir işçi ancak bir kurum, bir şirket, bir kişi kendisine kefil olursa o ülkeye gelerek çalışmaya başlayabilmesi anlamına geliyor. Bu durumda tabii karşılıklı bazı sorumluluklar ortaya çıkıyor.

Şirket izin vermeden pasaport yasak

Bu sistemin Körfez ülkeleri ve Lübnan, Ürdün gibi bazı diğer Ortadoğu ülkelerinde geçerli olduğunu biliyoruz. Neden Körfez ülkelerinde böylesi bir yoğunlaşma söz konusu? Katar’da durum nasıl?

Bazı Ortadoğu ülkelerinde de benzeri durumlar var ama özellikle Körfez ülkelerinde iş gücünün, işçi sınıfının büyük bir bölümü göçmenlerden ve yabancılardan oluşuyor. Yerli vatandaşlar pek çalışma ilişkilerine girmiyorlar, işçilerin büyük bir bölümü, hatta neredeyse tamamı göçmenlerden oluşuyor. Suudi Arabistan’da da bu böyle, Birleşik Arap Emirlikleri’nde de bu böyle… Özellikle Katar’da çalışanların büyük bir bölümü Hindistan’dan, Pakistan’dan, Bangladeş’ten, Çin’den, Vietnam’dan ya da diğer Arap ülkelerinden geliyorlar.

Katar’daki kefalet sisteminde şöyle bir durum var bir göçmen işçi aracı şirketler aracılığıyla Katar’a geliyor, pasaportunu şirkete teslim ediyor ve patronu -yani ‘kefili’- izin vermenden iş değiştiremiyor, ülkeyi terk edemiyor, iş bırakamıyor. Pasaportu zaten işverenin elinde… Çoğunlukla Dünya Kupası hazırlıklarına, inşaatlarına baktığımızda şantiyelerde kalıyorlar. Bu şantiyelerde barınma koşulları çok kötü. İşlerde çalışma koşulları çok kötü. Ücretler iş bitmeden ödenmiyor. İş kazaları, iş cinayetleri, meslek hastalıkları çok yaygın şekilde gözlemleniyor. Bu kafala sisteminde işçi, uluslararası taşeron halkaları içerisinde kendisini kaybediyor, sorumluları bulamıyor, kendisine vadedilenden çok daha düşük ücretlere çalışıyor, çok kötü koşullarda barınıyor, çok kötü koşullarda çalışıyor ve iş kazalarına maruz kalıyor ve ücretini alamadığı için işi bırakıp gidemiyor…

Türkiye ve Avrupa'da yok mu?

Körfez ülkelerindeki ve Katar’daki kafala sisteminden bahsediyoruz ama bu kafala sistemi aslında dünya genelinde olan bir şey. Mesela biz bazen Türkiye’deki kötü çalışma koşullarını tanımlamak için ‘adeta kölelik’ ya da ‘modern kölelik’ diyoruz, ‘kölelik’ benzetmesi yapıyoruz. “Bir tek zinciri ve kırbacı yok ama onun dışında bu köleliktir” diyerek abartarak tarif etmeye çalışıyoruz. Doğru, bu kafala sistemi zincirli ve kırbaçlı bir kölelik sistemi. Ama dünyanın pek çok yerinde bunun biraz seyreltilmiş, esnetilmiş versiyonları var.

Yani bu uygulama İstanbul’da yok mu? İstanbul’daki büyük inşaat projelerinde işçiler kamplarda kalıyorlar. İş bitene kadar -bazen 15 gün, bazen aylarca- ücretlerini alamıyorlar. İstanbul’a uzak bir yerden gelmiş oluyorlar, gelirken masraf yapmış oluyorlar. Ailelerine para göndermeleri gerekiyor İstanbul’dan, o yüzden işin bitmesini beklemek zorundalar. O yüzden çok kötü koşullarda şantiyelerde yatıp kalkıyorlar, yemekler çok kötü, iş cinayetleri, iş kazaları oluyor, ücretlerini alamıyorlar, psikolojik olarak kötü bir ortamdalar… Ama yaşamak için ve ailelerini besleyebilmek için çalışmaya devam etmek zorundalar. O yüzden pasaportlarına belki el konulmuyor ama kafalaya benzer bir sistem aslında İstanbul’daki büyük inşaat projelerinde de var diyebiliriz.

Mesela bu sisten Avrupa’da yok mu? FIFA’yı ve Katar’ı eleştiriyorlar ama Avrupa’nın bazı ülkelerinde benzer uygulamalar var. Çok yakın bir zamanda, aralarında Türkiyeli işçilerin de olduğu bir fabrika örneğini yaşadık Belçika’nın Antwerp kentinde. Bir aracı firma aracılığıyla oraya gönderilen Türkiyeli işçiler adeta ‘Banker Bilo’ filmini hatırlatır bir şekilde Türkiye’den Belçika’ya giden işçiler orada kendilerine vadedilenden farklı bir çalışma koşulu ve ücretlerle karşılaştılar ve aslında çalışma izinlerinin olmadığını gördüler, şantiyede mahsur kaldılar. Belçika’nın, Avrupa’nın göbeğinde bu yaşanabiliyor. Veya Türkiye’den başka ülkelere çalışmak üzere giden insanlar deneyimlemiştir, vize başvurusu sırasında şirketin, kişinin ya da kurumun size kefil olması gerekiyor. O size kefil olmazsa vize başvurunuzu yapamıyorsunuz. Bu da aslında bir ‘Avrupai’ kefalet sistemi. Çalışma vizesi başvurusu sırasında karşıdan bir kefil bulmanız gerekiyor. Ya da Türkiye’de bir yabancının, bir göçmenin çalışması için de çalışma vizesi ancak işveren başvurursa alabiliyor, işçi alamıyor. Bunlar işte seyreltilmiş kefalet sistemleri ama Körfez ülkeleri daha dikkat çekiyor.

Sömürü evde başlıyor

Yine Körfez ülkeleri açısından büyük bir sömürü biçimi, kölelik biçimi ama bu o ülkede başlamıyor, o işyerinde başlamıyor; daha evdeyken başlıyor. Bir göçmen işçi kendi şehrinden, ülkesinden ayrılmadan bu sömürü ve kölelik başlıyor. Körfez ülkelerinde iş bulabilmek için işçiler kendi ülkelerinde aracı firmalara başvuruyorlar. Bu firmalara ücret ödüyorlar, belgeler veriyorlar. Bunlar bazen web siteleri, bazen uygulamalar olabiliyor. Bazen fiziksel olarak bulunan bazı aracı şirketler ve istihdam büroları oluyor.

O ülkelerin hükümetleri bu durumun farkında. Çünkü sıcak paraya ihtiyaçları var. Bu ihtiyaçtan dolayı hükümetler, ülkeler, bakanlıklar, kendi vatandaşları olan işçilerin Körfez ülkelerinde böyle sömürülmesine göz yumuyor. Katar’a ya da diğer Körfez ülkelerine gelmek için göçmen işçiler Bangladeş’te, Hindistan’da ilgili belgeler için vize işlemleri için borç alıyorlar ve aracı firmalara ödemeler yapıyorlar. Bu borçları ödemeden dönemezler, ailelerine para göndermeleri gerekiyor. O yüzden Katar’daki bütün kötü çalışma koşullarını, kötü barınma koşullarını, tehlikeleri, şiddeti ve psikolojik şiddeti sineye çekmek durumundalar. Çünkü eve para göndermeleri gerekiyor. Zaten yola çıkmadan önce de fazlaca masraf yapmış durumdalar.

Futbol diplomasisi

Katar’ın özel durumundan bahsetmek gerekirse, futbol geçmişi ve geleneği olmayan bir ülkenin dünya kupası için inanılmaz masraf yaptığını görüyoruz. Yeni statlar, tesisler ve onların sıcağa dayanıklı hale gelmesi için harcanan paralar… Tüm bu dünya kupası hazırlıklarını, inşaatlarını, tesislerini, otellerini, statlarını düşününce Katar bunu neden yapıyor olabilir?

Katar siyasi bir açılım yapmaya çalışıyor, bölgesinde biraz yalnızlaşmış durumda, uluslararası siyasette biraz daha dışa açılmak istiyor. Batı ülkeleriyle ticaret yapmak ve fosil yakıtlara dayalı ekonomisini dönüştürmek istiyor. Kullandığı araçlardan biri de futbol diplomasisi… Spora yatırım yapıyor. Hatta sadece futbol ve dünya kupası değil, farklı spor müsabakalarına ev sahipliği yapmak istiyor, farklı ülkelerdeki spor kulüplerini, futbol kulüplerini satın alıyor. Futbola yatırım yaparak Batı dünyasıyla ticaret yaparken bir görünürlük sağlamaya çalışıyor. Bir çeşit ‘futbol diplomasisi’ uyguluyor böylece.

Aslında bu durum diğer körfez ülkeleri için de geçerli. Birleşik Arap Emirlikleri ya da Suudi Arabistan için de aynı şey söz konusu. Onlar da Batıyla ticaret yaparken, Batı’yla diplomatik ilişkilerini geliştirmek istiyorlar, daha görünür olmak ve daha modern bir görüntü sunmak istiyorlar. Uluslararası finans kuruluşları ve uluslararası şirketlerle bağlantı içerisindeler, G20, IMF ya da Dünya Bankası ile ilişkilerini düzenlemek istiyorlar.

Reformlar yeterli ve inandırıcı mı?

Dünya Kupası ile birlikte Katar, kafala sisteminde bazı reformlar gerçekleştirdiğini duyurdu. Bu reformların içeriği nedir? Katar’daki bu reformların inandırıcı olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa sadece göz boyamak için mi yapılıyor?

Dünya Kupası’nın Katar’da yapılmasının planlanmasının üzerinden epey bir zaman geçti. Yaklaşık sekiz yıllık bir süreç… Bu süreçte itirazlar, protestolar ve karşı kampanyalar oldu. Bu dönemde de hem Katar hem de diğer Körfez ülkeleri çalışma ilişkilerinde bazı reformlara gittiklerini söylediler.

Katar için düşündüğümüzde bu reformların başında ‘asgari ücret uygulaması’ geliyor. Göçmen işçilere, şantiyelerde kalan işçilere yemek yardımı reformu oldu. Ve işçi sağlığı, iş güvenliğine dair iş kazalarını önleyici bazı tedbirler almaya çalıştı Katar. Ama bunların hiçbirinin yeterli olmadığını görüyoruz. İş cinayetleri, iş kazaları, sömürü ve kölelik koşulları devam ediyor.

Son dönemde Suudi Arabistan iş kanununu değiştirmeye, bazı sendika benzeri kuruluşlara izin vermeye çalışıyor bir reform içindeler. Ama bu reformlar kesinlikle yeterli değil. Katar’daki dünya kupasına karşı çok fazla kampanyalar var. Bazen şirketler, bazen sendikalar, bazen taraftar grupları bu konuda faaliyetler yapıyorlar. Bazı şirketler Katar’daki faaliyetlerini ülkedeki insan hakları ve işçi hakları ihlallerinden dolayı durdurdu. Taraftar grupları kampanyalar yapıyor. Sendikalar hem kendi ülkelerinde hem uluslararası düzeyde Katar’daki dünya kupası faaliyetlerinde yaşanan sömürüye ve iş cinayetlerine dikkat çeken etkinlikler yapıyor, özellikle Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) ve İnşaat İşçileri Enternasyonali’nin (BWI) bu konuda önemli kampanyaları var. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları Gözlemevi gibi uluslararası insan hakları örgütlerinin de bu konuda çalışmalar yapıyor. Bu kampanyalar sonucunda bazı reformlar oldu bölgedeki ülkelerde ama yerli olmadığını görüyoruz.

FIFA'nın ikiyüzlülüğü

Bu kafala sistemindeki sömürünün ve baskının sadece Körfez ülkelerinde değil dünya genelinde ya da Avrupa’da da söz konusu olduğunu söyledim. Aslında bazı uluslararası kurumların da ne kadar riyakâr, ne kadar ikiyüzlü olduğunu gördük. Mesela çok yoğun kampanyalara rağmen FIFA, dünya kupasını Katar’da düzenleme konusunda ısrarcı ve buradaki sorunları görmezden geliyor. FIFA’ya göre ‘iş kazası oranı demografik olarak uygun rakamlarda’, artık bu ne demekse… FIFA’ya göre ‘Diğer büyük inşaat projelerinde yaşananlardan daha fazla iş kazası yaşanmıyor’. Ya da FIFA’ya göre bu bahsedilen ölümlerin bazıları ‘kalp krizi’ bazıları ‘intihar’…

FIFA intiharları iş kazası olarak kabul etmek istemiyor ama göçmen işçilerin çalışma ve yaşama koşulları o kadar kötü ki intiharlara, aşırı strese, kalp krizlerine yol açıyor. Katar’ı düşündüğümüzde havanın çok sıcak olduğu ama suyun olmadığı bir bölgeden bahsediyoruz. Dünyanın farklı yerlerinden, mesela Doğu Asya ülkelerinden gelen işçiler oranın koşullarına hazırlıklı değiller. Koşullar göçmen işçiler açısından çok zorlayıcı. Kamplarda çok kötü koşullarda, adeta hapishane ortamında kalıyorlar, bu başka hastalıklara yol açtığı gibi intihara, kalp krizlerine de sebep oluyor. Strese, açlığa, yorgunluğa bağlı çeşitli hastalıklar ortaya çıkıyor…

Neden büyük organizasyonlar protesto konusu?

Dünya Kupaları ya da büyük organizasyonlar hakkında artık çok ciddi bir muhalefet oluşuyor gibi. Daha önce hatırladığım kadarıyla 2014 Brezilya Dünya Kupası ciddi bir gündem yaratmıştı. Hazırlıklar sırasında işçi haklarının ihlal edilmesinin yanı sıra Brezilya’da, “Bizim halimiz ekonomik olarak iyi değilken ne gerek vardı Dünya Kupası nedeniyle para saçmaya” düşüncesiyle pek çok emek örgütü ve parti protesto gösterisi düzenlemişti. Katar ve Brezilya bambaşka örnekler ancak dünya kupaları gibi devasa organizasyonların sürekli benzeri hak ihlalleri ve protestolarla birlikte anılmaya başlamasının başka bir nedeni de var mıdır dersiniz?

Evet, aslında Katar’daki dünya kupası biraz da Brezilya’daki dünya kupası ve yine Brezilya’daki Amerika kupası tartışmalarını hatırlatıyor. Brezilya’da o dönemde çok büyük gösteriler olmuştu ama gösterilerin motivasyonu biraz da yoksulluk vurgusuydu. Tabi Brezilya için futbol çok önemli bir etkinlik, futbol izlemek ve oynamak adeta bir din gibi, bir ibadet gibi… Ama Brezilya bir ‘ulusal gurur’ meselesi olarak Amerika Kupası ve Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmaya hazırlanırken Brezilya halkının içerisinde, sendikalarında ve kısmen İşçi Partisi’nin de içerisinde olduğu bir hareket, “Ülke bu kadar yoksulken, halkımız bu kadar yoksulken bu kadar büyük paralar saçmaya, büyük statlar yapmaya, reklamlar yapmaya, yeni tesisler yapmaya para harcamamız gerekir mi?” diye bir tepki vardı. Çok büyük eylemler olmuştu o dönemde. Altını çizmek gerekir ki o zamanki esas mesele ‘her ne kadar Brezilya’da futbol çok önemli olsa da ülkemiz halkımız bu kadar yoksulken dünya kupası için bu bütçeleri ayırmayalım’ tartışmasıydı.

Ama bütün dünyada aslında bu tür spor organizasyonları, turnuvalar ya da kongrelerle ilgili benzer tartışmalar oluyor. Daha önce 2004 Atina Olimpiyatları nedeniyle benzer bir sosyal hareketlilik ortaya çıkmıştı. “Yunanistan’ın pek çok altyapı sorunu, eşitsizlik, yoksulluk varken, biz niye daha sonra kullanılmayacak, boş kalacak spor salonlarına yatırım yapıyoruz” diye bir tartışma olmuştu ve adeta protestolar zinciri bir sosyal hareket ortaya çıkmıştı Atina Olimpiyatları’nda da.

Bütün dünyada benzer bir durum var. Bunlar genelde Dünya Kupası, Avrupa Kupası, Formula 1 gibi büyük spor etkinlikleri; bazen de konserler ya da başka fuarlar ya da kültürel etkinlikler için söz konusu olabiliyor. Daha sonra kullanılamayacak büyük spor salonları, futbolcuların, taraftarların kalacağı büyük tesisler yapılıyor. Bunun için para harcanıyor ve o tesisler sonra kullanılmıyor. Bunun hem ekonomik yansıması hem bazı sosyal siyasal yansımaları oluyor. Büyük spor olayları aslında her zaman beraberinde tartışmaları ve bir kitlesel muhalefet hareketini de getiriyor. İşte Brezilya Dünya Kupası ve Atina Olimpiyatları yakın tarihten akla gelenler.

Dünya kupaları artık işçi mücadelelerinin parçası

Şimdi Katar nüfus açısından da farklı bir örnek. Brezilya dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri, kendi bölgesindeki en geniş nüfusa sahip ülke ve spora, futbola özel değer veren bir toplum. Katar’ınsa nüfusu çok küçük ve hani futbol tarihi, geçmişi de olmayan bir ülke. Dolayısıyla altyapısı, hazırlığı da yok, sonradan kullanılmayacak tesisler… İş gücü yetersiz, şirketler yetersiz, o yüzden bu konuda daha fazla yatırım yapması gerekti. Yüzbinlerce göçmen işçiyi dışarıdan getirmesi gerekti. İlgili yasaları düzenlemeleri olmadığı için bütün bu iş cinayetleri, iş kazaları, sömürüler Katar’da yaşandı. Yani daha önce benzer bir spor müsabakasına ev sahipliği yapmadığı için hazırlıksızdı… Kendi işgücü olmadığı için dışarıdan işçi getirmesi gerekti, o yüzden bugün böyle bir ortamla karşı karşıyayız.

Futbol sadece futbol değildir dedik. Futbol ve tüm diğer spor dalları uluslararası ticaretin, uluslararası finans diplomasisinin, hatta Katar’daki fosil yakıtları düşününce iklim krizinin de konusu. Dünya kupaları da bu yüzden işçi mücadelesinin bir parçası haline geldi. Bu vesileyle Körfez ülkelerindeki kafala sistemini tartışabilir hale geldik. Kafala’nın yol açtığı sömürü ve baskıyı konuşur hale geldik ama aslında uluslararası kurumların da işçi hakları konusunda ne kadar ikiyüzlü olduklarını bir kez daha ortaya çıkarttı. Ve bu tartışmalar kafala benzeri sömürü biçimlerinin, modern kölelik biçimlerinin dünyanın pek çok ülkesinde de yaşandığını gösterdi. Bunun adı Körfez ülkelerinde ‘kafala’, başka bir ülkede ‘taşeronlaşma’, başka bir ülkede ‘özel istihdam bürosu’ anlamına geliyor. Ama Katar’da da başka dünyanın pek çok yerinde de başta inşaatlar olmak üzere işçiler çok kötü koşullarda kalırken çok uzun süreler çok kötü koşullarda çalışıyorlar, çok düşük ücretler alıyorlar -hatta ücretlerini alamıyorlar. Buna itiraz etmek için mahkemeye, adalete erişim hakları da yok; işten atılabiliyorlar, şiddet görebiliyorlar veya Katar’da olduğu gibi sınır dışı edilebiliyorlar.

Katar Dünya Kupası bize bir kez daha taşeronlaşmanın, iş cinayetlerinin, modern köleliğin, emek sömürüsünün ne kadar kötü bir şey olduğunu tartışma fırsatı verdi.

Özel Haber