Kışladan şantiyeye-1: Yeşil alan vadettiler, betona boğdular
CANAN COŞKUN
Kısa Dalga - Müteahhit Ali Ağaoğlu’nun inşa ettirdiği Maslak 1453 projesinin imar planları, mahkemeler tarafından 13 yılda tam yedi kez iptal edildi, ancak inşaat hiçbir zaman durmadı. Mahkemeler iptal kararı verirken, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yeni imar planları üretiyor. Yedinci iptal kararına imza atan mahkemeye göre, Bakanlığın imar planları daha önce iptal edilen planlardaki yapılaşma koşullarını korumaya çalışıyor.
Ünlü müteahhit Ali Ağaoğlu, projeyi sık ormanlık olan bir yerde hızla sürdüğü beyaz atın üstünde anlatıyor: Evinizin hemen yanında böyle bir orman olsun istemez misiniz? Görüntünün sonunda Ağaoğlu’nun “özlü sözü” ekrana sabitleniyor: Tarih hayal edenleri değil, gerçekleştirenleri yazar.
Ali Ağaoğlu, hayatımıza Fatih Ormanı sınırları içinde inşaatı 2012’de tamamlanan Maslak 1453 projesiyle girdi. Ekranda konut planı olduğunu anladığımız kâğıt tomarlarını “Bu değil, bu hiç değil, bu sıradan, bunları herkes yapıyor” diyerek savuruyor ve en sonunda “İşte bu” diyerek aradığını buluyor. Reklamın sonunda “dünya inşaat sektörüne çağ atlatacağı” söylenen Maslak 1453’ün görüntüsü geliyordu.
Gecekondu önleme ihalesi Ağaoğlu’na
Maslak 1453 projesinin yapıldığı yer Fatih Ormanı’nın içinde yer alan Jandarma Genel Komutanlığı’na ait askeri bir bölgeydi. Ayazağa ve Maslak derelerinin vadilerinin arasında gecekonduların olduğu bir yerdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda değişiklik yaparak alanın “askeri alan” lejantını “kentsel meskun (yerleşik) alan” yaptı. Gecekondu baskısı altında olduğu belirtilen arazi kanun kapsamında “Gecekondu Önleme Bölgesi” ilan edildi. Kanunun amacı mevcut yapıların ıslah edilmesi, tasfiyesi, yeniden yapılmasının önlenmesi ve tedbir alınmasıydı. 32,4 hektarlık alan Erdoğan Bayraktar başkanlığındaki Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na (TOKİ) devredildi. İmar planları 2010 yılında onaylandı ve inşa edilecek konutların ihalesi -ortaklık yapısının nasıl şekillendiğini birazdan aktaracağım- Akdeniz İnşaat’a 3 milyon 250 bin TL’ye verildi.
Projeye imkan veren plan değişikliklerine karşı TMMOB Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası tarafından dava açıldı, ama davanın sürüyor olması inşaatı hiç durdurmadı. Odalar, bu lüks projenin planlama alanında yapılaşma, nüfus ve trafik yoğunluğunu artıracağını söylüyordu. Mimarlar Odası, İstanbul’un gelişiminin kentin oksijen kaynağı niteliğinde olan kuzey ormanlarına doğru olmasının uzun vadede çok ciddi ekolojik zararlara neden olacağıyla ilgili uyarıyor, projenin kentin kuzeye doğru büyümesini özendirdiğini savunuyordu.
Taşkın alanında yer alıyor
Arazi Ayazağa ve Maslak derelerinin vadilerinin arasında kalıyordu. Bu nedenle Ayazağa deresinin taşkın alanıydı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi, proje için 26 Temmuz 2010’da verdiği görüşte, yağışın yüksek olduğu dönemlerde dere duvarı üst kotu ile aynı yükseklikte ya da daha düşük yükseklikte alanlar için taşkın riskinin olduğu konusunda uyarmıştı.
TOKİ Başkanlığı da mahkeme verdiği cevapta, projenin nüfus ve trafik yoğunluğunu artıracağı tespitine şöyle yanıt veriyordu:
“Aksine yakın çevrede yer alan nitelikli iş alanlarına hizmet edecek konut alanlarının üretilmesiyle işyeri-konut mesafesinin azalacağı ve dolayısıyla trafik yoğunluğunu da azaltacak bir etki oluşacak.”
TOKİ’nin yanıtından projenin Maslak ve çevresinde yükselen gökdelenlerde çalışan kesim için yapıldığı anlaşılıyordu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, dava 2011 yılında sürerken imar planını revize etti. Revizyonun gerekçesi, enerji nakil hattının sağlık koşullarını etkileyeceği, donatı alanlarının yer seçiminin arazi topoğrafyasına uyumu, erişebilirlik durumu ve ulaşım ağının yetersiz kalacağıydı, ancak bilirkişilerin raporuna göre, sorun yalnızca bunlar değildi.
Bilirkişilerden uyarılar
Bilirkişiler Ercan Koç, Oya Akın ve Ali Kılıç mahkeme kararıyla 2012 yılında bir rapor hazırladı. Rapora göre, İstanbul’un önemli su kaynaklarından Haliç’i ve Terkos’u besleyen Ayazağa Deresi’nin kollarından biri planlama alanındaydı. Projenin usulsüzlüklerini ortaya koyan bilirkişi raporundaki uyarıları inceleyelim.
Drenaj alanları yapılaşmaya açıldı
- Alanın doğal yapısı su kaynaklarının korunmasını ve yapılaşmaya açılmamasını gerekli kılmaktadır. Dere yatakları ve yatakları besleyen vadiler taşkın riski ile karşı karşıya olmasının yanısıra zemin yapısı açısından da problemli ve taşıma kapasitesi düşük alanlardır. Bu alanların yapılaşmaya açılması planlama ilkelerine aykırılık teşkil etmekte ve yaşamsal riskler ortaya çıkarmaktadır.
- İmar planında dereyle aynı kotta ana ulaşım arteri planlandığı görülmektedir. Bu yaklaşım su kaynağının korunmasını tehdit ettiği gibi, su yatağı kıyısını trafik kirliliği ile karşı karşıya bırakmakta, taşkın durumunda yolun su altında kalmasına neden olacağını göstermektedir. Planlama alanı içine uzanan vadi tabanları doğal drenaj kanallarıdır. Ancak dava konusu planla bu drenaj alanlarının yapılaşmaya açıldığı ve doğal yapının bu özelliğinin dikkate alınmadığı görülmektedir.
Zeminin taşıma kapasitesi zayıflar
- Planlama alanı yer yer yüzde 30 ve 40 eğim aralığının üzerinde yer alan yüksek eğim derecesine sahiptir. Planlama alanı yerleşmeye eşik teşkil edecek içerikte eğimlidir. Konut alanları için azami yapılaşma derecesi yüzde 20-25’tir. Bu eğim derecesinden sonra arazinin kazı-dolgu ve ulaşım maliyetleri artması, yaşam kalitesinin zayıflaması, daha da önemlisi zemini delen yükle birlikte taşıma kapasitesinin zayıflayacak olması son derece önemli bir tehdittir.
- Eğimin bu kadar yüksek olduğu coğrafyaların yapılaşmaya konu edilmemesi planlamanın vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Planlama alanında eğimin yüzde 0-5 ile yüzde 40+ olduğu alanlar aynı planlama ilkesi ve yapılaşma koşuluyla tasarlanmıştır. Oysa bu eşik alanların yapılaşmaya konu edilmemesi bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Depremde hayati risk yaratıyor
- Planlama alanının önemli bir bölümü “önlemli ve ayrıntılı jeolojik etüd gerektiren alan” özelliği göstermektedir. Bu durum yapılaşma koşulları açısından “eşik” oluşturacak bir içerik ortaya koymaktadır. Toprak yapısının ortaya koyduğu jeolojik yapı tehdidinin, planlama ilkeleri açısından herhangi bir yönlendirici ilke ortaya koymadığı izlenmektedir. Tüm bu eşik alanlar aynı yapılaşma koşullarında konut alanı olarak öngörülmüştür. Bu yaklaşım planlama ilkeleri açısından ve özellikle İstanbul gibi deprem kuşağı üzerinde yer alan bir kent için hayati bir risk ortaya koymaktadır.
Ormanlık alanlar üzerine baskı oluşacak
- Orman alanının tam sınırında yer alan bu bölge, yeşil alan sistemini koparan ve orman alanlarında başlayabilecek yapılaşmanın başlangıç noktasını oluşturacak bir durum ortaya çıkarmaktadır. Alanın öncesinde yapılaşmamış askeri alan statüsünde olması, orman alanları açısından tampon bölge olmasına neden olmuştur, ancak yeni düzenleme sonucunda yapılaşmaya açılması, kentin yaşamsal varlığı için vazgeçilmez önem teşkil eden orman alanları üzerinde yapılaşma baskısı oluşturacak, doğal hayatın sürekliliğini de kesecek bir yaklaşım ortaya koymaktadır.
- Planlama alanının konum itibariyle orman alanlarının sınırında yer alması, bu kadar yüksek katsayılı değerlerle yapılaşmaya açılması, üst ölçekli planın amaç ve planlama ilkeleriyle tamamen aykırıdır. Kentin bu bölgesinde oluşabilecek yoğunluğun, kuzey yönündeki yaşamsal kaynaklarını tüketme riski son derece açıktır. Bu alanın orman alanlarına kazandırılması planlamanın bir gerekliliği olarak karşımızda durmaktadır.
Doğal yapı analizleriyle çelişiyor
- Planlama alanının vadi, eğim ve jeolojik yapı gibi doğal eşikleriyle yapay eşik olarak kabul edilen yüksek gerilim hattı işlev alanları yer seçimi konusunda yönlendirici olmalıdır. İlköğretim, kreş, cami, sağlık tesisi ve belediye hizmet alanının yüzde 20, 30 ve 40+ eğim derecesindeki yerlerde konumlandırılması erişilebilirlik standardını azaltacaktır. Doğal yapı analizleriyle tamamen çelişen bu yer seçim tercihinin gerekçesini anlamlandırabilmek mümkün olmamıştır.
- İlköğretim alanının yüzde 30’unun eğimde ve su yatağına konumlandırılması, cami, park ve sağlık tesisinin bir bölümünün enerji nakil hattı içinde ve komşuluğunda yer alması kamu sağlığını tehdit eden içerikler Sağlık Müdürlüğü’nün görüşüne aykırılık göstermektedir.
Gizli nüfus yoğunluğu
- İmar planına göre, yapılaşma katsayısı, üç kişilik bir aile ve kişi başına ortalama konut alanı 65 metrekare kabul edilerek belirlenmiş, ortalama yoğunluk değeri 200 ki/ha’dır. Bu hesaplama tekniği yapılaşma yoğunluğu ile nüfus yoğunluğu arasında çok kesin bir ikilem ortaya koymaktadır. Bu durum nüfus donatı alanlarının içerik ve boyutunun belirlenmesinde etkili olacaktır.
- Asıl dikkat edilmesi gereken konu yapılaşma yoğunluğudur. Zira konut alanları için verilen 2.20, eğitim alanları için 3.00 yapılaşma katsayıları, yapı yoğunluğunun, bir başka deyişle yapılaşmış yüzeyin son derece yüksek olduğunu göstermektedir. Bu yapı yoğunluğu, doğal yapının tahrip edilmesine, topoğrafik eşikler dolayısıyla araziye müdahale ederek zemin haline getirilmesine neden olacaktır. Taban alanı kat sayısının 0,55 olması ve yüksekliğin serbest olarak tanımlanması yüksek katlı yapılaşmaya sebebiyet verecektir. Bu durum yapının orman alanı sınırında kent silüetinden baskın bir öge olarak ortaya çıkmasına zemin sağlayacaktır.
- Eğitim, sağlık yapıları için belirlenen 3 emsal katsayısı da işlevin amacına aykırıdır. Bu durum yapılaşmış yüzeyin çok fazla olduğu, toprak ile ilişkiyi koparan ve düşey yapılaşmayı teşvik eden bir yapı ortaya koymaktadır. Özellikle ilköğretim ve kreşler yatay konumlanması ve çocukların bahçeyle ilişkisinin sağlanması gereken yapılardır.
- Plan notlarında önemli belirsizlikler ve yoğunluk artışına neden olabilecek ibareler yer almaktadır. Özellikle yapıların kot alma noktalarına ilişkin belirsizlikler, bu tür eğimli coğrafyalarda, emsal harici katların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Kottan dolayı açığa çıkan alanların konut ve diğer amaçlarla kullanılabilmesi olanaklıdır. Bu durumda planlama alanında gizli bir yoğunluk artışından söz edilmesi de son derecesi olası görülmektedir.
Revizyon sorunları artırdı
- Dava konusu plan 2010 onaylı olmasına rağmen 2011 yılında yapılan revizyon ile alan sınırları doğu yönünde genişlemiş, dini tesis, kültürel tesis ve yeşil alan donatıları bu yöne konumlandırılmıştır. Yüksek gerilim hattı altında yer alan park tümüyle kaldırılmış ve bu alan konut alanına çevrilmiştir. Konut alanı da genişletilmiştir. Bu revizyonla birlikte tanımlanan sorunların etkisi daha da artırılmış, konut alanı içinde kamusal içerikli yeşil alana hiç yer verilmemiştir.
Bilirkişilerin “sorunları artırdı” dediği revize edilmiş planlara karşı da odalar tarafından dava açıldı. Dava kapsamında Danıştay 6. Dairesi Mart 2014’te yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Bu kararda da yine deprem tehlikesine işaret ediliyor, planların ayrıntılı zemin etütleri yapılmadan hazırlandığı belirtiliyordu. Bu karar da inşaatı durdurmaya yetmedi. İnşaatın müteahhidi konumundaki Emlak Konut tarafından yapılan açıklamada 18 Nisan 2012 tarihli revize edilmiş bir imar planı daha olduğu, projenin bu plana göre yapıldığı duyuruldu.
Yeni planlar yapıldı
Ocak 2016’da TOKİ’nin projeyle ilgili yeni bir imar planı hazırladığı, Bakanlığın da imar planlarını onadığı ortaya çıktı. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası bu planlara karşı da dava açtı. Bu dava kapsamında Danıştay 6. Dairesi, Ağustos 2021’de imar planlarını bir kez daha iptal etti. Daire’nin kararında daha önce verilen yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarında belirtilen hususlara dikkat çekildi. Karar verildiğinde bloklarda yaşam başlamıştı.
Davaya konu imar planının raporunda, blokların inşaatı başlamış olmasına karşın “Günümüzde planlama alanında yaşayan yaklaşık 35 bin kişi nüfusun büyük bölümü gecekondu veya kaçak yapıda ikamet etmektedir” yazıyordu. Raporda yer alan arazi fotoğrafları da inşaat başlamadan önce çekilmişti.
İmar planları yedi kez iptal edildi
Plansız kalan alan için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bir kez daha devreye girdi ve 27 Şubat 2023’te yedinci imar planını hazırladı. Bu planlara karşı da Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından dava açıldı. Davaya bakan İstanbul 5. İdare Mahkemesi dava kapsamında bilirkişi raporu hazırlanmasına karar verdi. bilirkişiler 22 Ocak 2024’te yeni bir rapor hazırladı. Bilirkişiler, yeni imar planıyla iptal edilen imar planlarına göre inşa edilen yapıların korunduğunu aktardı. İstanbul 13. İdare Mahkemesi de bu rapora dayanarak planları geçtiğimiz Haziran ayında yedinci kez iptal etti. Maslak 1453’te yaşam hiçbir sekteye uğramadan devam ediyor, ancak arazinin bir imar planı yok.
Ev fiyatları
Üst gelir grubu için inşa edilen Maslak 1453’te yaşam Eylül 2016’da başladı. Bundan kısa bir süre önce Mart 2016’da Dünya gazetesine konuşan projenin müteahhidi Ali Ağaoğlu, yapılardaki metrekare fiyatını KDV dahil 3 bin 500 dolar olarak belirlediklerini söyledi.
Ağaoğlu, Ağustos 2017’de verdiği bir röportajda ise, Maslak 1453'ün Fatih Ormanı ve Parkorman’ın çok yakında yer almasının çok önemli olduğundan bahsediyor ve Fatih Ormanı'nın sahibi olan şirketi satın aldıklarını belirterek şöyle devam ediyordu:
“Amacımız New York'taki Central Park'ı burada oluşturmak. Site sakinleri ormanlardan yararlanabilecek, yürüyüş yapılacak, gezi alanlarında dinlenme olanağı yaratılacak.”
İş işten çoktan geçmiş, Fatih Ormanı’nın sınırında beton bloklar yükselmiş, daireler satışa çıkmıştı. Projedeki emlak fiyatları bu yazı dizisinin hazırlandığı sıralarda 45 milyon TL civarındaydı.
Mahkeme: İptal edilen planlar korunuyor
Mahkemeler bugüne kadar Maslak 1453’ün imar planlarını yedi kez iptal etti. Her iptal kararından sonra alan plansız kaldığı için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yeni plan hazırladı. Yedinci imar planının iptaline esas olarak kabul edilen bir bilirkişi raporunda, iptal edilen plana göre inşa edilen yapıların korunduğu, planda alanda mevcut teşekkülün korunarak yoğunluğun nasıl düşürüleceğine ilişkin herhangi bir bilgi, belge veya hesaplama olmadığı belirtildi. Mahkeme de imar planı notlarındaki “Mevcut kontur ve gabari korunacaktır” ifadesiyle mahkemelerin daha önce iptal ettiği planlardaki yapılaşma koşullarının korunmaya çalışıldığını kaydetti.
Fatih Ormanı’ndan Parkorman’a
Maslak 1453’ten kamuoyunun haberdar olduğu 2008 yılında Fatih Ormanı’nın Darüşşafaka tesislerinin yanında bulunan kısmı da bir başka yapılaşma tehdidiyle karşı karşıyaydı. Söz konusu alan, o zamanki adıyla Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 3 Haziran 2008 tarihli oluruyla Fatih Ormanı Tabiat Parkı’na dönüştürüldü.
Bir yandan söz konusu alanın yapılaşması için proje çalışması devam ederken, bugün Parkorman olarak bilinen Fatih Ormanı Tabiat Parkı için de çalışmalar sürüyordu. Burası bir mesire alanına dönüştürüldüğü için kullanıcı yoğunluğu artacaktı, bu nedenle günlük olarak temizlik gibi işletme hizmetleri ihtiyacı doğdu. Çevre ve Orman İl Müdürlüğü, bu sebeple 9 Aralık 2009’da ihaleye çıktı. “İstanbul İli Fatih Ormanı B Tipi Mesire Kapı Girişi Ücretlerinin Tahsili ve Tesislerin İşletmeciliği ile Genel Saha Temizliği İşleri İşletmeciliği” ihalesinin kazananı “en yüksek fiyatı verdiği için” AKC Petrol Ürünleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ne verildi. Bu şirketin Ağaoğlu’nun eline nasıl geçtiğine bakalım.
İhale alan şirket Ağaoğlu’na geçiyor
AKC Petrol Ürünleri adlı şirket, 2005 yılında Muammer Akıncı ve Nurten Bayır tarafından 100 bin yeni türk lirası (YTL) sermayeyle kurulmuştu. Sermayenin 90 bin lirası Akıncı’nın 10 bin lirasıysa Bayır’ındı. 7 Ocak 2011’e geldiğimizde şirketin yönetim kadrosunda büyük bir değişiklik yaşandı. Şirketin büyük ortağı Akıncı’nın payı 51 bin liraya düşerken, 47 bin liralık sermayenin başına Ali Ağaoğlu ve kardeşi Hüseyin Ağaoğlu geçmişti. İki bin liralık sermaye ise Ağaoğlu’nun avukatı Adnan Uğur Kılıç ve o dönem Ağaoğlu Grup Finans Koordinatörü Murat Ögel’in olmuştu. Şirketin merkezi Ataşehir’deki Ağaoğlu My World’e taşınırken müdür koltuğuna da Ali Ağaoğlu oturmuştu. Ağaoğlu, şirketin müdürlüğünü iki ay sonra Mart 2011’de Akıncı ve Kılıç’a devretti.
Şirketin ortaklık yapısı 30 Mayıs 2012’de bir kez daha değişti. Ağaoğlu’nun finans direktörü Murat Ögel’e ait bin liralık sermaye Ali Ağaoğlu’nun oğlu Alican Ağaoğlu’na devredildi, Uludağ Turizm, Kuşaklıkaya Turizm İşletmeleri ile Akdeniz İnşaat ve Eğitim Hizmetleri şirketleri ortaklığa katıldı. Şirketin sermayesi 2 milyon 500 bin liraya yükseltildi. Akdeniz İnşaat ve Eğitim Hizmetleri, ortaklığa katılmadan iki yıl önce TOKİ’nin Ayazağa Gecekondu Önleme Bölgesi ilan edilen Maslak’taki projenin ihalesini kazanmıştı. Ortaklığa katılan şirketlerin hepsi Ağaoğlu’nundu.
Proje Dubai’de tanıtıldı
Ali Ağaoğlu’nun Maslak 1453’le ilgili reklamları televizyonlarda dönerken, projenin tanıtımı 2-4 Ekim 2012 tarihleri arasında Dubai’de yapıldı. Lansman öncesinde konuşan Ağaoğlu, 100 konutun yabancılara satıldığını ve buradan yaklaşık 50 milyon dolar gelir sağlandığını söylemiş, “Para Emlak Konut'un hesabına girdi. Emlak Konut Genel Müdürümüz çok mütevazı. Ben iki yılda Türkiye'ye iki milyar dolar getirmeyi taahhüt ediyorum” demişti.
Proje lansmanından sonra 7 Kasım 2012’de Habertürk gazetesi, Ağaoğlu’nun Fatih Ormanı’nı işleten şirketin ortağı olduğunu ortaya çıkardı. Çok kısa bir süre sonra da Orman ve Su İşleri Bakanlığı, tabiat parkına çevrilen Fatih Ormanı’nın işletmeciliğini yürüten AKC Petrol Ürünleri'nin sözleşmesini idareden izin almaksızın bir başka gruba hisse devri yaptığı gerekçesiyle feshetti. Bunlar yaşanırken Fatih Ormanı’nın yanı başındaki projenin inşaatının yüzde 8’i tamamlanmıştı bile.
İhale iptal edildikten sonra Ali Ağaoğlu basının karşısına çıkarak açıklamalarda bulundu. Bu defa yanında dönemin Emlak Konut GYO Genel Müdürü Murat Kurum da vardı. Kurum, yaşanan tüm usulsüzlüğe karşın projeyi etkileyen bir durum olmadığını öne sürerek “Maslak 1453 bizim 61’inci projemiz. Bugüne kadar olduğu gibi bu projenin bitirilip teslim edilmesi konusunda taahhüt sahibi biziz, devlet bu taahhüdü veriyor. Proje bitmez, yarım kalır endişeleri yersiz. Böyle bir ihtimal yok” diyordu. Murat Kurum, planlama alanının jeolojik yapısıyla ilgili soruyaysa şöyle yanıt vermişti:
“Arazinin başı ve sonu arasında 75 metre kot farkı var. Burası, ayrıntılı jeolojik etüd gerektiren bir alan; inşaat yapılamaz bir alan değil. Bu konuda gerekli raporları İstanbul Teknik Üniversitesi’nden aldık. Sağlam zemine ulaşmak için şu ana kadar dört milyon metreküp hafriyat gerçekleştirdik. Ayrıca bazı yapılarda da tünel kalıp gibi farklı inşaat metotları uygulanacak.”
Sayıştay raporları ne diyor?
Maslak 1453 projesinin yasal dayanağı 775 sayılı Gecekondu Kanunu’ydu. Bu kapsamda yapılan faaliyetler Sayıştay raporlarına da girdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle ilgili Sayıştay’ın 2016 yılı raporunda yalnızca bu kanunda belirtilen amaçların gerçekleştirilmesi için kullanılması gereken paraların İBB’nin genel hesaplarına aktarıldığı yazıyordu.
Raporda, Gecekondu Kanunu’na göre, belirtilen hizmetlerin yürütülebilmesi için sağlanacak gelirler ilgili belediyeler adına açılacak özel hesaplarda toplanarak birer fon teşkil ediyor. Kanunda fonlarda biriken paralar halk konutu, nüve konut, geçici misafir konutu yapımında, ıslah edilen gecekondu bölgeleriyle yeniden tesis edilecek önleme bölgelerinin yol, meydan, kanalizasyon, su, elektrik hizmetlerinin yapımında veya bu kanun gereğince yapılacak işlerdeki harita alımı, plan ve projelendirme hizmetlerinde kullanılabiliyor.
Rapora göre, İBB’nin Gecekondu Kanunu kapsamında elde edilen gelirlerin toplandığı toplam dokuz adet banka hesabı bulunuyordu. Sayıştay incelemesiyle bu hesaplardan belediyenin diğer hesaplarına toplam 235 milyon 580 bin 238 TL aktarıldığı ortaya çıktı. Raporda, söz konusu bulguya 2014 ve 2015 yıllarındaki denetim raporlarında da yer verildiği, idare tarafından herhangi bir düzeltici işlem tesis edilmediği aktarıldı.
Sayıştay’ın İBB ile ilgili 2017 yılı denetim raporunda, idarenin yine herhangi bir düzeltme işlemi yapmadığı, Gecekondu Kanunu fonundan belediyenin diğer hesaplarına 93 milyon 518 bin 376 TL aktarıldığı belirtildi.
Sayıştay’ın 2018 raporunda Gecekondu Kanunu fonundan belediyenin diğer hesaplarına 36 milyon 315 bin 913 TL aktarıldığı ifade edildi.
2019 yılına geldiğimizde İBB’nin Gecekondu Kanunu kapsamında elde edilen gelirlerin toplandığı hesap sayısının yediye düştüğü, bu hesaplardan belediyenin diğer hesaplarına 28 milyon 514 bin 432 TL aktarıldığı ve muhtelif mal ve hizmet alımları için mevzuata aykırı harcama yapıldığı tespit edildi.
Sayıştay’ın 2020 yılı denetim raporuna göre, İBB’nin Gecekondu Kanunu fonundan belediyenin diğer hesaplarına 53 milyon 458 bin 820 TL gönderildi ve muhtelif mal ve hizmet alımları için mevzuata aykırı harcamalarda kullanıldı.
Sayıştay 2021 yılı denetim raporunda, İBB’nin Gecekondu Kanunu kapsamında elde edilen gelirlerin toplandığı hesap sayısının altıya düştüğü, bu hesaplardan belediyenin diğer hesaplarına 63 milyon 576 bin 351 TL gönderildi ve muhtelif harcamalarda kullanıldı.
Maslak 1453’ten sonra
Maslak 1453 projesinin inşa edildiği sıralarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığına terfi eden Erdoğan Bayraktar, boşalan askeri bölgelere park ve meydan yapacaklarını açıklamıştı. Bu alanların bir kısmının da o dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla imara açılacağını sözlerine ekleyen Bayraktar, “Buralar yeşil alan olacak, kentler nefes alacak” demişti.
İstanbul Çevre Düzeni Planı’na göre, askeri alanlar kentin gelişme sürecinde, yerleşik doku içerisinde yapılaşma için fiziksel bir bariyer olmuş ve mevcut durumda kentin nefes alabildiği büyük açık alanlar olarak doğal eşik benzeri bir işlev kazandı. Plana göre, bu alanların Milli Savunma Bakanlığı’nın programı dahilinde askeri alan dışına çıkarılması halinde öncelikle eksik olan eğitim, sağlık, kültürel tesis, mezarlık ve yeşil alan olarak kullanılması gerekiyordu.
Erdoğan Bayraktar’ın sözünü ettiği Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla imara açılan alanların çoğunluğuna lüks konut projeleri, çekim platoları, futbol tesisleri yapıldı.
Maslak 1453 projesi, kentin kuzeyinde varlığını bu zamana kadar koruyabilmiş yeşil alanların dokunulabilir olduğunu gösterdi. İstanbul’un nüfusunun her geçen gün artması ve beraberinde ortaya çıkan barınma sorunu, inşaat sektörünün gözünü kuzey ormanlarına çevirmesinde teşvik edici bir rol oynadı.
Kentin içinde betonlaşmadan kalabilen askeri alanların imara açılmasında 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi bir lütuf haline geldi. Yerleşim alanlarına yakın kışlaların darbe girişimi sebebiyle potansiyel bir tehlike yarattığı algısı askeri alanların imara açılmasının önünü açtı ve kışlalar birer birer şantiyeye dönüştü. (Haber Merkezi)
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.