'Koç Üniversitesi yapılırken...' Biz buradaydık, asıl “siz” neredeydiniz?

'Koç Üniversitesi yapılırken...'  Biz buradaydık, asıl “siz” neredeydiniz?
Kimse şov yapmasın “dünya beşten büyüktür Amerikan emperyalizmine karşı şöyle mücadele ediyoruz, böyle mücadele ediyoruz” diye. Hepimiz hepimizi biliyoruz. Ne dün ne de bugün çevre mücadelelerinde, anti-emperyalizme karşı savaşta, madenci (bugün işçi aileleri üzerinden gazete ilanları verirken) yürüyüşlerinde hak arayışlarında, emek ve sendikal hareketlerde “sizleri” gördük.

AZMİ KARAVELİ


Ülkede ne zaman çevreyle ilgili bir mesele olsa, klasik kalıp cümle hazırdır: “Koç Üniversitesi’nde binlerce ağaç kesilirken neredeydiniz?” Sanki bir yanlış geçmişte yapılmışsa, ee o zaman her yanlışı yapmak ahlaken caizdir, üstelik hukuki bir içtihattır, mantıkları bu. Bu o kadar boş, o kadar saçma bir yaftalama ki, “biz” kimin nerede olduğunu çok iyi biliyoruz. Ama “siz” de basit bir Google aramasıyla bu gerçeği kolayca görebilirsiniz. 20 Temmuz 1999 tarihli Evrensel’den kısa bir bölümü paylaşarak “size” bir kıyak geçeyim:

“Şehir Plancıları Odası Genel Başkanı Necati Uyar, ulusal servet bakımından ağacın binadan daha değerli olduğunu ifade ederek, Koç Üniversitesi'nin kaçak yapılarının orman alanlarında yapılan diğer kaçak yapılardan tek farkının, temelinin Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından atılması olduğunu belirtti. Mimarlar Odası Merkez Yürütme Kurulu da, hükümetin bakanlarını, ‘ayrıcalıklı rant beklentileri’ ne değil, hukuka ve ulusal değerlere sahip çıkmaya ve bu değerleri savunarak orman talanına dava açmış meslek odalarına ülke ve toplum adına teşekkür etmeye çağırdı.”

Madem siz/biz diyorsunuz, “siz” ne yaptınız peki? Onu da söyleyeyim, Koç Üniversitesi’ndeki orman talanına karşı çıkan, yukarda adı geçen/geçmeyen bütün kişi ve kurumları “terörist” ilan ettiniz. Misal Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi'nde başkanlık yapan Tayfun Kahraman’ı, MMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Genel Sekreterliği görevinde bulunan Mücella Yapıcı’yı, bir başka doğa mücadelesi olan Gezi’yi bahane ederek “vatan haini” ilan ettiniz, cezaevine attınız.

Akbelen vesilesiyle neredeyse bütün Ak troller “ama siz de o zaman sustunuz” kalıbına sığınıyor, oysa bu ülkede ne zaman bir direniş ne zaman bir eylem olsa solcular devrededir. Gelin biraz tarih bilgimizi zorlayalım, eskilere gidelim.

Misuri zırhlısı 5 Nisan 1946’da İstanbul’a geldi. Gemi Kızkulesi önünde “Welcome” pankartlarıyla karşılandı. Misuri’nin gelişi öncesinde Karaköy-Beşiktaş sahili arasındaki evler ve Beyoğlu’ndaki bazı binalar boyatıldı. Ama en güzeli Bezmi-Alem Valide Sultan Camii’ne asılan o ünlü “Welcome” mahyasının asılmasıydı. “Hoş geldin 11 ayın sultanı Misuri” neden yazılmadı acaba, akıllarına gelmedi zahir.

CHP iktidardı ve DP yeni kurulmuştu. Kayıtlarda, gazetelerde, vatanını seven bir milliyetçiye ya da “cami minaresinde böyle rezillik olmaz” diyen bir muhafazakara rastlamak ne yazık ki mümkün değil. Oysa bütün solcu gençler Dolmabahçe’de Amerikan askerlerini denize döküyordu o sıralarda.

İnsan yazdıkça sinirleniyor, 1968 Temmuz’unda 6. Filo için “yankee go home” eylemleri sırasında Adalet Partili İçişleri Bakanı “milliyetçi” Faruk Sükan’ın emriyle İTÜ yurdu basıldığı ve Vedat Demircioğlu’nu camdan aşağı atılıp katledildiği zaman o pek övündüğünüz “anti-emperyalist” yazarlarınız neredeydi?

Zahmet etmeyin ben söyleyeyim size, Mehmet Şevket Eygi gibi provokatörler, halkı gençlere karşı kışkırtıp şunları yazıyordu: “Cihad eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur. Canını veren şehitlik şerefini kazanır... Ezanlar susturulmasın, Müslümanlar komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar.” Kamyonlarla ve otobüslerle Anadolu’nun her yanından taşınan dinci-ülkücü komandolar, Dolmabahçe’de demirli 6. Filo’ya ait bir gemiyi “kıble” yapıp namaz kılıyordu. Özetle tapıyordunuz siz Amerika’ya resmen be, tapıyordunuz…

Acıların hiyerarşisiyle beslenenler, kibirle sürekli şu tarz sorular soruyorlar: "Falancaya duyar kasanlar, Filistin'de, Mısır'da neredeydiniz?" O Mısır’la şimdi kanka olundu, Rabia işaretinin ne anlama geldiğini kimse bilmiyor artık ya neyse…Oysa Filistin davasına ilk sahip çıkanların Deniz Gezmiş ve arkadaşları olduğunu söylesen, bu kez de muhtemelen yalancılıkla suçlarlar.

Acıları sınıflandıranlar, misal, AYM’nin ihlal kararlarına rağmen “Barış İçin İmzacılar”ın, Kavala’nın, Demirtaş’ın ve daha birçok hukuk ihlaline maruz kalan insanların hayatları karartıldığı zaman neredeydi? Grup Yorum üyeleri 90’larda türban eylemlerine destek vermişlerdi, bugün Koç Üniversitesi’ni “bize” soranlar ölüm oruçlarında hayatını kaybeden İbrahim Gökçek’in ardından neredeyse tef çalmıştı, bilmiyor muyuz bunları, “siz” bilmiyor musunuz?

Hadi bunu geçtim, daha bir ay önce İsrail, işgali altındaki Batı Şeria'da havadan ve karadan son yılların en büyük saldırısını başlattı, 8 kişi öldü 50 kişi yaralandı. Bu konuda ümmetçi kanattan bir tweet atanı gördünüz mü? Ne yazık ki göremezsiniz… Kaldı ki dünyada bir günde olan acılar için ağıtlar yakmaya kalksaydık göz pınarlarımızda yaş kalmazdı. Burada din, dil, ırk ayrımı gözetmeden tutarlı bir vicdana ve temel insani vasıflara sahip olmak gerekiyor. Bu da; hayata tek boyutlu ve kendini sürekli haklı gören “muhafazakâr” bir cepheden bakmakla değil, çok daha başka pencereden yaşamı algılamaktan geçiyor. (Son üç paragrafta eski bir yazıdan destek alınmıştır)

Kimse şov yapmasın “dünya beşten büyüktür Amerikan emperyalizmine karşı şöyle mücadele ediyoruz, böyle mücadele ediyoruz” diye. Hepimiz hepimizi biliyoruz. Ne dün ne de bugün çevre mücadelelerinde, anti-emperyalizme karşı savaşta, madenci (bugün işçi aileleri üzerinden gazete ilanları verirken) yürüyüşlerinde hak arayışlarında, emek ve sendikal hareketlerde “sizleri” gördük. “Milletini seven” sizler; Amerikalılara hoş geldin pankartı açarken, Türk-İş; Hak-İş gibi örgütler üzerinden emek hareketini sabote ederken, cemaatle yıllarca kanka olup darbenin yolunu açarken, “bizler” vardık, bizler hepsine direniyorduk. Koç Üniversitesi’nde de, Gezi’de de, Akbelen’de de “biz” vardık, varız ve hep var olacağız.

Gündem