Koronavirüs Güncesi 8: Karantinada çocukların ruh sağlığı

Koronavirüs Güncesi 8: Karantinada çocukların ruh sağlığı
Korona virüs salgını nedeniyle büyükler gibi çocuklar da evlerde. Tamam bazıları anlayacak kadar büyük ama bazıları pek küçük. Bu çocuklara salgını ve evde yaşamak zorunluluğunu nasıl anlatacağız?

Koronavirüs Güncesi 8: Salgında çocukların psikolojisi

Koronavirüs Güncesi 8: Çocuklar anlamak için yetişkinin gözbebeğine bakarlar

“Tamam ellerimizi günde 50 kere yıkıyoruz da zihnimizi ne yapacağız?” Bir arkadaşım bir önceki podcastimizi yani Koronavirüs Güncesi 7’yi , -ki ruh sağlığımızı anlatmıştık- Twitter’da böyle duyurmuştu. Ne kadar da doğru bir tespit. Evet, hepimiz delirmemek için bin yol deniyoruz. Peki yetişkinler bu salgından bu kadar etkilenmişken, sağlam kalmak için çırpınırken çocuklar ne yapsın? Evlerde işler zaman zaman çığırından çıkıyor, çocuklar okula gitmeyince ana babalar iyice saç baş yolar hale geldi. Minikler de onlardan farklı değil. Bir arkadaşım anlattı. İki çocuğu var. Büyük kardeş, küçük kardeşi bayağı hırpalamış. Arkadaşım n’oluyor diye gidince, “Karşımda nefes alıyor” diye isyan etmiş. Sonra ortaya çıkmış ki, büyük çocuk virüsün solunum yoluyla bulaştığını öğrenmiş, ona göre yanında kimse nefes almamalıymış, çünkü hastalık böyle bulaşıyormuş. O da o sinirle kardeşine saldırmış. Birçok aile çocuklara koronavirüsü ve salgında karantinayı anlatmakta zorlanıyor. Ayrıca bir de sürekli onu yapın, bunu yapın, şunu yapın diye bir bilgi bombardımanı altındayız. Ki çok yorucu. Biz de bu salgını çocuklara nasıl anlatalım, çocukları nasıl rahatlatalım diye hem çocuklar hem de yetişkinlerle çalışan pskilolog ve hipnoterapist Şükran Sarp’a sorduk. Elbette araya yetişkinlerin delirmesini önleme soruları da ekledik. Ben Kısa Dalga’dan Nazan Özcan.

Korona virüs salgını nedeniyle büyükler gibi çocuklar da evlerde. Tamam bazıları anlayacak kadar büyük ama bazıları pek küçük. Bu çocuklara salgını ve evde yaşamak zorunluluğunu nasıl anlatacağız?

Çocuklar da en az bizim kadar etkileniyorlar. Ama onların uyum yetenekleri daha yüksek. Bununla beraber, kişilik tipi ne olursa olsun, elbette çocuklar da bizim gibi stres tepkileri veriyorlar. İlk başta vermedilerse bile, şimdi artık vermeye başladılar. Çünkü belki ilk anların paniğiyle bir şeyleri çocuğun yaşına uygun bir şekilde anlatmayı biraz atlamış olabiliriz. Biz biraz sosyal medyadaki haberleri izlerken onları sakınmayı unutmuş olabiliriz, kendi aramızdaki konuşmalara şahit olmuş olabilirler. Çocuklar dünyayı anlamak için yetişkinin gözbebeğine bakarlar, neler oluyor, acaba güvende miyim diye bizi izleyerek, anlarlar aslında. Bir film vardı, Hayat Güzeldir diye, belki bugünlerde o izlenebilir tekrar. Çünkü orada bir babanın çocuğuna bir savaş hatta bir toplama kampı ortamını elinden geldiğince nasıl oyun gibi ifade ettiği anlatılır. Herkese izlemesini tavsiye ederim, şu dönemde. Ben öğrencilerime de, danışanlarıma da zaman zaman o filmi izletmişimdir. Çünkü çocuklar dünyada neler olup bittiğini, hissedeceklerini, bizi örnek alarak belirliyorlar. Ne yapabiliriz? Biraz daha yaşı büyük çocuklarla konuşabiliriz. Biz sadece üç-dört yaşından sonra çocuklarla konuşabiliriz sanıyoruz. Halbuki sizin yeni doğmuş bir çocuğunuz ya da bir yaşında henüz söylediklerinizi anlamadığını düşündüğünüz bir bebeğiniz varsa bile, alın karşınıza, tabii ki acımasız gerçekler şeklinde değil de, daha çocuğun anlayabileceği gibi ifadelerle neler olduğunu, neler yaşandığını, bu dönemde biraz ağırlıklı olarak evde kalmak zorunda olduğumuzu, her şeyin yolunda olduğunu, güvende olduğunu anlatın.
İnsanlar belirsizlikten hoşlanmazlar. Çocukların da belirsizlikleri bizlerden çok daha fazla. Dolayısıyla yaşı kaç olursa olsun, onun anlayabileceği kelimeleri siz biliyorsunuz, tatlı tatlı, neler olduğunu anlatın lütfen.
Yalnız burda atlamamak gereken bir şey var. Çocukları karşımıza alıp biblo gibi konuşmamak. Çünkü onlar da birer birey.

Peki nasıl konuşmak lazım?
Bir kere onların neler hissettiğini anlayabilmek için tabii ki kendi gözlemlerimize güveneceğiz, ama onlara da soracağız. Karşınızda iki buçuk ya da üç yaşında bir çocuk varsa, çok kısa sürelerle de olsa, sabırlı olmak gerekse de, konu hakkında neler bildiklerini, neler hissettiklerini sorabiliriz. “Sence neden dışarı çıkmıyoruz, neler olduğunu farkında mısın, gel biraz sohbet edelim, nasıl hissediyorsun” diyebilirsiniz. Böyle kitaptan okur gibi konuşmanıza gerek yok, yeter ki konuşun, ona onu yargılamayacağınızı hissettirerek, güvenli bir ifade etme ortamı yaratın.

Konuşulsa bile, birçok anne baba çocukların öfke patlaması yaşamasından, ağlama krizlerine girmesinden yakınıyor, en azından benim çevremde. E anne babanın da stres seviyesi yüksek. Ne yapsın bu ana babalar?

Önce çocuğun duygusunu yaşamasına izin verilmeli ve makul karşılamak gerekli. Neyi nasıl algılayacaklarına, nasıl tanımlayacaklarına bize bakarak karar verecekler. Biraz rol model olmak gerek onlara, biraz kendi duygularımızdan çok ajite etmeden bahsetmemiz gerekiyor. Çok yüksek kaygıya sahipsek çocuklar, biz fark etmediklerini sansak da, bunu soğuruyorlar ve yansıtmaya başlıyorlar.
Çocuklar bir şekilde bizi modelleyecekler. Şüphesiz onların içinde bitmek bilmeyen bir enerji var. Evde enerjilerini sarf etmek üzerine onlara fırsatlar vermek, ekrandan bahsetmiyorum, esneklik sağlamak olabilir. Biraz daha ev işlerine yardım etmelerini sağlamak, odaklarını değiştirecektir çocukların. Bazen de sakince oturmak, aile zamanı geçirmek, her şeyi kapatmak, hadi bakalım biz bilmem ne ailesiyiz, birbirine destek olan bilmen ne ailesiyiz, şimdi hepimiz oturalım ve hissettiğimiz bir iyi bir kötü duygudan bahsedelim diyebilmeliyiz. Neler yaşıyoruz onu söyleyelim, en çok neyi özledin onu söyleyelim, hadi bakalım annesi, babası sen söyle. Böyle bir konuşma ortamı yaratılabilir çocuk için. Dediğim gibi bizi model alacaktır. Bir de şu konuda anne babaları teselli edeyim. Son iki haftadır danışanlarımla konuşuyorum. Genel olarak, şöyle diyaloglar var. Geçen gün bir aile aradı, Şükran hanım çocuk çığırından çıktı, biz ne yapalım dediler. Çocuk televizyonu kırdı dediler, önce anlayamadım. Bu arada emin olun, çocuk televizyonu kırdı sözünü ben ilk kez duymuyorum.
Arkasında ne var diye merak etmiş. Çıkmış ve itmiş ve arkasına bakmak için, bu arada bu çocuk 3.5 yaşında. Çok da kuvvetli olabiliyorlar. Babası yetişene kadar televizyonu kırmış, iyi ki çocuğa bir şey olmamış. Böyle alan tanıdınız mı, konuştunuz mu diye sordum, her şey yapılmış, çocuk gene de çığırından çıkmış.

Ne olmuş?
O bir insan ve şu an doğal ortamında değil. Arkadaşlarını özledi, dışarıya çıkmayı özledi, üstelik yetişkinlerden yoğun bir stres algılıyor. Yani teselli olarak, bu hikayeleri çok duyuyorum. Siz elinizden geleni yapsanız bile, siz de çocuklarınız da çığırınızdan çıkabilirsiniz. Çünkü şu an olağanüstü bir hal yaşıyoruz.
Bir başka danışanım, diyor ki, çok motivasyonu düşük, oyun oynamak da istemiyorum, kendi yapmak istediklerimi de yapmak istemiyorum, içimden gelmiyor.

Benim de gelmiyor.
Evet zaman zaman benim de gelmiyor. Sebebi ne olabilir acaba diyor?

Ne olabilir?
Çünkü bir sanıyoruz ki, kurduk kendimizi, rasyonel düşünüyoruz, ben mantıklı bir insanım ve duygularımızı da kontrol edebilirim, neler neler geçirdim, kaç kişiyi yöneten insanım, daha önce de yaşadım, bu stresi de yönetebilirim. Sonra kendi kendimizi hayal kırıklığına uğrattığımızı görüyoruz. Çünkü biz de insanız. Ve stresimizi çok yüksek. Yönetemeyebiliriz. Bunları kendimizden bekleyeceğiz. Çocuklardan da bekleyeceğiz.

Tamam çocuk televizyonu kırdı, ne yapmak lazım, bir temiz dövülmeyecek bu durumda.

Hiçbir şey olmamış gibi de davranmayacağız. Birazcık farklı duygular hissetmesini ve davranmasını anlayışla karşılarsak, biz de belki, biraz daha az çığırımızdan çıkarız. Çocukların dengeye ihtiyacı var. Farkındaysanız, yeni bir ay oldu, bizim ülkemizdeki durum, evlerde kalın denilmesinden, ama ilk haftanın sonuna kadar insanlar adeta bir filmin içindeymişiz gibi, yapılacak şeyleri aniden yapıp, çocuklarla oyun oynamak, etkinlikler, dans etmek, her şeyi o kadar hızlı yaşadık ve tükettik ki. Halbuki çocukların biraz dengeye ihtiyacı var. Çünkü bunun ne kadar süreceğini hala kimse bilmiyor. Dolayısıyla iki gün sürecek gibi davranamayız.

Yani şu mu demek: Arada çocuklara e şimdi de sıkılma zamanı, biraz sıkılacağız çocuklar mı denilecek? Tabii kendimiz için de geçerli, evet biraz sıkılacağız şimdi.

Ha yaşayın. Çünkü sıkılmak da insanlar için. Duygular sevinçli olmaktan, memnun olmaktan, mutlu olmaktan çok iyi hissedelimden ibaret değil. İlk önce baş edebilmek için kabul etmek gerekiyor. Ne yaşadığımızı kabul etmezsek kimse bize yardımcı olamaz. Dolayısıyla çocukların kendi kendilerine vakit geçirme becerilerine ket vurmayacağız. Bu kendimiz için de geçerli. Belki kendimizden çok yüksek ve gerçekçi olmayan beklentiler içerisindeyiz. Süper üretken olmak, sürekli verimli ve kaliteli zaman geçirmek gibi. Olmayabiliriz. Kendimizden biraz motivasyonsuzluk, biraz kendi başımıza kalma ihtiyacı da beklemeliyiz. Hiçbir şey yapmadan durabilmeliyiz.

Hazır yeri gelmişken sormadan edemeyeceğim. Aksine şimdiye kadar okuduğum dinlediğim her şeyde, sürekli bir şunu yapın bunu yapın, oturup durmayın, sürekli üretken olun, hatta mükemmel olun baskısı hissetmeye başladım. Bu da resmen kaygıya sürüklüyor, en azından beni.

İnsanlar kitaptakinin tanımını bilsinler ya da bilmesinler, meyilleri özgürlüğe doğrudur. Bırakın sıra dışı şeyler yapmayı, harika resimler yapmayı, yeni dil öğrenmeyi, her gün sadece oturup bir dizinin sezonunu bir günde izlemek için bile motivasyonları olmayabiliyor. Bu normal. Bu panikle baş etmenin hepimiz için farklı yolları var, bir kere biraz paniklediğimizi kabul edeceğiz. İkincisi kulağa komik gelebilir ama burundan derin nefesler alıp bir sakinlememiz gerek. Anı durduracağız.

Kendinize iyi davranın mı demek istiyorsunuz, şefkatli olun yani.
Kendinize sahip olmak istediğiniz bir arkadaş gibi davranın lütfen. Çünkü tabii ki şikayet etmek de hakkımız, tabii ki olumsuz şeyler de bahsetmek de hakkımız ama bu hayatımızın geçici bir parçası olmalı. Hayatımızın tamamı olmamalı. Şu an mecbur kaldığımız için dizi izlemeye bile insanlar, kitabın devamını okumaya bile motive olamayabiliyorlar. Kendimizi başkalarıyla karşılaştırıp durmayalım. Bu işin ideali yok. Kendimize biraz durmak, boş kalmak için izin vermemiz gerekiyor. Bu bildiğimiz bir şey değil. Neden hemen kendimizi suçlu hissetmeye başladık?

Neden gerçekten?
Çünkü bu pandemiden önce de hayat çok hızlanmıştı, sosyal medya süslü püslü ve çok küçük bir kesiti verip hayatın tamamıymış gibi gösteren bireysel reklamlarla doluydu. Biz de kendimizi ona kaptırdık. Sadece bomboş durabilmeyi unuttuk. Sadeleşmeyi unuttuk. Bakıyoruz İtalya’da balkonlarda konserler veriliyor, insanlar yemekler yapıyor, şahane puzzle’lar yapıyor, en güzel kitapları okuyorlar da, siz sadece istiyorsanız ve hazırsanız, içinizden geliyorsa yapın bunları. Yani tavsiye ettiğimiz hiçbir şeyin görev olmadığını, sizi beslemesi gerektiğini, bunun yolunun da içinizden gelen zamanda samimiyetle yapmanız gerektiğini hatırlayın. Hiçbir şeye mecbur değilsiniz. Bazen öylece durabilmek, kendiyle konuşabilmek, hatta kendiyle konuşmadan sessizleşebilmek hem haktır hem de meziyettir.

Yani arada sırada durun. O duyguyu yaşayın gibi bir şey anlıyorum ben.

Evet birazcık hayatın doğal akışına kaymak lazım. Kabul edelim, şu an çalışıyorsak da, evdeysek de hayatımızda olanları yarın bitecek mi, bir sisteme oturtup doğal yaşamak lazım.
Çocuklarla ilgili şunu da söylemek istiyorum. Onların belirsizlikleri daha fazla, konuşmalar, sahip oldukları duygular, onların kafasında bambaşka, baş edemeyecekleri şekilde yorumlanabilir. Bu yüzden çocuklarla konuşmak önemli, sormak önemli. Bunu her gün yapabiliyorsak, hadi bakalım şimdi aile zamanı yemek zamanı, beraber şunu yapma zamanı gibi somutlaştırmak önemli. Çocuklar hep şunu merak ederler. Bana ne olacak?

Ama bunu büyükler de merak etmiyor mu?
Evet ve bu belirsizliğe katlanmak sorumluluğumuz, çocukların hayatında neler olacağına biz onlardan daha iyi biliyoruz. Bir yetişkin olarak, şunu biliyoruz, hangi evde yaşıyorsam orada yaşamaya devam edeceğim. Eğer istersem şu etkinliklerle vakit geçirebilirim. Çocuklar bunu bilmiyorlar, çocuklar endişe yükseldiğinde ne olacak, biz şimdi ne yapacağız bilmiyorlar: Bu belirsizlik içinde tutarlı noktalar, tutunma limanlar yaratmalıyız çocuklara.

Örnek vermeniz mümkün mü?
Mesela şunları söylemek mümkün: Evet bir sürü evde kalacağız, günlerimiz şöyle geçecek, günlerimiz şöyle geçecek, çünkü diye anlatacağız. Güvendesin, her şey yolunda, yiyecek yemeğimiz var, merak etme, biz yetişkin olarak alışverişe gidebilir ve gelebiliriz, sokağa çıktığımızda kimse bize bir şey yapmayacak. Evde bazen kendi kendine vakit geçireceksin, her zamanki gibi, bak işte burada uyuyacaksın, yemek zamanı, banyo zamanı, oyun zamanı, evet belki ekran zamanı. Küçük şeyler gibi gözükebilir ama çocukların zaten bildiğini varsaydığını düşündüğümüz şeyler aslında onları ürkütünce sarsılıyorlar, çocuğa tekrar tekrar söyleyerek, tekrar temin edeceksiniz. Yetişkinler için önerilerim var. Sabah kaçta kalkıyorsanız kalkın, mümkünse uyku saatlerinizi değiştirmeyin, evde kalıyorsanız bile lütfen bütün gün uyku kıyafetlerinizle dolaşmayın, saçınızı taramadan geçirmeyin. Normalde herkes nasıl yaşarsa yaşayın derdik, ama bu aralar belirsizlik üzerine gitmeli ve bu belirsizlik içerisinde kendimize tanıdık noktalar yaratmak zorundayız. Kalkın giyinin, öz bakımınızı yapın, çocuklarınızı giydirin, özen gösterdikten sonra çocuğunuzun gözünde bunlar o sığınacak limanlar olacaktır. Bizim için de öyle olacak, mümkünse yemek saatlerinizi çok değiştirmeyin, mümkünse bizim de her gün belirgin yaptığımız bir şeyler olsun. Birazcık çocuğun hayatında netlik yaratacağız. Kendi hayatımız için de. Duygu patlamaları olabilir, bizde de çocuklarda da. Biraz bu da izin vereceğiz.

Ama yetişkinlerin de kendine izin verme ihtiyacı var değil mi?
Bir sürü etkinlik yapmak içimizden gelebilir, ev halkına buna zorlanamayın. Teklifle gideceğiz, ısrar etmeyeceğiz. Biz istiyorsak bir şeyler yapmak, yapacağız insanlar hazır hissettiklerinde, kendi zamanlarında bize katılacaklar. Yani çok fazla insanı ve bilgiyi kontrol etmeye çalışmayacağız. Çok iyi eş olmak, çok romantik olmak vs. bu değil, ne olursa olsun, iyi bir takım olmayı deneyin ailenizle.

Biraz podcasti kendim için yapıyor gibi oluyorum ama şunu da sorayım. Yalnız yaşıyorum ve mesela karantinada iki alt komşum kriz geçirdi, saatlerce 112 gelemedi, berbat bir durumun içinde daha da korkunç bir hal aldı. Tamam komşum saatler sonra da olsa doktora gidebildi ve şimdi iyi ama o an yaşadığım panik benim bir iki gün resmen durmadan titrememe sebep oldu. Böyle bir durumda ne yapmalı insan?

Bu gibi durumda önce duyguyu boşaltmak için kendimize için vereceğiz. Karşımızdaki bir çocuk ağlamak istiyorsa, duyguyu kesmeyeceğiz, durum müsaitse sarılacağız. Tek başımızaysak ne yapacağız? Kendimizi şefkatle yaklaşacağız. Eğer çok paniğe kapılıyorsanız ve kendinizi durduramıyorsanız, telefon defterinizde mutlaka böyle durumlarda aranacak, iki -üç isim olsun. Ekstra bir durum yaşıyoruz, gece yarısıymış, korkutur muyum, utanmak gibi fikirler gelebilir. Bunları bir kenara bırakalım, çünkü bu sıra dışı bir durum ve hepimiz birbirimize destek olmakla mükellefiz. Birisini arayabiliriz, sakinleştirici bitki çayları, çok etkileşime girmeyecek, sakinleştirici bir şeyler içebiliriz. Biraz kafein ve alkol tüketimini azaltmalıyız. Kriz anlarında yine birilerini aramak, teknik olarak yapacak bir şey varsa yapmak, sakinleşmek için oturup nefesimize odaklanmak önemli. Biraz nefes alışverişimize odaklandıktan sonra o sıkıntı yaşadığımız yere elimize koymak, ovalamak, biraz kendimizle konuşmak iyidir: Tamam üzüldüm ve korktum kabul ediyorum, her şey yoluna girecek, iyiyim. Size ne iyi geliyorsa onları tekrarlayabilirsiniz. İnançlarınız vardır, ibadetleriniz vardır, dualar vardır, bunları da kullanabilirsiniz gönül rahatlığıyla. Biraz biz kendimize de çocuklara yaklaştığımız gibi yaklaşmaktan bahsediyorum. Formül bu olmalı. Zaten kriz anı geçtikten sonra içimizdeki yetişkin yanımız hadi bir yüzümü yıkayayım ben diyecek.
Burada teknik bir şey var. Özellikle kriz anlarında ağzınızdan nefes almayın. Paniğe kapılmaya başladığınızda, burnunuzdan alın. Çünkü kaslarınızın gevşemesini de sağlayacak aynı zamanda. Bir de çocuklarınız için de, kendiniz için de, zihin sağlığınız için, her şeyin ayyuka çıktığı, krize girdiği, kilitlendiği anları beklemeyin lütfen. Eğer mümkünse, motive olabiliyorsanız, günde 10 dakika, olmuyorsa iki dakika da olur, biraz nefes çalışması yapılabilir. Şu çok önemli. Beyin, çok klişe bir benzetme ama çok doğru bir benzetme, inanılmaz verimli bir tarla.
Gece yatmadan önceki en son düşünceleriniz, gece bilinçdışında işlenmeye devam eder. Kuvvetle ihtimal sabah kalktığınızda nasıl hissettiğinizi de belirleyecek. Gece en son düşüncelerimiz kendimize söylediğimiz şeyler kurmaca da olabilir: Sabah çok iyi hissederek uyanıyorum, yarın son derece güvende olduğum, iyi hissettiğim bir gün olacak. Gece en son düşündüğünüz şeyler bunlar olsun. Göreceksiniz ilk seferden itibaren işe yarayacak.

Başka?

Her güne küçük ve basit bir amaç koyun, bu bizi iyi tutar. Mesela yarın çocuğununuza seninle beraber kurabiye yapacağız de olabilir, kitaplığı da düzenleyeceğiz de olabilir, ertesi güne belirgin bir hedef koyunuz. Küçücük de olsa bir amaç. Kendiniz için de çocuğunuz için de çok rahatlatıcı olacak.

Nefes meselesi hep karşımıza çıkıyor, bir iki teknik anlatır mısınız?

Çok basit, birkaç dakika da ya da 10 dakika da yapılabilir. 5 saniyede ya da 5 seferde nefesimizi alıyoruz, 5 sefer boyunca tutuyoruz, 5 seferde de bırakıyoruz. Burnumuzdan nefes alıyoruz, birkaç dakika sürdürebileceğiniz, burnunuza odaklanın. Hangi teknik olursa olsun, aklınıza bir sürü düşünce gelebilir, düşüncelerin akıp gitmesine izin verin. Bu bir beceri meselesi değil, yarışma meselesi değil, not almayacaksınız. Bir başka teknikten bahsedelim. Diyelim ki 4 seferde nefesinizi aldınız, 8 seferde nefesinizi verin, burnunuzdan alıp burnunuzdan ya da ağzınızdan verin. Şuna dikkat edin, nefesinizi diyafram nefesi almaya dikkat edin, nispeten dik durun, etraftan ses gelmesine takılmayın, önemli olan kendimize ve nefesimize odaklanmak. Çocuklara da çok kolay öğretebilir. Hep beraber de yapılabilir bir tekniktir.

Anne babaların büyük derdi: Çocuklara ne kadar ekran süresi yani tablet, televizyon veya telefon süresi verilmeli?
Yemek yediğinizde yemek yiyin, aynı zamanda bir tablete bakmayın. Yemek masasına oturmadan önce herkes elektronikleri bir kenara bıraksın, yapabiliyorsanız kural koyun. Ergenler, biraz daha özgürlüklerine sahip oldukları için, o konuda belki çok fazla dikkat gütmeyeceğiz. Bununla beraber, dikkat süresini kısaltabileceğini, iyi gelmeyeceğini bildiğimiz daha küçük çocuklara ekranı yine seçerek, yine sınırlı bir şekilde vermeliyiz. Burada bir püf nokta var: Çocuklar çok sıkıldıkları noktada, çok istedikleri noktada, artık bütün etkinlikler tükendiği noktada ekranı açmayın. Çocuğun hayatında ekran varsa lütfen berbat çizgi filmler seyrettirmeyin. Yetişkin filmleri, haber programları olmasın. Onların izleyebilecekleri nispeten makul programları, çocuklar gün içinde bir etkinlik olarak çok talep etmediği bir noktada devreye sokalım ki, ekrana daha fazla bağımlılık gelişmesin. 3 yaşına kadar izlemesin, izlerse 15 dakika, maksimum yarım saate çıksın. 5-6 yaşına kadar 45 dakikaya kadar çıkabilir. Ama o da bütün şeklinde değil, gün içine bölünmüş şekilde verilebilir. Eğer hiç vermediyseniz bugüne kadar, tanımıyorsa ekranı, sıkın dişinizi çünkü bu günler geçecek.

Son soru: Bu salgın bittikten sonra normale dönebilecek miyiz?
Bıçakla keser gibi bitmeyecek, biraz sudan çıkmış balığa döneceğiz. Ve kendimizden bunları yaşarken göstermediğimiz tepkileri de bekleyebiliriz. Her şey olup bittikten sonra sinirlerimizin bozulması, ağlamak, depresyona girmek gibi.

Sağlık