‘Lafun Aykirisi’: 'Ben derenin kızıydım, çocuğuydum'

‘Lafun Aykirisi’: 'Ben derenin kızıydım, çocuğuydum'
“Lafun Aykirisi” adlı video-röportaj serisi hazırlayan Eren Dağıstanlı ile kendi deneyimi ve tanıklığı ekseninde, konuk olan kadınların mücadelesini, doğayla ilişki biçimlerini, hukuk sistemine karşı yarattıkları kendi hukuklarını, suyun ticarileşmesine karşı sözlerinin ne anlama geldiğini konuştuk.

EMEK EREZ


Gezegenimizin yaşamının tehdit altında olduğunu devamlı vurgulamak zorunda olduğumuz bir çağda yaşıyoruz. Dünyanın taşının, toprağının, her türlü canlısının alınıp satılır bir şeye dönüştürülmesi, gıda, iklim, su gibi yaşamsal olarak aklımıza gelebilecek her kelimeyi kriz kelimesiyle birlikte düşünmeye zorluyor. Bu konudaki öngörüler genellikle felaketi hatırlatıyor ancak dünyanın başka varlıklarıyla kendi yaşam biçimlerini kesiştiren, onlarla başka şekillerde ilişki kuran, ortak yaşam için direnen insanlar olduğunu da biliyoruz.

Doğa talanının sınır tanımadığı coğrafyamızda da devlete, kapitalist şirketlere, patronlara karşı yıllardır süren, başka türlü düşünme ve eyleme fikrini canlı tutan pek çok mücadele var. Ekoloji mücadelesi anlamında, kadınların en önde yer aldığı pek çok direniş pratiğini de son yıllarda çok konuştuk, konuşmaya devam ediyoruz. İkizdere’den, Artvin’e süren mücadeleye en son Aydın'ın Köşk ilçesi Mezeköy ve Uzundere eklendi.

Sözü getirmek istediğim yer, kendisi de özellikle Karadeniz’de süren ekolojik mücadelenin parçası olan Eren Dağıstanlı’nın hazırladığı, “Lafun Aykirisi” adlı video-röportaj serisi. Bu seride, Doğu Karadeniz bölgesinde doğa ve yaşam hakkı mücadelesi veren dört kadının hikâyesi anlatılıyor. Serinin ilk bölümünde Fındıklı’da (Viçe) yapılmak istenilen Hidroelektrik Santrali (HES) projelerine karşı, yıllardır derelerini şirketlere karşı korumak için mücadele veren Melahat Ertaş Alişan’ı dinliyoruz.

Henüz daha ilk bölümden verilen mücadelenin, doğayla kurulan bağın ne kadar güçlü olduğunu görüyor, bir nasihati dinler gibi Melahat Ertaş Alişan’ın cümlelerine kulak kesiliyoruz. Çünkü her cümle başka bir anlamı çağırıp, gelecek için bir başlangıç zamanı yaratıyor ve kadınların ekoloji mücadelesini hâfızaya işliyor.

Eren Dağıstanlı ile kendi deneyimi ve tanıklığı ekseninde, video röportaj serisine konuk olan kadınların mücadelesini, doğayla ilişki biçimlerini, hukuk sistemine karşı yarattıkları kendi hukuklarını, suyun ticarileşmesine karşı sözlerinin ne anlama geldiğini konuştuk.

“Lafun Aykirisi”’nin diğer bölümleri her Çarşamba Youtube üzerinden yayımlanacak.

Siz yıllardır Karadenizli kadınların doğayla ilişkilerini yakından gözlemlemiş, devlete ve kapitalist şirketlere karşı verilen ekoloji mücadelesinin hem parçası hem de tanığı bir isimsiniz, “Lafun Aykirisi” hakkında konuşmaya geçmeden önce kendi deneyiminizden biraz bahsedebilir misiniz?

Uzun yıllardır başta Karadeniz bölgesi olmak üzere ekoloji mücadelesi içerisinde bulunan bir bireyim. Karadeniz’de doğa ve yaşam hakkı mücadelesi veren yerel örgütlenmelerin birçoğunun içerisinde veya onlarla dayanışma halinde oldum. Birkaç yıldır da bu mücadelelerin daha görünür ve duyulur olması içim elimden geldiğince medya alanında faaliyet göstermeye çalışıyorum. Son beş yıldır da memlekete, Hopa’ya döndüm ve burada yaşıyorum.

“BU SUYU DEDİM SEN İÇEMEZSİN”

Video röportaj olarak kurgulanan “Lafun Aykirisi”nin ilk bölümü yayımlandı, videodan Melahat Ertaş Alişan’ın Fındıklı’da (Viçe) yapılmak istenilen Hidroelektrik Santrali (HES) projelerine karşı yıllardır direnen kadınlardan biri olduğunu öğreniyoruz, Melahat Hanım ile yollarınız nasıl kesişti?

Kendisine “derelerin anası” gibi yakıştırma yapanlar var. Kendisinin böyle bir kimliği de var yani. Ben ona Melahat hala demeyi tercih ediyorum. Melahat hala ile yollarımız Fındıklı’da yapılmak istenilen HES projelerine karşı eylemlerde kesişti. O dönem Derelerin Kardeşliği Platformu’nun bir bileşeni olan Fındıklı Dereleri Koruma Platformu’nun, Fındıklı (Viçe) özelinde ciddi bir örgütlenmesi vardı. O mücadeleden çok şey öğrendik… O mücadele içerisinde yapılan eylemlerde tanıdık bizler de Melahat halayı. Kendisinin cesareti, hareketleri, cümleleri çok ilham verdi herkese bence.

Melahat Ertaş Alişan’ın derelerle başka bir ilişki biçimi geliştirdiğini gözlemliyoruz, mesela evlendiğinin ertesi günü dere kenarına inip orada dere sesiyle uyuduğundan bahsediyor, “ben derenin kızıydım, çocuğuydum” diyor, bu aslında “Melahat Hala”nın derelerle farklı bir bağ kurduğunun da göstergesi oluyor sanırım, daha içeriden bilen biri olarak siz ne dersiniz?

Tabii. Melahat hala, zaten kendisi bunu çok güzel anlatıyor. Dereden uzaklaştığında “sefil” kaldığını vurguluyor. Ancak bu ona has bir durum değil. Özellikle yerellerde kadınların doğa ile kurduğu “tuhaf” bir ilişki var. Aslında “Lafun Aykirisi” biraz da bu tuhaf ilişkiyi anlamlandırmak üzerine kurulu bir çalışma. Diğer videolarda da mücadele veren kadınların doğadaki ve yaşam içindeki farklı hikâyelerine tanıklık edeceğiz. Bence herkes içinden kendisine ait bir hikâye çıkaracak. Dere, orman, yaylalar, vadiler vs. İnsanların ait olduğu veya hissettiği, türkü yaktığı, ürettiği, yaşamlarını sürdürdükleri yerler. Ve tabii aynı zamanda ekolojik özellikleriyle korunması ve yaşatılması gereken alanlar buralar.

9 Mayıs 2017 HES-ÇED toplantısı, Melahat Ertaş Alişan için devletle, bürokratlarla, patronlarla yüzleşme açısından önemli bir tarih olarak yorumlanabilir sanki. Öyle ki bu toplantıda, “bu suyu dedim sen içemezsin”, “bunların konuşması bana dokunuyor”, “bizim suyumuzu içiyorlar” diyerek isyan ediyor. Konuşmacıların yok etmeye çalıştıkları yaşamdan pay almalarını istemiyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz Melahat Hanım’ın bu isyanını?

Aslında tam da o hareket, HES meselesini çok güzel anlatıyor. HES’leri yıllarca “temiz enerji” diye pazarlamak istediler. Ancak suların kullanım hakkını da 49 yıllığına şirketlere devrettiler. Hatta bazı anlaşmalarla bu 49+49 yıla kadar çıktı. Yani mesele ne temizdi ne enerji. Bu HES belasının altında bir yandan su varlıklarının ticarileştirilmesi söz konusuydu. İşte şu an benim cümlelerce anlattığım şeyi, Melahat hala tek bir hamle ile anlattı. Sürahiyi kaptı! Tek hamleyle, çok net bir biçimde “o suyu size vermem” dedi.

KENDİ HUKUKUNU YARATMAK

“Allah’ın verdiği dereler, bizim mahkemede ne işimiz var?” Melahat Hanım’ın bu sorusu aslında çok şey söylüyor bana kalırsa. Allah / Doğa inancınız ne olursa olsun yaşamın her bir parçasının kimsenin tekelinde olmadığını, hukukun, bürokratların, devletin, patronların doğada bir yeri olmadığını anlatıyor. Siz ne dersiniz?

Şöyle bir hikâye var, insan mahkemeye adım attığı anda artık kendisi olmaktan çıkıyor, hukukun ondan istediği gibi konuşmak, davranmak zorunda kalıyor. Bu da mahkeme koridorlarına düşen herkesi "kirleten" bir deneyim halini alıyor. Bu durumda da mahkeme koridorlarına girip, oradan adaleti sağlamış ve “temiz” olarak çıkmak açıkçası biraz zor gözüküyor.

Fakat bir yandan da Melahat hala ve mücadele edenler kendi hukuklarını kuruyor. Hukuk dediğimiz şey sadece kitapta yazılan değil. Zaten o kitaplarda yazılanlar da geceden sabaha oluşan bir şey değil. İşte, mücadele edenler, direnenler, Melahat hala, Rabia Ana, Ayşe teyze, Neşe abla… Veya ineğini satarak dava masraflarını çıkaran Kazım amca… Yeni bir hukuk yaratıyor. Melahat hala kendi hukukunu yaratmasaydı ve bunu sisteme dayatmasaydı Fındıklı’nın dereleri HES’lere kurban verilecekti.

İşte aslında bu hukukta tam da senin dediğin gibi bize “doğanın efendisi değil, yalnızca bir parçasıyız” sözünü bir kez daha hatırlatıyor.

“Lafun Aykirisi”, Doğu Karadeniz bölgesinde doğa ve yaşam hakkı mücadelesi veren dört farklı kadının hikâyelerinden oluşan bir video-röportaj serisi. Sadece Melahat Ertaş Alişan’ın söyledikleri bile Karadenizli kadınların doğayla kurdukları bağ ve ilişki biçimi hakkında düşünecek çok şey bırakıyor. Diğer bölümlerde bizi neler bekliyor, kısaca bahsedebilir misiniz?

“Lafun Aykirisi” bir yandan da bir fikri takip projesi. Doğu Karadeniz’de öne çıkan mücadelelerin öne çıkan insanları bu kadınlar. Öyle ya herkes paylaştı “Havva Ana”nın “Devlet kimdur?” lafını. Ama o kadının isminin gerçekte Rabia olduğunu ve neden kendisine Havva dendiğini pek kimse bilmedi. İşte Rabia Ana’dan hem o günleri hem neden kendisine Havva dendiğini hem de kendi hikâyesini dinleyeceğiz

Son zamanlarda çokça gündeme gelen yerlerden biri olan İkizdere’den Ayşe Baş teyzemiz ile kısa bir zaman içerisindeki hayatındaki değişikliği, hemşehrileri olan Cumhurbaşkanı’nın kendilerine “marjinal” dediğinde ne hissettiklerini, kendisinin Cengiz ile imtihanını konuştuk.

Son olarak da bu seride beni en çok zorlayan yerlerden biri olan Artvin’in çeyrek asırlık mücadelesinin örgütleyicilerinden, Yeşil Artvin Derneği Başkanı sevgili Nur Neşe Karahan ile görüştük. Zorlandım çünkü 25 yıllık bir mücadele deneyiminden bahsediyoruz. Neşe abla söze 94 yılından başlıyor. Doğal olarak da bunu 9-10 dakikaya sığdırmak pek mümkün olmuyor. Elimden geldiğince hem Neşe ablanın yaşadıkların ve Artvin halkının mücadelesini aktarmaya çalıştım. Umarım olmuştur.

“Lafun Aykirisi” her çarşamba Youtube üzerinden yayımlanacak. Fırsat ve kaynak bulursam, bu seriye, Çayeli’nden öteye geçerek, devam etmek istiyorum.

Gündem