Lübnan'da seçim günü: Sandıktan ayaklanmanın sesi çıkabilir mi?

Lübnan'da seçim günü: Sandıktan ayaklanmanın sesi çıkabilir mi?
Lübnan, ekonomik ve siyasi karmaşanın gölgesinde yakın tarihinin en kritik seçimlerinden biri için sandık başında. Anketler neler söylüyor? Ekonomik krizin faturasını kim ödeyecek?

Kavel Alpaslan

Yakın tarihinin en kritik döneminden geçen Lübnan bugün sandık başına gidiyor. Son seçimlerin yapıldığı 2018'den bu yana Lübnan’da başta ekonomi olmak üzere çok şey değişti: 2019 yılında kitlesel sokak hareketleri yaşandı, 2020’de Beyrut limanında büyük bir patlama meydana geldi. Enflasyon son olarak yüzde 200’ün üzerine seyrederken Lübnan lirası büyük değer kaybetti, enerji ve gıda temininde büyük aksaklıklar yaşandı.

Ancak seçimleri ilginç kılan bir diğer nokta, bağımsız adaylara ya da statükoya muhalif seküler partilere ilginin artışı. Kimi anketler mezhepleri temsil eden partilerin haricinde bağımsız/seküler grupların seçimlerde ciddi oranda oy olacağını söylüyor. Dolayısıyla ülkenin mezhebe dayalı yapısının değişimi için adım atılabileceği ve bu değişimin ihtimali tartışılıyor.

Peki gerçekliği mümkün mü? Anketler neler söylüyor? Ekonomik krizin faturasını kim ödeyecek? Bu sorulara Hakkım İçin (Li Haqqi) hareketinden Adham Hassanieh ve Devlette Yurttaşlar (MMFD) partisinden Rania Masri ile yanıt aradık. Fakat önce, son dönemde yaşananları ve ülkedeki siyasal/mezhepsel düzeni kısaca özetleyelim.

NELER OLDU?

Ekonomik sorunları ilk sıraya yerleştirerek söze başlamak gerekiyor. BM verilerine göre Lübnan’daki yoksulluk oranı yüzde 78’i bulmuş durumda. Halihazırda gıda tedarik sorunları yaşayan ülke son olarak Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte iki büyük tahıl ithalat kaynağını da kaybetti.

Merkez Bankası geçtiğimiz haftalarda ‘iflasını’ ilan etti. Buna rağmen hükümet iflasın söz konusu olmadığını dile getirdi. Ekonomik krizden en çok etkilenense enerji sektörü oldu. Her zaman Lübnan’daki günlük yaşamın parçası olan elektrik kesintileri, enerji kriziyle birlikte katlanılamaz bir hale geldi.

2019 yılında 218 kişinin ölümüyle sonuçlanan Beyrut Limanı patlaması, ülkede hem ekonomik hem de siyasi yaralar açtı. Patlama hakkında soruşturma devam ederken yargıya baskı yapıldığı yönündeki iddialar farklı grupları karşı karşıya getirdi ve gerilim kısa süre süren silahlı çatışmalara dönüştü.

SEÇİM SİSTEMİ VE SİYASAL KRİZ

Ülkenin en büyük siyasi sorunlarından biri ise ‘mezhebe dayalı sistem’ olarak dile getiriliyor. cumhurbaşkanının Hristiyan, başbakanın Sünni ve meclis başkanının Şii olmak zorunda olduğu Lübnan’da meclis sandalyeleri ve seçim bölgeleri de mezheplere göre bölünmüş durumda.

Söz konusu düzenin geçmişi oldukça geriye gidiyor. Ülkedeki son resmi nüfus sayımı 1932 yılında yapılabildi. Bundaki en büyük neden etnik ve dini dağılıma dayanan sistemin eskimiş dengesine yaslanarak statükoyu bozmamak.

Bugünkü parlamentoda hükümetin de muhalefetin de ezici çoğunluğu etnik ya da dini mezhebe dayalı partilerden oluşuyor. Bu tablonun radikal bir şekilde değişmeyeceğini savunanlar çoğunlukta olsa da, önümüzdeki seçimlerin yeni bir gücü karşımıza çıkartabileceği de tartışılıyor.

Beyrut merkezli Fransızca yayın yapan L’Orient Le Jour gazetesinin anketine göre Lübnan’daki seçmenlerin yüzde 25,7’si tercihini bağımsız adaylardan yana kullanacak. Bununla birlikte yüzde 14,7 ile birinci parti olması beklenen Hizbullah’ın ardından seçmenlerin yüzde 12,3’ünün 17 Ekim 2019 ayaklanmasıyla güç kazanan partilere yöneleceği tahmin ediliyor. Dolayısıyla Lübnan siyasetinde farklı aktörlerin daha görünür olma ihtimali konuşuluyor.

‘SEÇİMLERİ AŞAN YOL HARİTASI’

Lihaqqi hareketi Lübnan’da statüko partilerinden daha farklı bir hat çiziyor.

Önümüzdeki seçimlerin ‘Lübnan halkının mezhepçi sisteme karşı çıkıp oligarklara ve neoliberal politikalara karşı gelebilmesi anlamında önemli olduğunu’ söyleyen Hassanieh, "Sağlık, barınma ve doğru bir eğitim politikası gibi temel altyapı hizmetleri sağlanmadan bu neoliberal politikalar geçtiğimiz on yıllar boyunca zenginlerin yararı için işledi. Ayrıca bankacılık sektöründe yaşanan eşi benzeri olmayan soygun ve 4 Ağustos [Beyrut Limanı] patlaması, mevcut sistemin ve oligarkların her istediğini sorgusuz sualsiz yapabilme kabiliyetinin apaçık örnekleriydi" diyor.

hassanieh-001.jpg
Adham Hassanieh

Lübnan’da büyük bir kesimin değişim arayışında olduğunu söyleyen Hassanieh ‘yükselişe geçen partilerin, ayaklanma sonrası devleti belirleyecek olan sosyo-ekonomik paradigma üzerine daha fazla çalışması gerektiğine’ dikkat çekerken, seçimleri aşan, daha uzun vadeli bir yol haritasının inşa edilmesinin bir zorunluluk olduğunu vurguluyor.

'KRİZİN SORUMLUSU ‘DEVlET’ DERSEK HESABI HALK ÖDER'

MMFD de ülkedeki mezhepçi siyaset hattına karşı çıktığını söyleyen bir parti. MMFD’den Rania Masri seçimlerin kendileri için bir amaç değil, araç olduğunu söyleyerek sandığın ötesinde bir yorum getiriyor: "Seçimlerin öneminden bahsederken öncelikle seçimlerin ne için yapıldığını anlamamız gerekiyor. Dünyada hükümetler iktidarda kalmak için ve dolayısıyla toplumsal meşruiyet için seçim düzenlerler. Böylece içeride kazanılan meşruiyet aynı zamanda dışarısı için de geçerli olur.

rania-masri.jpg
Rania Masri

Bu bakış açısıyla seçimleri ele alınca, seçimleri şiddet içermeyen bir meydan okuma sahnesi olarak da yorumlayabiliriz. Siyasi iktidara meydan okuma alanlarından sadece bir tanesidir, tek yer değildir. Bunu kavramak kilit öneme sahip. Parlamentoda olmak hiçbir şeyi değiştirmeyeceği için seçimlere bel bağlamayı düşünmüyoruz. Parlamentoyu amaç değil araç olarak değerlendiriyoruz."

Bununla birlikte Masri, partisinin Lübnan’ın 15 bölgesinde de seçime giren tek parti olduğunu, bunun ülke tarihinde bir ilk olabileceğini söylüyor: "Tüm mezhepçi partiler ve sözde muhalif partiler belirli bir bölgede seçime giriyorlar. Bu nedenle diğerleriyle koalisyona girmek zorunda kalıyorlar ve genellikle sonuç anlaşmazlık oluyor. Biz tüm bölgelerde seçime giriyoruz çünkü ulusal bir bakış açısının uzlaşıda gerekli olduğunu düşünüyoruz."

Lübnan’da ekonomik krize dair en çok konuşulan konulardan biri de ‘hesabı kimin ödeyeceği’.

Kimileri sorumlu olarak ‘devleti’ gösterse de Masri, ‘bankerleri kişisel olarak sorumlu tuttuklarını’ dile getiriyor: "Biz kimi muhalefet partilerinin öne sürdüğü üzere devletin sorumlu olduğunu reddediyoruz. Çünkü devleti sorumlu tutmak, krizin faturasını halka ödetme niyetinde olmak demektir -ki bu çok adaletsiz ve çok haksız olacaktır. Herkesi kapsayan sağlık güvencesi, kamusal ulaşım, güçlü ücretsiz eğitim ve farklı ve ilerici bir vergilendirme modeli ile barınmayı mümkün kılmak istiyoruz. Eğer bu kişileri sorumlu tutarsak, ülkede hâlâ bulunan imkanlar ile tüm bunları ile yapabileceğimize inanıyoruz."

MEZHEPÇİ SİYASETTEN KOPUŞ MÜMKÜN MÜ?

Lübnan’da özellikle son dönemde mezhepçi düzenin değişimini talep eden hareketlere, kesimlere daha sık rastlansa da statükoyu oluşturan mezhep temelli partilerin kökleri oldukça derine gidiyor. Ülkenin şiddetli geçmişinde sivrileşen uçlar, kır-kent ayrımının büyüklüğüyle birlikte mezhebi siyasetin dayandığı temeli daha da görünür kılıyor.

Hassanieh, "Eğitimden sosyal hayata, ekonomiden siyasete hemen hemen her alanda etkisini hissettiren mezheplere dayalı düzenin değişimi gerçekten mümkün olabilir mi?" sorusuna, söz konusu partilerin gücünü nereden aldıklarını inceleyerek yanıt veriyor:

"Bu seçimden beklentileri iyi yönetmek gerekiyor. Toplumun dinamiklerine yoğunlaşılmalı. Mevcut mezhepçi partilerin nasıl kendilerini devlet ve toplum arasında bir arabulucu olarak dayattığını anlamak gerekiyor. Bu partiler kendini ‘halkın toplumsal olarak korunması ve konumunu güçlendirmesi için eksenindeki biricik elementmişçesine’ var ediyor.

Bu konum mevcut partileri sadece güçlü kılmakla kalmıyor, aynı zamanda hâlâ mezheplerin tek meşru savunucuları olduklarına dair inşa ettikleri siyasi söylem toplumdaki mezhepsel kutuplaştırmayı körüklemelerine neden oluyor. Bu nedenle değişimin aşamalı olduğunu düşünüyoruz. Laikliğe, toplumsal adalete, adem-i merkeziyetçiliğe dayanan bir siyasi örgütlenmeye ihtiyacımızın olduğu kanısındayız."

‘KENDİNE ‘MUHALİF’ DİYEN HERKES MUHALİF DEĞİL’

Masri ise Lübnan’da insanların ‘temel insan haklarına sahip olduktan sonra haysiyet sahibi bir yaşama geri dönmek istediklerini’ aktarsa da, bunun illa ‘mezhepçi düzeni değiştirip mezhepçi partilerden muaf tutulmayı talep ettikleri’ anlamına gelmediğini söylüyor: "Ülkedeki hatırı sayılır Lübnanlının bu yolsuz düzene hâlâ tutunuyor oluşunu, daha önce farklı bir sistemi keşfetmemiş, haberdar edilmemiş ve efendilerinin masasından arda kalan kırıntılarla yetinmiş olmalarıyla açıklayabiliriz diye düşünüyorum."

Öte yandan Lübnan’ın siyaset sahnesinde artık sıkça ‘mezhepçi siyaset karşıtı’ olduğunu dile getiren herkesin ‘muhalif’ olarak değerlendirilmemesi gerektiğini söyleyen Masri, ‘çoğunun bir şekilde mezhepçi partilerle ya da bankerlerle ilişki halinde olduğunu” öne sürüyor.

İYİMSER VE KÖTÜMSER SENARYOLAR

Peki sandıktan çıkacak farklı sonuçların yaratacağı ihtimalleri nasıl değerlendirmek gerekiyor? Seçim sonucuna göre Lübnan radikal bir değişimle karşılaşabilir mi? Ya da ülkenin ekonomik ve siyasi gidişatı daha kötüye gidebilir mi?

Hassanieh, kendileri için en iyi senaryonun ‘ilerici ve halkların haklarından yana programı benimseyen onlarca bağımsız ve yeni kurulan parti adayının kazandıkları sandalyelerle oluşturacağı bir blokla karşılaşmak’ olduğunu söylüyor ve ekliyor: "İkinci en iyi senaryo ise iktidardaki oligarklara karşı oy veren büyük bir insan grubuyla karşılaşmak ve böylece Lübnan’daki muhalefetin gücünü ölçmek. En kötü durum senaryosu ise, mevcut statükonun devamıdır."

Masri de en kötü senaryonun ‘hali hazırda mevcut olan düzenin devam etmesi’ olduğunu ifade edip mevcut düzen tanımını biraz daha genişletiyor: "Bu mezhepçi siyasi partilere verilen destek gibi sahte muhalefetin iktidara taşınması anlamına geliyor. Kendini muhalefet olarak sunan ancak gerçek muhalefet olmayan bireyleri iktidara taşımak, mezhepçi partilerin iktidarı sürdürmesinden çok daha fazla sorun yaratacaktır."

Böyle bir durumda Lübnan’daki sorunların daha da derinleşeceği yönünde uyarıda bulunan Masri, "Bu seçimlerin siyasi düzeni değiştirmeyeceğini unutmada, bugünkü sistemin mezhepçi liderler ve onları destekleyen bankerlerle devam etmesi durumunda hiçbir zaman özelleştirilmemesi gereken şeyleri özelleştirmeye devam ederek elimizde kalan ulusal kaynaklarımızı da satmış olacağız. Bu durum da ülkeyi daha fazla iflasa sürükleyecek ve daha fazla insan göç etmek zorunda kalacak” sözleriyle öngörülerini paylaşıyor.

Buna karşın konuşmasını şöyle sonlandırıyor: “Son olarak altını çizmek isterim ki seçimler değişimi önümüze koymuyor, seçimlerin devrimci bir anlamı yok. Seçimleri sadece siyasi örgütlenmenin bir adımı olarak görüyoruz."

Abone Ol

İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.

Özel Haber