Mücella Yapıcı: Benim 18 ay yatmam o sekiz çocuğun acısıyla ölçülmez

Mücella Yapıcı: Benim 18 ay yatmam o sekiz çocuğun acısıyla ölçülmez
Gezi davasında çok büyük haksızlığa uğradıklarını söyleyen Mücella Yapıcı, “Çıktığımı anlamadım. Bir kere ben bu şekilde çıkmaktan çok sinirliydim. Hiç böyle istemezdim. Hakarete uğramış hissediyorum kendimi. Bunu kim, nereden nasıl alırsa alsın” dedi.

Gezi davasında 18 ay cezaevinde kaldıktan sonra Yargıtay kararının ardından tahliye edilen Yüksek Mimar Mücella Yapıcı, Gezi Parkı eylemleri sürecinde yaşananları, öncesinde yürüttükleri mücadeleyi, cezaevinde yaşadıklarını anlattı.

T24’den Murat Sabuncu’ya konuşan Yapıcı, Yargıtay’ın onama kararında geçen “Gezi Parkı eylemlerinin toplumun anlık hareketi değil de iki yıl öncesinden çalışmaları başlatılan planlı kalkışma hareketi olduğunu düşünüyoruz” ifadelerine tepki gösterdi.

“Yargıtay’ın burada söylediği o iki sene doğru fakat ‘kalkışma’ kısmı tamamen hayal ürünü” diyen Yapıcı, Taksim’e Topçu Kışlası projesiyle başlayan mücadelelerini anlattı.

Projenin detayları ve buna karşı yürüttükleri çalışmaları anlatan Yapıcı, “Bu iş benim sadece gönüllü yaptığım da bir iş değil. Ben buradan hayatımı kazanıyorum. Profesyonel çalışıyorum ben. Tabii gönüllülük, amatörlük, inanma; bütün bunlar var ama bu bir profesyonel bir iş, benim işim bu. Plancı, yüksek mühendis mimar… Ve bunu seçtim. Bıraktım serbest mesleği, bunu yapıyorum. Ayrıca İstanbul benim memleketim. Annem mamamı bana Taksim Parkı’nda yedirmiş. İnci Pastanesi’nde anneannemle oturup supangle yemişim. İlk filmimi babamla Emek Sineması’nda seyretmişim. Bir yandan işimi yapıyorum, bir yandan kendi hatıralarımı, memleketimi koruyorum. O kadar meşru yaptığımız iş” diye konuştu.

“Kalkışma var ise o hükümetin kendi kalkışmasıdır”

Yapıcı, kalkışma iddiasına şöyle yanıt verdi: “İki yıl, evet iki yıl boyunca ve her zaman. Biz ne kalkışması yapmışız? Aksine, iki yıl boyunca biz bu iktidara, ‘Bu kötülüğü bu şehre yapmaya kalkışmayın, bu cinayeti işlemeye kalkışmayın’ diye hem hukuki yollarla hem de her alanda itirazımızı dile getirdik. Biz şehre karşı yapılan bu kötü kalkışmayı durdurmaya çalıştık. Hocalarımızla, bu konudaki uzmanlarla birlikte buna kalkışmasınlar, bu yere kıymasınlar diye uğraştık. Gezi’yi, o güzelim Gezi’yi, hâlâ barışçı davranmayı başaran insanlarla korumaya çalıştık. Halkın o güzelim duygularını ortaya çıkaran bir dayanışmayı ortaya koyduk. Kalkışma var ise o hükümetin kendi kalkışmasıdır. Ve o kalkışma öyle iki senelik de değil; 80’lere dayanan bir kalkışmadır o.”

Yargıtay kararında “Gezi Parkı eylemleri sürecinde yaptıkları provokatif paylaşımlar ve eylem çağrıları ile eylemcileri tahrik ederek şiddet olaylarının tırmanmasına neden olan” olarak ifade edilen Taksim Dayanışması’nın kuruluş süreci ve çalışmalarını da hatırlatan Yapıcı, Dayanışmanın demokratik bir yapı olduğunu vurguladı.

“Toplantıların üçte biri sivil polisti”

Yapıcı, “Çok uzun toplantılar oldu. Hatta o kadar açık ki toplantılar, bence toplantının üçte biri de sivil polisti. Yani devlet hiç demesin ki, “Kapalıydı, kalkışmaydı.” Hayır efendim. Öyle kalkışma mı olur Allah aşkına? Kozmik odası yok, üstte bir lideri yok. Bu kadar eşit koşullarda karar alınıyor. Asla şiddet yok. Oylama şiddeti bile yok. Onun için Dayanışma toplantıları gerçek bir demokrasi deneyimiydi” diye konuştu.

“İnsanları bir ağacı korumaya çağırmak kalkışma mıdır Allah aşkına”

Yapıcı, “şiddet” iddiasına ise şöyle yanıt verdi:

“Neymiş o? Allah aşkına hangisiymiş? Peki, varmış da niye ben bundan daha önce beraat ettim? Varmış da niye bu süreçte iki kere beraat ettik? Niye benim beraatim kesinleşti o zaman? Niye devlet temyiz etmedi, ilk beraatim kesinleştiğinde? Bakın, bugün beni delil yoksunluğundan bırakıyorlar, değil mi? Ben itiraf ediyorum kardeşim. Evet, Taksim Dayanışması sekreteriyim, sözcüsüyüm. Her lafının arkasındayım. Hangisinde kalkışma çağrısı var? Bana bir tane gösterilsin! İnsanları dayanışmaya çağırmak, insanları bir ağacı korumaya çağırmak, insanları haklarını korumaya çağırmak kalkışma mıdır Allah aşkına? Neresindeymiş? Yargıtay’ın hakimlerine soruyorum: Eğer bu kişiler hukukçuysa, gerçekten evrensel hukuk etiğine uyan, onu da bıraktım vicdanlarına uyan, akıl süzgecinden geçen bir şey varsa bana göstersin lütfen. Yargıtay, benim için gösteremiyor da Çiğdem için göstersin, Mine için göstersin, Osman Kavala için göstersin, Tayfun Kahraman için göstersin, Can Atalay için göstersin! Allah rızası için bir tane göstersin... Yok!”

Gezi Parkı’na ilk dozerler geldiğinde kendisinin Mimarlar Odası’nda toplantıda olduğunu, haber gelmesi üzerine parka gittiğini anlatan Yapıcı, orada yapılan işlemin tümüyle hukuksuz olduğunu, Koruma Kurulu Başkanını parka getirdiğini ve onun da bu işlemin raporda yer almadığını söylediğini aktardı.

Ağaca neden sarıldı?

Buna rağmen dozerlerin ağaçları kesmeye çalıştığını belirten Yapıcı, Gezi Parkı’ndan hafızalara kazınan ağaca sarılma anını ise şöyle anlattı:

“Sonra birdenbire 30 tane adam çıktı karşımıza. Üzerlerinde herhangi bir belediye üniforması falan yok. Sonra belediye gömlekleri giydiler, onların önüne gaz ekibi geldi, oradaki çocuklar onları itiyor, onlar gaz sıkıyor. O arada dozer hareket etmeye başladı. Bir ara gazeteci arkadaşım benim çantamı aldı öbür tarafa gitti, ben oturuyorum pankartların üzerinde. Aldılar beni böyle salladılar, salladılar, salladılar, küt 1,5 metre öteye attılar. Neyse ki kiloluyum, Allah'a şükür bir yerime bir şey olmadı. Şimdi atsalar tek kemiğim kalmaz. Ben kalktım. O arada gaz atıyorlar fişeklerle. O arada bir ağaca sarılmak için fırladım. Niye diyeceksin. Çünkü dozer oraya kadar gelmiş, elini böyle uzatmış. Orada parka verilen suyla, parka verilen elektrik aynı yerden geçiyor. Dozerci oraya elini attığı anda önce dozerci ölecek ve çarpılacak, alttan da dozere yapışan bizim çocuklar gidecek.

Ben nasıl sarıldıysam ağaca, o sırada üç tüp gazı benim 20 santimden ağzıma burnuma sıktı polisler. Ondan sonra ben iflah olmadım; KOAH ve mide kanaması, ki hâlâ uğraşıyorum. Bu bütün buralar uçuk gibi; yemek borusu yırtılmış, ambulansla hastanelere götürdüler. Böyle bir durum… Şimdi biz mi şiddet uygulamışız, öyle mi?

“Sekiz çocuğumuzu kaybettik biz”

Bak, o çocukların uğradığı şiddette Volkan Kesanbilici gözünü kaybetti. Sade gözü mü gitti; gözüyle birlikte çocuğun hayatı gitti! Bak, 45’i aşkın kişi gözünü kaybetti. Bu kişiler sadece bizim bulabildiklerimiz… Bir sürü insanın vücut bütünlüğü bozuldu. Ben hâlâ o gün başıma getirilen sağlık sorunlarıyla yaşıyorum. Ölebilirdim, ölmedim. Belki de inadına ölmedim, bilmiyorum. Bütün bunlar oldu. Sekiz tane çocuğumuzu kaybettik biz. Büyük acılar... Canımız yanıyor bizim, kaybettiğimiz gencecik çocuklarımızın ismini duyduğumuzda. Çocuklarımızın acısını ömür boyu yaşayacağız aileleriyle birlikte.

Bu büyük acılar bizi büyük bir aile yaptı. Daha nicelerini unutuyoruz bazen. Örneğin Metin İstif’i; adını bile öğrenemediğimiz, gazdan sonra kalp krizi geçiren insanları… Bütün bunları da bırakın, hâlâ o ailelerdeki travmaları düşünün. “Şiddet” öyle mi! Bir de utanmadan, uyguladığı şiddet nedeniyle Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüne neden olan polis, mağdur olduğu için şikâyetçi oluyor. Öbür taraftan iktidar hukuku, çekmediği bir film nedeniyle Çiğdem’i şiddetle suçluyor. Çıldırmak işten değil…

Ya Mine ne yapmış? Osman Kavala’yla beş defa telefonda konuşmuş. Eee? Can ve Tayfun ne yapmış? Herkesin katıldığı, son derece legal, açık bir toplantıya katılmışlar. Ne olmuş yani? Bana “Gezi’nin sponsoru” diyor ya, ben nasıl sponsor olacağım? 2001’de batmışım, üzerimde bir metrekare mülkiyet yok. Ben 72 yaşında kadınım, hâlâ çalışmak zorundayım. Nasıl Gezi’ye sponsorluk edeceğim? “Gezi’nin sponsoru” ne demekse! Osman Kavala ne yapmış Allah aşkına? Teyzeler evde yaptıkları zeytinyağlı dolmaları, pastaları, börekleri parka getiriyordu. Osman Kavala ne yapmış? Üç poğaça, iki sandalye vermiş. Bu ne yahu? Adam yedi senedir yatıyor. Şöyle açık açık hepimize söyle, “Yahu benim Osman Kavala’yla şöyle bir derdim var” de. Niye bahane ediyorsun? Kavala’ya hiçbir şey bulamadın, “Gezi” dedin, “ajan” dedin, “finansör” dedin.

“Çıplak aramayı itiraf ettim diye peşime düştüler, evimi değiştirdim”

Beni nasıl çıplak ararsın 62 yaşında ya! “İşkence” diye benim davam sürüyor be, ne şiddeti! Hangi şiddetten bahsediyorlar? Ben uğradığım şiddetleri anlatayım mı onlara? O çıplak aramayı itiraf ettim diye psikolojik şiddete uğradım, evimi değiştirdim, peşime düştüler. “Bu kadın bu yaşta iç çamaşırından bahsediyor, bilmem kaç yıldır bunun kimsesi yok, bir köşede kıstıralım” diye. Hangi şiddetten bahsediyorlar?”

“Bakırköy Cezaevi açılırken mimari değerlendirme raporunu hazırlamıştım, o dönem söylediğim bütün hataları deneyimledim”

Bakırköy Cezaevi’nde yaşadıkları hak ihlallerini, mağduriyetleri de anlatan Yapıcı, “İşin ilginç tarafı bu hapishane açılırken Türkiye’nin ilk kadın cezaevi olarak projelendirildi ve açıldı. O dönemde modernizasyon projesinde Bakırköy Cezaevi daha açılmadan mimari değerlendirme raporunu hazırlamıştım. Ve o dönem söylediğim bütün hataları girdim ve deneyimledim” diye konuştu.

Yapıcı, şöyle devam etti:

“Örnek vereyim. Alaturka tuvalet mesela. Yaşım ve hastalıklarım sebebiyle oturup kalkamıyorum. Tuvalete girdiğimde bir çöp torbasını seriyordum yere, emekleye emekleye kapıya kadar gidip kapının koluna tutunup kalkabiliyordum. Böyle bir eziyet. Yazdım, çizdim, çözüm olarak plastik bir sandalyenin ortasını deldiler, onu verdiler. Kuburu ayarlayıp otur oradan yap. Bu olacak iş mi? Ben bunu nasıl kullanayım? Birisi denesin. Ha bu şu işime yaradı, önüme koydum, ona tutunup kalkıyordum. Ama bununla uğraşılır mı Allah aşkına? Ben yaşlandığımı ve yaşlı bir kadın olduğumu hapishanede anladım. Daha birçok problem var cezaevlerinde.

“Bundan sonra hapishanede yaşlı kadın olmak ne demek, onunla uğraşacağım”

Örneğin, çocuklar beşikten çıktıktan sonra 6 yaşına kadar annelerinin koynunda yatıyorlar tek kişilik yatakta. İnfaz memurlarının çalışma koşulları da ayrı bir felaket. Zaten hapishanenin mimari veya ergonomik koşullarında F tiplerinde falan uğraşmış bir mimarım ama bundan sonra hapishanede yaşlı kadın olmak ne demek, onunla uğraşacağım. Önceliğim bu. Çünkü asansöre binemiyorsunuz, asansörler sürekli arızalı. Gençler iniyor, çıkıyor ama orada o kadar çok sadece yaşlı da değil hasta kadın var ki… Hamile kadın var, engelli kadın var. Ama hiçbir tedbir yok.”

“Ben çıkmıyorum, dedim. Zira, orada kaldığımız her gün çok ciddi bir suç”

Tahliyesine çok sinirlendiğini de ifade eden Mücella Yapıcı, o günü şöyle anlattı:

“Çıktığımı anlamadım. Bir kere ben bu şekilde çıkmaktan çok sinirliydim. Hiç böyle istemezdim. Hakarete uğramış hissediyorum kendimi. Bunu kim, nereden nasıl alırsa alsın. Anlamadık biz! Yargıtay’ın ilk tebliğnamesinde “delil bulunamadı” dendiği anda benim bazı avukatlarım ve çocuklarım “Bir tahliye dilekçesi vermemiz gerekir” dediler çıkmam için. Reddettim. Sonra yaşlılık ve hastalık üzerinden gelindi bana. Ben zaten hastaneye gitmeyi reddediyordum. Birkaç kere bu müdüriyet hastaneye götürüyor ya, en son yaşlıları çıkarıyorlar falan… Çarşamba günü infaz savcılığının talebiyle hastaneye götürmek istediler. Yine reddettim. Ancak perşembe akşamı gelip, “15 dakika içinde hazırlan, çıkıyorsun” dediler. Benim ilk tepkim çocuklarıma karşı oldu. Beni dinlemediler zannettim, çünkü bilmiyoruz hüküm verildiğini. Zannettim ki, gittiler tahliye dilekçesi verdiler ve bu nedenle çıkacağım.

“Ben çıkmıyorum” dedim. Zira, bizim, hepimizin orada kaldığımız her gün hukuk devleti adına işlenmiş çok ciddi bir suç. Bunun karşılığı da öyle tahliye falan değil, hepimiz için kesin ve derhal beraat olmalıdır. Ne hissettiğimi size şöyle anlatayım: 2013’te ben çocuğumla birlikte gözaltına alındım. Gözaltı süremiz 4 gün uzatıldı. Bir gece önce sağlığım nedeniyle beni bıraktılar ve benim çocuğum, öz evladım içeride kaldı. Ben kıyameti koparttım, “Çocuğumu burada bırakıp çıkmıyorum” dedim. O gün ne hissettiysem, aynısını hapishanede Mine ile Çiğdem’i bıraktığımda hissettim. Bu kadar basit söyleyeyim size. “Bu politik” deyin, “Apolitik” deyin, ne derseniz deyin. Hissettiğim bu. Çok büyük bir haksızlığa uğradı herkes. Zaten bir haksızlık süreciydi. Tabii ki çocuklarıma kavuştum, bu bambaşka bir şey fakat kendimi özgür hissedemiyorum. Hep dışarıdakiler diyordunuz ya siz, burada dışarıda da bir hapishane var diyordunuz. İçerideyken biz azıcık kızıyorduk ama yok, çok haklıymışsınız. Çünkü içeride yapabileceklerimizin sınırı vardı ama şimdi sanki çok şey yapmam gerekiyor, çok vebal var ve ben hiçbir şeye yetemiyorum, çok fazla engelim var gibi geliyor.

“Onlar utanmıyorsa bu hukuksuzluktan, ben gider yatarım”

Biliyorsunuz sağlık engellerim var. Bunlar beni çok yordu. Ben zaten beraat filan ettirilmedim bu arada. Çok komik bir şekilde 2911’den, yani izinsiz gösteri yürüyüşünden yargılanacağım. Ama der mi mahkeme, “Kardeş kusura bakma, ben direniyorum, bu arkadaşı tekrar alalım?” Der mi, der. Başım gözüm üstüne, buyursunlar. Onlar utanmıyorsa bu hukuksuzluktan, ben gider yatarım. Çünkü benim 18 ay yatmam, 18 yıl yatmam, o sekiz çocuğun acısıyla ölçülmez. Kaybolan göz nurlarıyla ölçülmez. Onun için çok da dert değil bana.

“Öyle göstermelik değil sahiden dayanışma”

Sonuçta burada mesele bence toplumun adalet talebinin yoğunluğu. “O’cu bu’cu şu’cu” demeden, gerçekten evrensel hukuk, adalet ve iyi insanlık seviyesinde bir birlik gerekli. Ben ölçümü artık iyi insanlığa kadar indirmiş bulunuyorum. İyi insanlar var, kötü insanlar var. Anlatabiliyor muyum? Buraya kitlendiğimiz zaman hep beraber ve inanın “dayanışma” denilen şeyi fark edersek -öyle göstermelik dayanışma değil ama- sahiden aklımızla, fikrimizle, gönlümüzle, kendi dükkanımızın derdine düşmeden… Bu neoliberal ideolojik kirlenme hepimizin beynini kilitlemiş. O kilitleri çözmeden Mine’yle Çiğdem çıkar, Tayfun çıkar, sen girersin, Fikret girer, Ahmet girer; bu böyle gider…”

“Sevgi çemberi beni utandırıyor, ben işimi yaptım”

Etrafında “inanılmaz bir sevgi çemberi” olduğunu söyleyen Yapıcı, “Bu beni utandırıyor. Utanıyorum. Çünkü ben işimi yaptım, ben hiç özel bir şey yapmadım. Yapmam gereken herkesin yapması gereken. Fikret’in yaptığı, herkesin yaptığı, sizin yaptığınız… Siz bedel ödemediniz mi? İşini iyi yapan herkesin ödediği bedeli ödüyorum. Bu kadar… Böyle iltifata mazhar olmak, bu kadar sevgiye mazhar olmak doğrusu beni utandırıyor. Ha, bu yaşımda mutlu etmiyor mu, ediyor. Şımarmamaya çalışıyorum” diye konuştu.

Davada yargılananlar ve aileleriyle büyük bir aile olduklarını söyleyen Yapıcı, “Biz çok fazla kişiyiz. İnanın, düşündüğümüzden çok kalabalığız. Bugün iktidar hukukunun mahkûmu olan ve cezaevlerinde hukuksuz bir şekilde tutuklu ya da hükümlü olarak rehin tutulmakta olan arkadaşlarımız da yanımıza gelince çok daha güçlü ve kalabalık olacağız. Ama önce toplum olarak bunu can-ı yürekten ve korkusuzca talep etmeliyiz” diye konuştu. (Kısa Dalga)

Gündem