Öztrak'tan "pudra şekeri" açıklaması
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Artık önüne gelen Erdoğan şahsım hükümetini tehdit ediyor. Erdoğan içeride millete esip gürlüyor, kaplan kesiliyor, ama dışarıda uysal kedi oluveriyor. Sürekli tehdide açık bir yönetim, ülkemizin çıkarlarını ve ulusumuzun menfaatlerini koruyamaz. Koruyamıyor da zaten” dedi. Öztrak, otomobilde uyuşturucu madde kullanırken görüntüleri ortaya çıkan ve lüks bir yaşam sürdüğü belirtilen AKP çalışanı Hamza Kürşat Ayvatoğlu için de “AK Parti’de genç bir büro elemanı bunları götürebiliyorsa, büronun asıl sahipleri acaba neleri götürüyor?” diye sordu.
CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) CHP Genel Merkezi’nde 12.00’de toplandı. CHP Sözcüsü Faik Öztrak, MYK'nın ardından CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi. Faik Öztrak’ın konuşmasından satır başları şöyle:
MİLLETİN VE 600 VEKİLİN İRADESİNİ YOK SAYDI: Saraydakiler için artık yasa dışı yoktur. Çünkü saraydakiler, tek bir imzayla kaldıramayacakları yasa, uluslararası sözleşme olmadığını düşünüyorlar. Utanmasalar TBMM’yi de kapatacaklar. Son birkaç haftada yaşadıklarımıza bakmak bile, ülkenin nereden nereye savrulduğunu görmek için yeterli. Erdoğan bundan 10 yıl önce, TBMM’de oy birliğiyle kabul edilen ‘İstanbul Sözleşmesi’nden’, tek bir imzayla ülkeyi çıkarmaya karar verdi. Ne Anayasa, ne insan hakları, ne de ahde vefa dinledi. Ucube vesayet rejiminde, tek bir kişinin iradesi, koskoca bir milletin ve 600 milletvekilinin iradesini yok saydı. Ülkemiz tek bir imzayla; hem de Anayasa’ya rağmen insan haklarına dair bir uluslararası sözleşmeden çıkarıldı. Bugüne kadar olmayan oldu. Türkiye, insan hakları açısından sözüne güvenilmez, riskli ülke konumuna sürüklendi. Medeni dünyada hızla irtifa kaybediyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin amacı, kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti engellemek… Böyle bir sözleşmeden tek bir imzayla çıkmak en çok kimi cesaretlendirir? Elbette kadın ve çocuk katillerini... Son bir haftada 9 kadın cinayete kurban gitti.
SORUMLU ERDOĞAN: Ben gencecik iki kadına değinmek istiyorum. Biri İzmir’de 17 yaşında, aslında çocuk. 5 aylık hamile Sezen Ünlü. Diğeri, Aydın’da 31 yaşında, bir çocuk annesi, sağlık teknisyeni Necla Demirbaş. Bu iki gencecik kadının gülüşleri, gelecek hayalleri, umutları, hayatları, adına dini nikâhlı eş ve erkek arkadaş denen caniler tarafından ellerinden alındı. Sezen Ünlü’nün gözü yaşlı babası, kaybettiği evladının ardından ‘daha önce darp raporu alıp, şikâyetçi olmuştuk, ama gereken yapılmadı’ diye haykırıyor. Şahsım hükümeti ne Sezen’i ne Necla’yı koruyabildi. Peki, bu ülkeyi kim yönetiyor? Yetki kimde, sorumlu kim? Elbette Erdoğan.
İŞLENECEK HER CİNAYETTEN ERDOĞAN’I SORUMLU TUTACAĞIZ: Yargı ve TBMM’den sonra sıra, aile kurumunu, kadınları, çocukları vesayet altına almaya geldi. İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılırken, Erdoğan’a ilham kaynağı olan örümcek kafalı yandaşları, şimdi çıkmış; ‘İstanbul Sözleşmesi yetmez, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da değişmeli’ diyerek, el yükseltiyorlar. Çünkü cin şişeden çıktı bir kere. Erdoğan cini şişeden kendi elleriyle çıkardı. Biz bu nedenle, bundan sonra aile içi şiddete maruz kalan her kadın, her çocuk ve işlenecek her kadın cinayetinden, Erdoğan’ı sorumlu tutacağız.
ŞENTOP SÖZLERİNİ TEVİL ETMEYE ÇALIŞTI AMA TESTİ BİR KERE ÇATLADI: İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması süreci, TBMM üzerindeki vesayetin ortaya dökülmesi bakımından da ibretliktir. Yaşananlar TBMM’nin milli iradeye sahip çıkan, milletvekilinin hukukunu koruyan bir başkan tarafından değil, sarayın atadığı bir kayyum tarafından yönetildiğini de ortaya koydu. Kayyum Meclis Başkanı’na göre, teknik olarak Erdoğan’ın tek bir imzasıyla, ‘Montrö’den çekilmek’ mümkünmüş… Gerçi Meclis Başkanı bugün sözlerini tevil etmeye çalıştı. Ama testi bir kere çatladı. Eğer bu ülkenin toprak bütünlüğünü ve varlığını sağlayan anlaşmalar, tek bir kişinin imzasıyla yok sayılacaksa, bu Anayasa neden var? TBMM neden var? Sayın Şentop; Montrö’den çıkmak teknik olarak bile ne imkân ne de ihtimal meselesidir. Montrö’den çıkmak, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yeltenmektir. Bunu söylemek, ettiğiniz yemini çiğnemektir.
MECLİS’İN KAYYUM BAŞKANI 1809’DAN BUGÜNE YAŞANANLARA BAKMALIDIR: Nitekim Sayın Şentop’un sözlerinin hemen ardından, yandaş medyada Montrö tartışmalarının açılması ardından da ‘Kanal İstanbul imar planlarının onaylanması’, kesinlikle tesadüf değildir. Erdoğan’ın okyanus ötesinden, Oval Ofis’ten beklediği telefon bir türlü gelmiyor. Erdoğan da o telefon gelsin diye taviz üstüne taviz vermeye hazır görünüyor. Bugün Montrö’den en çok kimin rahatsız olduğu bir sır değildir. Kanal İstanbul’un rantını yandaşlarına ve Katar kraliyet ailesine peşkeş çeken Erdoğan, savaş gemileri için Karadeniz’e stratejik bir suyolu açmanın ülkeye maliyetini hiç düşündü mü? Erdoğan bu girişiminin, bölgede yaratacağı sarsıntıları hesaba katıyor mu? Hiç sanmıyorum. Varsın o koltukta otursun da isterse Türkiye yıkılsın. Koltuğunun bekası, Türkiye’nin bekasından çok daha önemli. Açıkça uyarıyoruz: Türk Boğazları’nın siyasi ve hukuki rejimini tartışmaya açmak, 85 yıldır bir barış gölü olan Karadeniz’in sıcak bir çatışma alanına dönüşmesine kapı aralar. Bu da milletimizin huzur ve refahının, daha da bozulmasından başka bir işe yaramaz. Meclis’in kayyum başkanı, bu haklı uyarıları yapanlara mandacı diyerek hakaret edeceğine, 1809’dan bugüne yaşananlara bakmalıdır. Erdoğan, emperyal güçlerin oyunlarına piyon olmayı içine sindirebilir, ama biz Türkiye’nin âli menfaatlerinin pazarlık konusu yapılmasını içimize sindiremiyoruz. Erdoğan’ın Emevi Cami’nde namaz kılma rüyasının nasıl bir kâbusa dönüştüğünü hep beraber gördük. Montrö’yü iptal etmek, bunun bin beterine yol açar. Ecdadımız Süleyman Şah’ın türbesini düşmana bırakıp, tabutunu sırtlayıp kaçanlara bir defa daha hatırlatırız, Montrö’yü, Lozan’ı tartışmaya açmak, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tartışmaya açmaktır. Bunu aklınızdan dahi geçirmeyin!
ERDOĞAN İÇERİDE KAPLAN DIŞARIDA UYSAL KEDİ: AB Komisyonu hazırladığı ortak bildiride, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, gerilimi artırıcı adımlar atması halinde, sert yaptırımlar uygulayacağı tehdidinde bulundu. AB’nin yaptırım menüsünde neler yok ki… Avrupa Yatırım Bankası’nın faaliyetlerinin sınırlanması, Türkiye’ye seyahat edilmeme tavsiyesi, enerji sektörüne yönelik yaptırımlar, bazı ürün ve teknolojilerin ihracatına yönelik kısıtlamalar. Peki, Erdoğan şahsım hükümetinden, AB’nin bu tehditlerine bir cevap çıktı mı? Hayır! Aynen ABD parlamentosu ‘mal varlığını soruştururum’ dediğinde yapıldığı gibi tehditlerin hepsi yutuldu. Artık önüne gelen Erdoğan şahsım hükümetini tehdit ediyor. Erdoğan içeride millete esip gürlüyor, kaplan kesiliyor ama dışarıda uysal kedi oluveriyor. Sürekli tehdide açık bir yönetim, ülkemizin çıkarlarını ve ulusumuzun menfaatlerini koruyamaz. Koruyamıyor da zaten. Peki, bu ülkeyi kim yönetiyor? Yaşatılan bu zilletin sorumlusu kim? Elbette Recep Tayyip Erdoğan ve onun şahsım hükümeti. Biz işte bunun için ‘ucube tek adam vesayet rejimiyle, bu ülke huzura refaha kavuşmaz’ diyoruz. Çünkü biliyoruz ki ucube tek adam vesayet rejimleri, sadece saraylarıyla, uçaklarıyla, araç filolarıyla, israfıyla, debdebesiyle, şaşasıyla gelmez. Ucube tek adam vesayet rejimleri geldiğinde; hukuksuzluğuyla, keyfi yönetimiyle, dalkavuklarıyla, beslemeleriyle beraber gelir.
BÜRONUN ASIL SAHİPLERİ NELER GÖTÜRÜYOR? : Onların tek davası makam ve mevkidir, nüfuzdur, banka hesaplarıdır, doların yeşilidir, yatlarıdır, katlarıdır, bindikleri spor arabalardır. Bunlar, ‘bakara makara’ diyerek, dinimizle alay ederken, lüks otellerin saunalarında, ‘çamış misali yatarken’, ‘naber fakirler’ diyerek milletimizle alay etmekten çekinmezler. Bu ülkede; pandemide kapatılan işyerlerinde çalışan genç müzisyenler, açlıktan, parasızlıktan yaşamına kıyar, milyonlarca gencimiz işsiz, geleceksiz, anasının babasının eline bakar. AK Partinin büro çalışanının burnu ultra lüks arabalarda pudra şekeriyle dolar. 2014’te Kastamonu Belediyesi’ne, kaynakçı kadrosundan giren bu şahıs, yedi yılda bu zenginliğe nasıl erişti? Bu değirmenin suyu nereden geliyor? AK Parti Genel Merkezi’ndeki bir büro elemanı, bu kadar kısa sürede bu kadar serveti nasıl elde edebildi? Böyle lüks bir yaşamı büro elemanı maaşıyla nasıl sağladı? AK Parti’de genç bir büro elemanı bunları götürebiliyorsa, büronun asıl sahipleri acaba neleri götürüyor? Ve şimdi beylerdeki telaş, acaba neyin telaşı? Olayın üstünü kapatmak için profesyonel kalemler melodram üzerine melodram yazıyor. Olayı soruşturmakla mükellef İçişleri Bakanı da çıkmış, ‘konuyu siyasileştirmek isteyenler var’ diyor. Elbette suçun şahsiliği esastır, ama nüfuz ticaretine konu mekân siyasi bir mekân ise birileri kamu gücünü kullanarak servet ediniyorsa, bu konu tam da siyasetin konusudur. Bugün tüm bunları aydınlatabilecek bir yargı var mı? Olayı tüm boyutlarıyla soruşturacak bir cumhuriyet savcısı var mı? Göreceğiz. Yolsuzluklar, kamu kaynaklarını talan… Ülkede o kadar büyük bir irin, cerahat birikti ki… Kokusu artık arşı sardı.
TCMB BAŞKANI DAHA İLK GÜNDEN, MİLLETİ ÖN YARGILI OLMAKLA SUÇLUYOR: Yeni TCMB Başkanı bugün çıkmış, ‘hemen faiz indirilecek ön yargısı doğru değil’ demiş. Güler misiniz, ağlar mısınız? İnsanın fikri neyse zikri de o olur. Madem faizi hemen indirmeyecektiniz, yazmış olduğunuz gazetede, 200 baz puanlık faiz artışına neden kazan kaldırdınız. Köşenizden ‘faizi indir’ diye bağırdığınız gün, dolar kuru 7 lira 22 kuruştu. Bugün dolar kuru 8 lira 15 kuruş. Avro kuru 8 lira 59 kuruştu. Bugün 9 lira 63 kuruş. Ülkenin risk primi 309 puandı. Bugün 464 puan. 10 yıllık tahvilin faizi yüzde 14’tü. Bugün yüzde 19. Şimdi neden çark ettiniz? Faizi düşürmeyecekseniz, Naci Ağbal’ı neden görevden aldığınızı millete açıklayın. Neden bu kararla milleti yoksullaştırdığınızı anlatın. Ama bakıyoruz bunun yerine, TCMB Başkanı daha ilk günden, milleti ön yargılı olmakla suçluyor. Ne de olsa tek adam vesayet rejimlerinde, millete tepeden bakmak, milleti suçlamak adettendir. Bunlar artık milletin bakış açısını bile beğenmiyorlar.
SALGINDA MİLLETİMİZ BİR BAŞINA BIRAKILDI: Erdoğan’ın şahsım hükümeti salgında, milletimizi canıyla, cüzdanı arasına sıkıştırdı. Salgında milletimizi bir başına bıraktı. Milletimiz büyük fedakârlıklara katlandı ama günlük vefat sayıları yeniden, 150’nin üstüne çıkmaya başladı. Vaka sayıları da 30 bin civarında geziniyor. Aşılamada da işler hala çok yavaş ilerliyor. İki doz aşısı tamamlanan yurttaşlarımızın sayısı, sadece 6,6 milyon. Toplumsal bağışıklık için, 63 milyon yurttaşımızı hızla aşılamamız lazım ve bunun ancak yüzde 10’unu aşılayabildik. Aşı tedarik takviminde ciddi bir sarkma var. Tarih sürekli ileri atılıp duruyor. Bunun sorumlusu kim? Ülkeyi kim yönetiyor? Elbette Erdoğan ve onun şahsım hükümeti. Mart ayının sonuna geldik. Erdoğan, ‘Kısa çalışma ödeneğini son kez, 31 Mart’a kadar uzattık’ demişti. Eğer bir değişiklik olmazsa 1 milyon 300 bin civarında çalışanımız mağdur olacak. Çoğu ya işsiz kalacak ya da günde 47 lirayla ücretsiz izinli sayılacak.
Öztrak, basın toplantısı sonunda basın mensuplarının sorularına yanıt verdi.
"İÇİŞLERİ BAKANI'NIN BU SÖZLERİ İTİRAF"
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Ayvatoğlu için “Bu meseleyi milletvekili olup paylaşanlarla ilgili üzülüyorum. En yakınlarında böyle bir şey çıkarsa ne diyeceğiz” yorumuna ilişkin gelen soruya Öztrak, “İçişleri Bakanı’nın bu sözleri bir itiraf. İşi gücü bırakmış milletvekillerini izletiyor, dinletiyor. Bugüne kadar FETÖ taktikleri dedikleri demek ki AK Parti taktiği imiş. Bu itirafını ihbar kabul edecek bir savcı var mı yok mu göreceğiz. İstifa edeceğini ummuyoruz, ama savcıları göreve davet ediyoruz” yanıtı verdi.
"VEBALİ ERDOĞAN'DA"
AKP Kongresi’ne katılan Kayseri milletvekilinin COVİD’e yakalanmasına dönük soruya Öztrak, “Lokantalar, kafeler kapalı kaldı, esnaf perişan. Tüm bunlar olurken AK Parti lebalep kongre yapılıyor. Bir de ‘yatay çekimle kalabalık göründü’ diyerek milletin aklıyla alay ediliyor. Hani tüm delegelere test yapılmıştı? Bu kongrelerin ardından vaka sayılarının artışındaki vebali Erdoğan’dadır” dedi.
"BU BÜRO ELAMANI HANGİ ÇARKIN DİŞLİSİ"
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ’ın Ayvatoğlu’nun mal varlığına ilişkin “Bir senede yani Genel Merkez’de çalıştığı süre zarfında olduğunu düşünmüyorum” ifadelerini kullanmasına Öztrak, “Bu büro elemanın mal varlığı yaşadığı lüks hayat sosyal medyada yaşamın doğal akışına uygun olmayan bir durum olmadığını ortaya koyuyor. Bu büro elamanı hangi çarkın dişlisi? Bu değirmenin suyu nereden geliyor? İçişleri Bakanı, ‘şantaj’ diyor. Neyin alacak vereceği? Burada yetki makamında oturanlardan beklenen o pudra şekerlerinin, lüks yaşamlarının suyunun nereden geldiğinin açıklanmasıdır” dedi.
"PARTİ KAPATILMASINA İLİŞKİN TAVRIMIZ NETTİR"
Yargıtay’da kapatma davası açılan HDP’ye ceza çıkarsa CHP’nin hangi yolu izleyeceğine ilişkin soruya Öztrak, “CHP olarak bizim parti kapatılmasına ilişkin tavrımız bellidir. Hangi parti olursa olsun, partileri millet açar millet kapatır” yanıtını verdi.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.