Sağlam binadan önce planlı bir kente yatırım şart!

Sağlam binadan önce planlı bir kente yatırım şart!
Depremlerle yerle bir olan üç kentimizin “sıfırdan inşa”sı gündemde. Fakat kentlerimizi, afetlere karşı dirençli hale getirmezsek “sağlam bina”nın pek anlamı yok. Bağışlar, doğru bir kent planlaması ve altyapıya aktarılmalı

MEHVEŞ EVİN-FERDİ AKARSU


Maraş depremlerinde hepimizin canı çok yandı. Haliyle hangi bina sağlamdı, hangisi değildi, izni nasıl verildi, bunları konuşuyoruz. Biliyoruz ki ülkemizde inşaat hem çok hızlı, hem de pek çok kritere uymadan gidiyor.

Deprem başta olmak üzere, her türlü afete ve tehlikeye karşı kentleri hazırlıklı hale getirmek için “dirençli kentler” yaratmak, uzun zamandır Dünya’da konuşulan fakat Türkiye’de bilinmeyen bir kavram. KısaDalga.net için hazırladığımız “Yeşil Dalga” podcastinin son bölümünü dirençli kentlere ayırdık.

Dünya Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) tanımı şöyle: “Dirençli kent, geleceğin şoklarını (ekonomik, çevresel, sosyal, kurumsal) karşılama, toparlanma ve hazırlanma becerisine sahiptir. Bu şehirler sürdürülebilir gelişmeyi, refahı ve kapsayıcı büyümeyi önceler.”

Dirençli kent kurmak, aynı zamanda Birleşmiş Milletler’in (BM) kalkınma ve sürdürülebilirlik ilkelerinin de önemli bir parçası.

Dirençli kent, acil durum butonuna benziyor. Hani toplu taşıma araçlarında “tehlike anında bu düğmeye basın” derler ya… Herhangi bir şok anında alınan önlemler manzumesini düşünün. Üç adımı var:

  1. Kentlerin depremlerde dahil, bütün afetlere yakalanmadan önce yapması gerekenler.
  2. Afete yakalandıklarında, akut durumda yapılması gerekenler.
  3. Afetin akut etkisi geçtikten sonra yapılması gerekenler.

Farklı bir ülke ve şehirden örnek verelim: New York, birçok doğa olayına gebe bir yer. Diyelim ki depreme yakalanmadan önce New York Belediyesi ya da Amerika hükümeti New York için bir dirençlilik planı hazırlıyor. Bu plan aslında Birleşmiş Milletler’in kalkınma amaçları, hedeflerini içeriyor. Kullanım kılavuzunun amacı, deprem gibi bir afet olmadan önce önlemini aldın mı? Neler yapıyorsun? Halihazır durumu tespit ettin mi? Bununla ilgili yatırımları yaptın mı, yapıyor musun? Gibi sorulara cevap bulmak.

Türkiye’de ilk örneği İzmir’de yapılıyor

Yerelden merkezi hükümetlere, her kurumun önünde durması gereken, her türlü kararı alırken hazırlanan bir yol haritası bu. Ne yazık ki Türkiye'de örneği olan bir şey değil. İlki, İzmir için hazırlandı. Dirençlilik planları şunu da içermek zorunda: Deprem, sel olduğu zaman ne yapılması gerekiyor? Burada da iletişimden koordinasyona, kaynakların aktarımından altyapı desteklemelerine kadar akut anda, ilk 12 saatte yapılması anlamında herşey belli. Tek elden mesaj verme detayına kadar, yani bilgi kirliliğinin önüne geçmek gibi eylemleri kapsıyor. Validen kaymakama, belediye başkanından muhtarlara, afet anında yönetişimin esaslarını de tanımlıyor.

Neden önemli? Panik anında, oradaki yöneticilerin de birçoğunun belki akrabası, belki kendisinin de afetten etkileneceğini düşündüğünüz zaman, bununla ilgili kim yetkiliyse anında, hiç duygusal duruma girmeden yapılması gerekenleri üstleniyor.

Depremle birlikte ortaya çıkan en büyük sorunlardan biri, bizde her şeyin çok merkezileştirilmesi. Valiler kanalıyla en tepeye giden bir merdiven var, yerel ve bağımsız kurumlarla iletişim bile siyasi partilere göre değişiyor.

Akut durum bitti, 15 gün geçti diyelim. Ne yapacaksınız? Nasıl toparlanacaksınız? Aslında Türkiye gibi hem iklim krizinden etkilenen, hem de deprem bölgesi olmasından mütevellit, devamlı tehdit altında olan bir ülkede, üst ölçekli planın bu olması gerekiyor. 2019 yılında İzmir depreminde bu tür planlamaların, öngörülü olmanın eksikliğini gördük. Özellikle de koordinasyonda.

Gelişmemiş ülke olmak öldürüyor

Herkes deprem konusunda Japonya'dan örnek veriyor. 2011’de Hanşu’daki 9 büyüklüğündeki depremde yaklaşık 29.000 bina yıkıldı. Peki kaç kişi ölmüş? Yaklaşık 1.000. Bu da aslında halkın çeşitli eğitimlerle, bilgilendirme ve toplanma alanlarıyla ne kadar hazır olduğunu gösteriyor. Yani Japonya'da bir bina bile yıkılmadı değil!

Ölümlerin çokluğu, depremin büyüklüğü ve ülkenin gelişmemişliğiyle orantılı. Örneğin 2010 Haiti depremi yedi büyüklüğündeydi. Yaklaşık 250,000 bina yok oldu. Bizimkinden daha küçük bir depremde yaklaşık 316,000 kişi öldü. Çin’de, Siçuan eyaletinde 2008 yılındaki büyük depremde 15 milyona yakın binanın da bir şekilde hasar aldığı ya da yıkıldığı söyleniyor. Çin’in resmi rakamlarına göre yaklaşık 69.000 kişi ölmüş.

Bu ne demek? Eğer doğru işler yaparsanız ölüm sayısını da yıkım sayısını azaltabiliyorsunuz. Ama bu durum gelişmiş ülke olmakla bağlantılı. “Deprem çok büyüktü, iki tane oldu ve bu yüzden bizim yapacağımız bir şey yoktu” deniyor, hiçbir şekilde bu cevap bilimsel değil, etik değil, ahlaki değil.

Biz bir şekilde sadece inşaat, müteahhit, imar üçgenine sıkışmış olarak görüyoruz. Ne yazık ki bu kadar kolay değil. Her şeyden evvel şehir planlama denen bir bilim dalı var, uygulamıyoruz. Koskoca bir depremi inşaat üzerinden değerlendiriyoruz. Bunun üzerinden bir şeyleri düzeltmeye çalışırsak yine gol yeriz. Deprem olmaz, selde gol yeriz, toprak kaymasında gol yeriz, fark etmiyor.

Planlama mantığını artık çözmemiz lazım. (Yapı Denetim sistemi, 2001’de kabul edilen kanuna bağlı. Bağımsız meslek örgütleri ve odalarının önerilerini dikkate almadan hazırlandı. 2018’deki yasa değişikliğiyle teknisyenler yapı denetim sistemine eklemlendi.) Yapı denetleme firmaları bu işin için görevlendirdiler. Ciğeri kediye emanet etmekten farkı yok.

10 bin yıl önce Anadolu meseleyi çözmüş!

Maalesef her afetten sonra unutmayalım, hataları tekrarlamayalım diyoruz. Sonra kaynıyor. En tepeden bir organizasyon ve bu anlamda isteklilik olmayınca da insanları etik, ahlak, bilim çerçevesinde bir araya getirmek ve ona göre plan hazırlamaktır çok zorlaşıyor.

Mesele sadece bina değil, tarım alanları, alüvyonlar gibi zemin konusu da var. Antakya'da 10 sene önce Amik ovasında hava limanının yapılmasına doğa savunucuları karşı gelmişti. Benzer şekilde, Akkuyu’da nükleer santralin fay hattına yakın inşa edilmesine… Ülkemizde sayısız örnek var. Sağlam yapı inşa edip kent tasarlamakla bitmiyor: Binayı dere yatağına yapmayacaksın ya da tarım alanına yapmayacaksın.

Üstelik Anadolu bunu dünyada ilk çözen yerlerden biri! Dünyada ilk yerleşim yerlerinin kurulduğu yerlere bakın: Göbekli Tepe, Çatalhöyük… Gidenler fark etmiştir, hepsi tepelerin üzerinde kurulan kentler. Yanında bir dere akar gider. Gidip derenin yatağına ev yapmazlar.

Dünyanın ilk yerleşim yerlerini kuran bir ülkede yaklaşık 10.000 sene sonra yanlış yerleşim yapılması trajikomik. Oysa Dünyaya bizim öğretiyor olmamız lazım.

Dirençli, sürdürülebilir bina zengin işi mi?

Sürdürülebilir, dayanıklı binalar inşa etmek pahalı zannediliyor. Oysa yeşil sertifikalı, dirençli bir bina yaptığınız zaman yaklaşık yüzde 2 ile yüzde 22 arasında daha pahalı oluyor. Hesapları yapılmış. Enerjiyi etkin kullanan, dirençli binalara LEED sertifikasyonu veriliyor. Küresel ölçütte yaklaşık 10 yıl sonra bina kendini amorti ediyor. Sonraki yıllarda daha kazançlı hale geliyorsunuz.

Artık bu fırsatı kullanalım. Deprem bölgesi için bağışlar toplanıyor güzel, ama doğru düzgün bir kent planlaması ve altyapısı çıkarılmalı. Deprem olduğunda kaçış alanları, toplanma alanları, doğal alanlarıyla temelde bir dirençli kent yapalım. Yaptığımız binalar da ne olur sürdürülebilir olsun. Yalnızca varlıklıların yapacağı şeyler değil. Unutmayalım ki depremde doğalgazdan elektriğe ve su teminine, haftalarca büyük sıkıntılar yaşandı. Hâlâ yaşanıyor! Öyle bir sistem kuralım ki bir daha bunlar yaşanmasın.

Devlet olarak “ben dirençli, yeşil kentler oluşturacağım, yeşil binaları teşvik edeceğim” dediğiniz zaman bakın ne oluyor:

  1. Afetlere dayanıklılığınız, dirençliliğiniz artıyor.
  2. Çevreye etkileriniz azalıyor. Dolayısıyla iklime, iklim krizine bağlı afetlerin artmasına karşı önlem alıyorsunuz.
  3. Güvenlik açısından da kritik bir adım atıyorsunuz. Büyük felaketler aynı zamanda milli güvenlik problemidir.

Toplanan bağışların dirençli, güçlü kentler ve yapılara aktarılması gerekiyor. Yeşil alanların deprem esnasında toplanma alanı görevi gördüğünü unutmayın. Çok sayıda yeni bina, sosyal konut yapılacak, yenilenecek… Hem sağlığımız, hem maddi açıdan kazançlı çıkmanın yolu, dirençli ve sürdürülebilir kentler tasarlamak.

Kaynaklar (İngilizce):

Özel Haber