Geleneksel ve sosyal medyanın seçmenlere etkisi: İktidar sosyal medyada hala hegemonyasını sağlayamadı
ESRA TOKAT
Kısa Dalga olarak bu hafta geleneksel medyanın ve sosyal medyanın seçmen davranışı üzerindeki etkisini mercek altına aldık.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Dr. Tuğçe Erçetin ile Prof. Dr. Erkan Saka, Üsküdar Üniversitesi'nden Prof. Dr. Süleyman İrvan ve NewsLab Turkey Strateji Koordinatörü Ahmet Alphan Sabancı Kısa Dalga'ya konuyu değerlendirdi.
DataReportal’ın “Dijital 2022: Türkiye” raporuna göre, Türkiye nüfusunun yüzde 82’sini oluşturan 69,95 milyon kişi internet kullanıyor. Bunun 68,90 milyonu ise sosyal medya kullanıyor ve bu da toplam nüfusun yüzde 80,8’ine karşılık geliyor.
Rakam bu kadar yüksekken henüz etkisini sürdüren geleneksel medya araçları ve yerini karşılıklı etkileşime bırakan sosyal medyanın etkisinin seçimlere haftalar kala ne derece etki ettiği de merak konusu.
2019 yılında yapılan bir araştırmaya göre internet ve basılı gazetenin siyasal tercihleri en yüksek düzeyde etkilediği tespit edildi. 2017 referandum seçimlerine medyanın etkisinin incelendiği bir araştırmaya göre ise liderlerin televizyon konuşmalarının ‘Evet’ oyları üzerinde, gazete köşe yazılarının da ‘Hayır’ oyları üzerinde istatistiksel olarak etkili olduğu kaydedildi. 2015 yılında yapılan bir çalışmada ise gençlerin kendileri ile aynı dili kullanan ve aynı şeylere ilgi gösteren siyasi aktörlerle daha iyi iletişim kurdukları ve sosyal medya diline hakim olan siyasilerin kitlelere daha etkili ve kolay ulaşabildiği aktarıldı.
Gördüğümüz gibi Türkiye'de yapılan seçimlerde hala televizyon kanalları ve gazetelerin seçmen davranışı üzerinde etkili olduğu tespit edilirken sosyal medyanın etkisinin olduğu kabul edilmekte ancak bu etkinin ölçülebilirliğine dair ise henüz net bir veri bulunmuyor.
'Devlet müdahalesinin yoğun yaşandığı bir durum var'
Günümüzde Türkiye'de siyasi tercihlerle ve siyasetle iç içe geçmiş bir medya yapısı olduğunu ifade eden Erçetin, "İstisnalar olabilir ama çoğunluk üzerinden söylüyorum, cezalandırmaların veya ayrıcalıkların karşı karşıya geldiği, medyaya erişimde avantajlı olanların mesajlarının görünür kılındığı, her partiye eşit koşulların sağlanmadığı, devlet müdahalesinin yoğun yaşandığı bir durum var" dedi.
'Bunun Türkiye medyasındaki karşılığı kutuplaşma'
Siyasetçilerin anlatıları veya herhangi bir siyasi olayın yorumlanmasıyla ilgili siyasi partilere yakınlık, gazete manşetlerini veya kanallardaki haber içeriklerini belirlediğini belirten Erçetin, "Türkiye’de medya hiçbir zaman tam bağımsız ya da tarafsız olmadı. Kimi zaman sonradan ekonomik beklenti amaçlı olduğu ortaya çıkan destekler kimi zaman dönemin etkin aktörü mesela askerler ile kurulan ilişkilerle yapılan siyasi dizayn çalışmaları. Bugüne baktığımız zaman devlet bankalarından alınan kredilerle kurulan bir iktidar medyası var. Bir de az sayıda da olsa kendini bağımsız olarak konumlayan ya da muhalefete daha çok söz hakkı veren yerler. Aslında tüm bu bahsettiklerimi iki ana özellik ile açıklamak doğru olacaktır. Siyasal paralellik ve devlet kontrolü. Türkiye gibi kutuplaşmış çoğulcu medya sistemlerinde dışsal çoğulculuk (siyasal paralelliğin iki özelliğinden biri) hakim; yani medya kurumları belirli siyasi parti ve aktörlerinin argümanlarını destekleyerek onların argümanlarına ayna oluyor. Bunun Türkiye medyasındaki karşılığı kutuplaşma" dedi.
Aralarında kendisi ile birlikte Emre Erdoğan, Pınar Uyan Semerci ve Özgür Ünlühisarcıklı’nın koordinatörlüğünde hazırlanan TurkuazLab’ın 2020 yılındaki kutuplaştırma araştırma sonuçlarını hatırlatan Erçetin şunları söyledi:
"CHP taraftarları daha çok FOX TV ve Halk TV; AK Parti taraftarları ATV, A Haber ve Kanal 7’yi takip ediyor. HDP seçmenleri- taraftarları FOX TV’yi diğerlerine göre daha çok tercih ediyorlar. Türkiye'deki medyaya dair çalışmaların bize gösterdiği gibi bu farklı ideolojik ayrımların her ne kadar artık satış ve etki anlamında az da olsa yazılı basın yani gazetelerde de yansımaları var. Daha seküler veya sosyal demokrat kesimi temsil eden Cumhuriyet Gazetesi, daha ulusalcı çizgidekiler Sözcü Gazetesi, sağ kanadı temsil eden Sabah gazetesi gibi. Yani bu anlamda farklı kutupların mesajları farklı şekilde görünür kılınıyor ve kendi tabanına bu şekilde ulaşıyor. Dolayısıyla bizimle ortaklıkları olan haber kaynaklarını takip ettiğimizde diğerinin sesini duymamaya başlıyoruz. Düşüncelerimizi, değerlerimizi ve yaşam tarzımızı yeniden üreten kaynaklar siyasi tercihlerimizi derinleştiriyor; farklı olan görüşlerden ise uzaklaşmamıza sebep oluyor. Diğerinin veya fanusun dışında kalan görüş ve sesleri bilmediğimizde -duymadığımızda sahip olduğumuz görüşlere, yargılara, algılara ve inançlara daha sıkı sarılarak, bunu destekleyen partilere yönelmek mümkün oluyor, çünkü onların argümanını yansıtan medya araçları bizlerin yargılarını meşru kılabilir ve bilgisini derinleştirebilir. Medyadaki bu kamplaşma ve taraflılık hali, inşa edilen iyi ve kötü ayrımı, düşman ve dost kavramları ait veya yakın hissedilen parti ve temsilcilerine güven duygusunu arttırırken, rakip tarafın aktörlerine olan güveni de azaltıyor. Bu yüzden daha partizan bir oy verme davranışı olduğundan bahsetmek gerekir."
Türkiye’de devletin müdahalesinin medyada oldukça görünür durumda olduğunun altını Çizen Erçetin, "Kimilerine reklamların verildiği kimilerine ise sansürün, kapatmaların veya hapis cezalarının uygulandığı bir yapıda bilgi çeşitliliğinin az olması ve özgürlüğün olmaması aynı şekilde bir sonuca götürüyor. Medyanın siyasette ve özellikle seçimler gibi kritik dönemlerde çok önemli bir rolü var; karmaşık olan gerçeklikleri anlamlandırabildiğimiz bir alan, burada seçmene mesajlarını iletebilen siyasi aktörler daha görünür ve avantajlı oluyor, eşit imkanlara sahip olmayanlar ise maalesef ulaşamıyor. Bu da bizi sosyal medya tercihlerine götürüyor" dedi.
'Sosyal medya sesi kısılanlar' için yeni bir alan olabiliyor'
Sosyal medyanın etkisini yorumlayan Erçetin, "Sosyal medya bizlere daha farklı fikirleri ve yaşam tarzlarını ya da farklı argümanları, o argümanlara sahip insanları tanıma ve takip etme imkânı veriyor. Günümüzün dijital gelişmesinde Twitter, Tiktok, Instagram gibi platformlar “sesi kısılanlar” için yeni bir alan olabiliyor. Ama bazı çalışmalar gösteriyor ki insanlar genelde kendileriyle aynı fikirleri, idealleri veya ortak hayalleri paylaşan kişileri takip ediyor, onlarla etkileşime giriyor. Dolayısıyla sosyal medyanın iki yüzü var. Buna hızlı ve kolay bir şekilde üretilen yanlış bilgiyi de kattığımızda olumsuz karne karşımıza çıkıyor. Yaşanan olumsuzlukları ve sorunları “günah keçileri” aracılığıyla açıklamaya çalışan gazeteciler ve görüşleri ile uyuştuğu için bu söylemleri paylaşan sosyal medya kullanıcıları maalesef zorlukları arttırıyor" ifadelerini kullandı.
'Otoritelerin dikkati sosyal medya platformlarına döndü'
"Sosyal medya kullanıcıları her geçen gün daha fazla algoritmalarin hayatımızdaki etkilerinin farkına varmaya başladı" diyerek Cambridge Analtytica skandalına da değinen Erçetin şöyle konuştu:
"Tüketici davranışlarından politik tercihlere hayatımızın her alanında, karşımıza çıkan reklamdan haberlere kadar karşılaşılması istenen içerikler programlanabiliyor. Bununla ilk yüzleşmemiz Cambridge Analytica ile oldu. ‘This is your digital life’ adıyla para ödüllü bir anket çalışması hazırlanarak 78 bin kişinin kişisel verilerine ulaşıldı. Ardından bu kişilerin takip ettikleri hesaplardan aile fertlerinden arkadaşlarına yaklaşık 80 milyon kişinin tercihleri öğrenildi. Cinsiyetten siyasi eğilime geniş bir veri seti. Bu set ile kişiye özel siyasi reklamlar ile kimi gerçek olmayan siyasi haberler ulaştırıldı bu kitleye. Ve bu bilgiler 2016 seçimlerinde Trump için kullanıldı. Şimdi adını Meta olarak değiştiren Facebook skandal ortaya çıktıktan sonra uzun süre sessiz kaldı ama bu skandal ile karar vericilerin, düzenleyici otoritelerin dikkati sosyal medya platformlarına döndü.
'14 Mayıs seçimlerinde bilgi düzensizliği ve elbette kutuplaşmayı artıracak içerik olacaktır'
"Sıradan kullanıcılar da manipüle edilebileceklerinin farkında. Ancak yine de özellikle birbirine oy oranında oldukça yakın gözüken iki ittifak başta olmak üzere olağanüstü şartlara gidilen 14 Mayıs seçimlerinde bilgi düzensizliği ve elbette kutuplaşmayı artıracak içerik olacaktır. Geriye sosyal medya kalıyor. Etki alanı son derece geniş. Her ne kadar aynı düşünenlerin birbirini takip ettiği, yankı odalarından çıkamadığı bir yapı olarak görülse de kimi karşılaşmalar etkili oluyor."
'30 yaşın altında oy kullanacak 20 milyon seçmen var'
Kemal Kılıçdaroğlu’nun "Sana Söz" kampanyası kapsamında hazırlanan "Hazine'den çalınan 418 milyar doları geri alacağım" başlıklı seçim videolarının bazı TV kanallarında yayımlanmamasına da değinen Erçetin, "İktidarın medyayı kontrol altında tuttuğunu biliyoruz. Bunu iki yolla yapıyor. Neredeyse yüzde 90’ından fazlasını kendine yakın iş insanlarına, üstelik kamu bankalarından sağlanan kredilerle satın aldırdı. Ya da çeşitli şekillerde kendine bağımlı hale getirdi. Geri kalan yüzde 10’luk bağımsız kalan, kalmaya çalışanlara da düzenleyici otoriteler aracılığıyla, mesela RTÜK ya da Basın İlan Kurumu, maddi ya da cezai yaptırımlarla çalışmasını zorlaştırma yoluna gitti. Tabii yargının iktidarı sorgulayan gazetecilerle ilgili aldığı başta hapis kararları da burada not etmek gerekiyor" dedi ve şunları ekledi:
"Özellikle gençler ki ilk kez oy kullanacak 4.8 milyon, 30 yaşın altında oy kullanacak 20 milyon seçmen var. Onların buradaki var oluşları, daha geniş bir alanda farklılıkları takipleri önemli oluyor. O yüzden iktidar kimi anlarda en son depremde olduğu gibi bant daraltmasına gidiyor."
"Gelelim Kılıçdaroğlu’nun reklam filmlerinin yasaklanmasına. Şöyle söyleyeyim. Başta sosyal medya, internet medyası o kadar çok yerde ‘yasaklanan reklam filmleri’ diye yer aldı ki… Pek muhtemel normal olarak yayınlansa bu kadar dikkat çekmeyebilirdi. Bu noktada Tayyip Erdoğan’ın ilk seçildiği yıllarda sık sık kullandığı bir cümleyi hatırlamakta yarar var: 'Manşetlerle çarpışarak kazandım.' İktidar; İletişim Başkanlığı yoluyla pek çok medya kuruluşuna ortak başlıklar verdirse de, medyanın büyük çoğunluğu kontrol altında olsa da, çoğunluğun ikna olacağı bir siyaset dili bulunmadan ne iktidarda kalınabiliyor ne başkasının iktidara gelişi engellenebiliyor."
'Sosyal medya çok minimal bir etkide bulunuyor'
Medya ve sosyal medyanın seçmen davranışı üzerindeki etkisinin çok büyük olmadığını ifade eden Saka ise , “Türkiye’de çok seçim yaşandı ve belli bir sosyal medya platformunun ağırlık kazandığı bir görüşün olmadığını da bu seçimlerde defalarca gördük. Aslında benim vardığım görüş çok minimal bir etkide bulunması. İnsanlar sırf buralara bakarak kararlarını vermiyor ama özellikle adayların oy oranlarının birbirine çok yakın olduğu noktalarda bir tarafın kazanmasına vesile olabilir” dedi.
Bu noktada Camridge Analytica skandalına değinen Saka, “Burada da seçim sonuçlarına büyük bir etkide bulunmadı ama tarafların oylarının birbirine çok yakın olduğu yerlerde kararsızları etkiledi. Medyanın ülke genelinde olmasa bile lokal olarak bu tarz yerlerde oranı azda olsa kazananı belirleyebilecek bir etkisi olabilir” değerlendirmesinde bulundu.
Sosyal medyanın etkisinin net bir şekilde ölçülebilmesinin çok zor olduğunu söyleyen Saka, “Cambridge Analytica skandalının ardından Facebook kendince önlem aldı. Twitter ise yalan haber yaptığınızda nasıl bir reaksiyon göstereceği belli değil. Elon Musk’ın keyfi hamleleri nedeniyle Twitter başı boş bir hale de geldi. Örneğin mavi tıklı pek çok hesap var artık. Kaotik bir durum var burada ve bu yüzden ölçümlemek çok zor. Medyanın etkisini ölçümlemek kolay değil. Hele ki sosyal medyanın etkisini ölçümlemek daha da zor. Ama bir gündem yarattığı kesin ve harekete geçirme manasında yani oy verip/vermeme haline kampanyalarla etki ediyor" dedi.
İnsanlar dijital iletişim kaynaklarına yöneliyor
Türkiye medyasının çok dağılmış bir durumda olduğunu da ekleyen Saka, “Merkez, ana akım ve alternatif medya diyemeyeceğimiz kadar karmaşık bir durum var ortada. Bu son 3-4 yıldır böyle. Bu karmaşıklık içerisinde geleneksel medya kuruluşlarının bir güven yaratmamasından dolayı insanlar dijital iletişim kaynaklarına daha çok bakıyorlar. Burada ise bir karmaşıklık var; bu karmaşıklık ise dezenformasyona, yalan habere yol açabiliyor. Tabi ki burası bizim haber alma kaynağımız, çok iyi haberler ortaya çıkıyor ama böyle bir yanı da var” dedi.
Her şeye rağmen genel olarak sosyal medyada muhalefetin daha baskın olduğunu vurgulayan Saka, “Getirilen yeni internet engellemelerine, zaten baskılanmış bir internet kullanımının üstüne bir de sansür yasası getirilmesine rağmen iktidar hala burada hegemonyasını sağlayamadı. Yine bu yüzden de en kaba yöntem olan sansür uygulamasının dozu artırılıyor her seferinde” yorumunu yaptı.
'Yasakçının zihniyetinde etkisi çok yüksekmiş bunu görebiliyoruz'
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yayımlanmayan videosuna da değinen Saka şu değerlendirmeyi yaptı:
“Sosyal medyada yayımlanması daha etkili oldu. Bazen bir şeyi engellediğiniz de sırf engellemeden dolayı daha dikkat çekici hale geliyor. Bu da böyle oldu. Geleneksel medyaya olduğundan daha fazla önem atfediliyor bazen. Kılıçdaroğlu’nun reklamlarının tamamı buralarda yayınlandığında ne kadar etki edecek bilmiyoruz ama en azından yasakçının zihninde etkisi çok yüksekmiş bunu görebiliyoruz. Öte yandan demokratik bir ülkede bu kadar da yasak olmaz. Olağanüstü günler yaşıyoruz uzun süredir. Kendince en ufak bir eleştiriye bile tahammül edemeyen bir iktidar var Adaylar karşılıklı konuşmuyorlar bile” dedi.
'Bu seçimde de yine vatandaşın gözü sosyal medyada olacak'
“Bu seçimde de yine vatandaşın gözü sosyal medyada olacak” diyen Saka şunları söyledi:
“Geleneksel medya ne yazık ki seçimlerde ana rolü oynayamıyor. Ancak seçim günü de sosyal medyada paylaşıma sokulan her haberi olduğu gibi kabul etmemek lazım. Olağan dışı bir içerik görüldüğü zaman önce onu teyit etmek lazım. Seçim günü insanlar görev bilinciyle acil paylaşma ihtiyacı duyuyor. Ama seçim dönemlerinde yanlış haberler ve yalan bilgiler çok paylaşıma sokuluyor. Bazen bu iyi niyetle ya da kötü niyetle yapılıyor. Bu yüzden ne olursa olsun dikkat etmek lazım. Çünkü seçim günü bir panik ve gerilim durumu varken bunu daha da arttıracak faaliyetlerden uzak durmak lazım."
İrvan: Geleneksel medyanın etkisi hala devam ediyor
Geleneksel medya içinde yer alan radyolar, televizyonlar ve basılı gazetelerin hala etkisinin devam ettiğini ifade eden İrvan da "Seçim kampanyası dönemlerinde de bunu görüyoruz. Mesela televizyonlar hala çok başat rolde, adayların konuşmaları televizyonlarda canlı veriliyor hatta verilmediği zaman problem oluyor. Demek ki en fazla dikkate alınan mecralardan biri seçim kampanyası yürüten siyasi partiler için televizyonlar. Ayrıca Türkiye nüfusunu düşünecek olursak televizyon üzerinden daha geniş kitlelere ulaşmak daha kolay ve çabuk. Bu yüzden televizyonlar tercih ediliyor. Seçim kampanyası kapsamında hazırlanan reklamlar için de hala televizyonlar daha önemli bir yerde" dedi.
'Sosyal medyayı daha iyi kullanan milletvekili adayları seçimlerde daha avantajlı'
Geleneksel medyanın etkisinin dışında sosyal medyanın da giderek daha güçlü bir noktaya geldiğini söyleyen İrvan, “Çünkü gençlerin neredeyse tamamı haberleri ve gündemi sosyal medya üzerinden takip ediyor. Dolayısıyla partiler ve adaylar artık sosyal medyayı da aktif bir şekilde kullanıyor. Özellikle milletvekili adayları için sosyal medya çok daha önemli. Çünkü onlar seçmenlerine daha kolay ulaşabiliyor buradan ve burayı daha iyi kullananlar da seçimlerde daha avantajlı olabiliyor. Etkisi ne kadar olur bunu ölçmek çok zor ancak dünyada da daha ardan bir oranda seçimleri etkilediğini görüyoruz" dedi.
'Demokrasiye tamamen aykırı ve kabul edilmesi mümkün değil'
Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçim kampanyası kapsamında yayımlanmayan reklam filmine dair de konuşan İrvan şunu söyledi:
"Sonuçta bir partinin tanıtımını ya da propagandasını yapmak için hazırlanan araçlar bunlar. Dolayısıyla televizyon kuruluşlarının bunları teknik olarak yayımlama gibi bir durumun söz konusu olmaması lazım. Yayımlamama içerikte sadece bir suç unsuru varsa olabilir. Bir televizyon kuruluşunun da zaten suç unsurunu tespit etme niteliği yoktur, bu ancak mahkeme kararı gerektirir. Herhangi bir televizyon kanalının herhangi bir siyasi parti reklamını yayımlamama durumlarına RTÜK’ün buna müdahale etmesi lazım. Hatta RTÜK bir açıklama yaparak ‘Televizyon kuruluşları siyasi partilerin reklamlarını yayımlamak zorundalar’ demeli. Demokratik ülkelerde böyledir. Bir partinin reklamını yayımlayıp bir diğerinin reklamını yayımlamamak haksız rekabete yol açar, seçmen tercihlerinin doğru bir şekilde oluşması engellenir ve televizyonların da buna hakkı yok. Bu demokrasiye tamamen aykırıdır ve kabul edilmesi mümkün değildir. Partiler bu yayımlamam konusunu kesinlikle dava etmeliler ve mahkeme kararlarıyla yayınlatmalılar. Demokratik ülkelerde bütün televizyon kuruluşları tüm siyasi partilere aynı mesafede yaklaşmalı. Ancak bunu bizim ülkemizde uygulayacak bir mekanizma maalesef çalışmıyor."
Anketlere dikkat: 'Bazıları tamamen hayali bile olabilir'
Seçim süreçlerinde kamuoyu araştırmalarının da önemli hale geldiğini belirten İrvan şu sözlerile konuşmasını bitirdi:
“Her gün farklı şirketlerin yayınladıkları kamuoyu araştırmalarını görüyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken pek çok şey var. Medya kuruluşları önüne gelen her araştırmayı paylaşmamalı çünkü bazıları manipülatif ve gerçek dışı oluyor. Kaç kişiyle ne zaman yapıldığı, nerede kimlerle yapıldığı, finansmanını kimlerin yaptığı belli olmayan araştırmalar paylaşılıyor. İlk kez bu kadar yoğun manipülatif kamuoyu araştırmaları ile karşılaşıyorum. Bazıları tamamen hayali bile olabilir. Tüm bunlar doğrulanmadan haber yapılmamalı. Bu seçim döneminde bu tarz paylaşımların çok fazla olacağını düşünüyorum bu yüzden çok dikkatli olmak gerek."
Sabancı: 'Platformlardan yeterince veri alamıyoruz'
Siyaset ve seçim söz konusu olduğunda sosyal medyada çok büyük bir hareketlilik yaşandığını ifade eden Sabancı da, “Paylaşımlar artıyor, trend topicler oluyor ama bunların ne kadar organik olduğunu ve ne kadar etki ettiğini ölçme ihtimalimiz çok yok. Çünkü bunun en temel sebebi yeterince bu platformlardan veri alamamamız. Örneğin bu kullanıcıların ne kadarı Türkiye’den, Türkiye’de olanların ne kadarı seçmen vs. bilmiyoruz. Öte yandan sahte bir hareketlilik de söz konusu. Mesela Twitter’da bot etkeni var ve sahte bir görüntü yaratmak da çok basit oluyor böylece. Bunun gerçeğe yansımasını tespit etmek bu yüzden zor" diye konuştu.
Sosyal medya platformlarının kendilerini giderek daha fazla kapatması ve veri almayı daha da zorlaştırmasının toplum açısından daha riskli bir hale gelebileceğini dile getiren Sabancı, "Çünkü daha fazla bir belirsizlikle karşı karşıya kalacağız, neyin ne kadar hayatımıza etki ettiğini bilemeyeceğiz. Bunu da kurumlar daha fazla gelir elde etmek amacıyla yapıyor olması çok daha can sıkıcı" dedi.
'Medyada kutuplaşma neredeyse her alanına yansımış durumda'
Kamuoyu araştırmaları ve anketlere Türkiye’de ilginin çok yoğun olduğunu da ekleyen Sabancı, “Anketlere dair paylaşımlarda herkes o anketler üzerindeki yorumlarını kendi tarafını daha sıkı savunacak şekilde yapıyor. Genellikle de karşı tarafı etkilemekten daha çok tarafların politik olarak durdukları yeri daha güçlendirici hale getiren bir malzeme haline dönüşüyor. Çünkü medyada kutuplaşma sadece yapılan yayınlar ve onların içerikleri dışında neredeyse her alanına yansımış durumda" dedi.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.