Selma Kara yazdı: Mutluluk neydi?

Selma Kara yazdı: Mutluluk neydi?
Farabî 950’de yaşamını yitirdi. Benliğimizin kendine hakim olmadığını söyleyen Hermenetik’in kurucusu Gadamer de 2002’de dünyadan göçtü. Öte tarafta bir araya gelip sonuçları benzer biçimde yorumlanabilecek çıkarımları nasıl da arada yüzlerce yıl olmasına rağmen yine benzer biçimde yaptıklarını konuşuyorlar mıdır bilemem ama mutlu Finlandiya ile mutsuz Türkiye’ye baktığımda mutluluğun bir denge meselesi olduğunu ifade edebilirim.

Instagram’da dolaşırken, 7 yıldan bu yana Birleşmiş Milletler Dünya Mutluluk Raporu’nda dünyanın en mutlu ülkesi seçilen Finlandiya ile ilgili bir posta rast geldim. Bir ülke neden 7 yıldır dünyanın en mutlu ülkesi seçilir sorusuna kendi kendime verdiğim ilk yanıt; ‘muhtemelen yeni güne ne bireysel ne de toplumsal açıdan kaygılı uyanmıyorlardır’ şeklinde oldu.

Finlandiya ile ilgili yazılmış birkaç makaleye baktıktan ve mutluluk felsefesiyle ilgili bilgilerimi tazeledikten sonra memlekete dair çok derinden bir acı hissettim.

Doğu felsefesinin en önemli konularından olan ‘mutluluk’ kavramı, kitabî bilgilerin bize söylediğine göre felsefî bakımdan Batı’daki filozoflar arasında 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde, ‘mutluluk arayışının insanın devredilemez hakkı’ olarak tanımlanmasından sonra tartışmaya açılmış.

Batılı feylesoflar mutluluğu toplumsal ve bireysel mutluluk bağlamında incelemiş ve toplumsal mutluluk da genel bir özet olarak ‘sosyal adalet’ kavramıyla eşleştirilmiş.

Yürütülen tartışmalar toplumsal ve bireysel mutluluğu temele koyan sistem tartışmalarına gidiyor hepimizin bildiği üzere; bir tarafta sosyalizm, bir tarafta kapitalizm ve bunların daha yumuşatılmış ara versiyonları uygulanıyor.

Bu açıdan bakıldığında Batı felsefesinde mutluluk daha elle tutulur gözle görülür bir yanı olan bir şeymiş gibi, Doğu felsefesinde ise dünya hazlarından bağımsızlaşmış bir ideal gibi görülüyor.

İlk bakışta böyle gibi görünse de, Doğu felsefesinde de toplumsal mutluluk ya da toplum içinde bireyin nasıl mutlu olacağına dair bazı tartışmaların yürüdüğü de bir vakıa.

Örneğin mutluluk felsefesi deyince ilk akla gelen Doğu filozoflardan Farabî’nin, güçlü ile zayıf arasında sürekli çatışmanın olduğu toplumları ‘erdemsiz toplum’ olarak nitelediğini görürüz. Nitekim ideal devlet anlayışı ‘erdemli şehir’de -çok ama çok özetle- bunun tam tersini mutlu insanların olduğu toplumlar olarak tanımlayacaktır...

Finlandiya ve memleketteki mutluluk meselesine dönecek olursak; postu ilk gördüğüm zaman yaşamsal kaygılarla ilgili olarak yaptığım akıl yürütmenin doğruluğunu Finlandiya’ya dair yazılan makalelerde tespit ettim. Gerçekten de insanların geleceğe dair ciddi endişeleri bulunmuyor. New York Times yazarlarının yaptığı geniş çaplı bir araştırmaya göre ülkede gelir eşitsizliği çok düşük seviyelerde, sosyal destekler çok güçlü, fikir özgürlüğü sorunu bulunmuyor, yolsuzluk yok denecek kadar az, devlet okullarında dünyanın en iyi okullarıyla yarışır seviyede eğitim veriliyor, sağlık sistemleri dünyayı kıskandıracak kadar iyi.

Batılı filozofların bahsini ettiği gibi sosyal adalet sağlanmış, Doğulu filozofların idealize ettiği gibi bireyin mutluluktan sonraki huzur merhalesine ulaşacağı toplumsal sistemin taşları yerli yerince döşenmiş. E daha ne olsun…

Aynı raporda 2024 yılında 143 ülke arasında 98’inci sırada yer alan memlekete bakalım:

  • Gelir eşitsizliğine eşitsizlik demek bile az kalacak düzeyde. Her geçen gün açılan eşitsizlik makası güçlüleri sabit kılıp yeni güçsüzler doğuruyor. Yani Farabi’nin dediği gibi güçlü ile zayıf arasında sürekli bir çatışma var.
  • Sosyal destek ne var ne yok, kimi zaman var kimi zaman yok ya da en doğrusu siyaseten gerekli görülüyorsa var.
  • Fikir özgürlüğü konusu karışık. Kimi kesim her şeyin rahatlıkla söylenebildiğini savunuyor ama söylenen her şey fikir midir işte burası tartışma konusu.
  • Yolsuzluklar yol olmuş ve fırsatını bulsak hepimiz yapıyoruz.
  • Devlet okullarındaki eğitime kimse güvenmiyor, özel okullardakine de güvenmiyor. Aslında Türkiye’de eğitime güvenen sayısı giderek azalıyor. Diplomanın kıymeti harbiyesi yok, çünkü peynir ekmek gibi diploma ve sertifika dağıtılıyor. En önemli makamlarda artık diploma değil başka türlü kriterler aranıyor. Diplomalılar ordusu artıyor ama işsizlik hat safhada.
  • Herkes güne kaygı ile uyanıyor. Kaygılılık hali erdemi, ahlâkı değer olmaktan çıkarıyor. Gelecek kaygısı karşısında karakterler aşındıkça aşınıyor: Richard Sennett Karakter Aşınması kitabını bir kere de ‘’İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyenlerin ülkesinde (Türkiye’deki yöneticilerin yalancısıyım) yazmayı denese nasıl bir tablo çıkar ortaya diye düşündürtüyor insana.
  • Sağlık sistemimizle ilgili söylenecekler de herkesin malûmu. Meğer gerçekte dünya Finlandiya’yı kıskanıyormuş.

Fârâbî’ye göre mutluluğa ulaşılması için bilinç ve farkındalık, nihai hedefin gözetilmesi, istikrar ve kalıcılık olmazsa olmazlardanmış.

Farabî 950’de yaşamını yitirdi.

Benliğimizin kendine hakim olmadığını söyleyen Hermenetik’in kurucusu Gadamer de 2002’de dünyadan göçtü.

Öte tarafta bir araya gelip sonuçları benzer biçimde yorumlanabilecek çıkarımları nasıl da arada yüzlerce yıl olmasına rağmen yine benzer biçimde yaptıklarını konuşuyorlar mıdır bilemem ama mutlu Finlandiya ile mutsuz Türkiye’ye baktığımda mutluluğun bir denge meselesi olduğunu ifade edebilirim.

Yani kaygan zeminde yaşadığınızı hissettirmeyecek ve yaşamsal kaygılarınızın düşük düzeyde olduğu bir toplumda, biraz da siz çaba gösterirseniz Gadamer’in dediği gibi kendinize hakim bir benlik ya da Farabî’nin dile getirdiği gibi farkındalık ve bilinç geliştirebilirsiniz -Apollon Tapınağı üzerinde yazan Khilon’un ‘Kendini Bil’ sözleri gibi-. Güne kaygı ile uyanmadığınızda elbette nihaî bir hedef koymakta zorlanmazsınız, istikrarlı olursunuz, kalıcı işler üretirsiniz vs vs…

Birkaç yıl önce Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu (BASO)’nun katılımcısı olmuştum. Okulun direktörlerin Hakan Altınay, Medenî kitabında BASO’nun felsefesini anlatırken, hayat gailesi kategorisindeki iş kalemlerini (yemek, geceleme, günlük seyahat) kendilerinin organize ettiğini ve böylece katılımcıların birbirini kesintisiz duyabilmelerini sağladıklarını belirtmiş. Doğusu Batısı fark etmeksizin toplumsal mutlulukla bireysel mutluluğun arasındaki kopmaz bağı özetleyen bir cümle bu: “Birbirimizi en kesintisiz biçimde duyabilmemiz için katılımın ücretsiz olduğu program boyunca sıradan hayat gailesi kategorisindeki iş kalemlerini (mesela yemek, geceleme, günlük seyahat) biz organize ediyoruz ve bu gailelerin işlemesine ayrılan bilişsel kapasitenin birbirimizi daha iyi duymaya yönlendirilmesini sağlıyoruz.”

İnsanların birbirini anlamak, kendi bilincinin farkına varmak (Gadamer benlik, Farabî bilinç ve farkındalık) yaşamla ilgili temel kaygılarının ortadan kaldırılmasından söz ediyor Altınay. Sennett’in Karakter Aşınması’nda sözünü ettiği kapitalizmin yarattığı son derece esnek (ne idüğü belirsiz aslında) ve kaygan zeminli olmayan ve dolayısıyla sürekli kaygıya yol açmayan bir yapı… Sürekli kaygı beynin sürekli surette hayatta kalmaya dair uyarılması manâsına gelir yani sürekli savunma durumunda kalmak durumundasınız.

Sürekli savunma halinde olan birey kendine dönük bir faaliyette bulunamaz. Kendi farkındalığına dair bilince ulaşmak için uygun koşullara sahip değildir. Hayatının yarısını geçmesine rağmen sınavlarla sınanan, meslek sahibi olsa dahî daha iyi bir kariyer için yaptıkları ile sürekli test edilen, kaygan bir zeminde yürüdüğünü bildiği için gelecek bir yana, yanında oturana bir şüpheyle yaklaşan bir birey düşünün işte…

Bilinci sadece savunma düzeyinde inşa edilen bireyler sadece savaşı bilir. Kazanamayacağını bildiği bir savaşın içinde de mutluluk ideal bile değildir.

Şair ve Yazar Sezai Sarıoğlu’nun bir kitabına da adını verdiği gibi ‘Doğusu Batısı olmayan sözcükler’ var hayatta. Dünyanın var oluş yolculuğundan beri mutluluğu arayan insanların aynı sorulara sonuçları aynı yere varan benzer yanıtlar vermesi gibi sözcükler yani: ne Doğusu ne Batısı olan insana ait sözcükler… O sözcükler bizleri, insan oluşumuzdan kaynaklı imbiklediğimiz deneyimlerle benzer yanıtlara ulaştırıyor. Khilon, Farabî, Gadamer ol(a)masak da, mutluluğa giden yolda toplumsal koşullarla birey yaşantısı arasında bir denge kurulması gerektiğini bir şekilde deneyimleyerek öğreniyoruz.

Anlamadığım, çağlar boyunca öğrendiklerimizden, edindiğimiz benzer deneyimlerden neden hâlâ ders çıkaramadığımız. Neyse ki, güne kaygılı uyansam da hâlâ bilincimi diri tutan, anlama çabama yön veren bir sorum var: mutluluğun nasıl elde edileceğini az çok biliyoruz ama neden harekete geçmiyoruz?

Yok, vazgeçtim. Harekete geçiyoruz geçmesine de sonunu getiremiyoruz.

Abone Ol

İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.

Gündem