Emek Partili Sevda Karaca: Kadınları çok daha açık saldırılar bekliyor

Emek Partili Sevda Karaca: Kadınları çok daha açık saldırılar bekliyor
Emek Partisi Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca 2023 yılında kağıt üzerinde kalan hakların dahi nasıl yok edildiğini anlattı. Karaca, 2023 Türkiye'si için, "tek adam yönetiminin siyasi beka projelerine yedeklenmek için gerici çevrelerin kadınların medeni haklarını pazarlık konusu haline getirdiği bir ülke tablosu " yorumunu yaptı.

ÇAĞRI SARI

2023 yılı kadınlar açısından çok da parlak geçmedi. Erdoğan iktidarı en gerici odaklarla kadın hakları üzerinden ittifak yaptı. Tek adam iktidarını daha da güçlendirmek için Anayasa değişikliği hedefledi ve kadın haklarını yok edecek başka düzenlemeler peşinde.

İstanbul sözleşmesinin iptali önceki yılın olayıydı ama 2023'de yasanın kadınlar açısından ne kadar yaşam değeri olduğunun tanığı oldu. Sözleşmeye dair mücadele 2024'e devredildi...

İktidar uzun süredir kadın haklarını biçe biçe ilerliyor ancak kadınlar da boş durmuyor. 2023 yılının 2024' e devrettiği bir de mücadele var.

Emek Partisi Milletvekili Sevda Karaca kadın haklarına dair uzun süredir çalışmalar yapıyor. Evrensel gazetesinde kadınlara ayırdığı bir köşesi var ve uzun yıllardır da Ekmek ve Gül yayıncılığının sorumlularından biri oldu. Şimdi bu alanlarda yaptığı çalışmaları ve mücadelesini Meclis'e taşıyor.

Sevda Karaca ile Kısa Dalga için konuştuk... 2023 yılı nasıl geçti, 2024'de neler olacak?

Karaca, "Bu yıl ayrıca kadınların kağıt üstündeki haklarını bile 'fazla' gören siyasi odakların ülke siyasetinde kendisine öncesine göre daha fazla alan açtığı, tek adam yönetiminin siyasi beka projelerine yedeklenmek için gerici çevrelerin kadınların medeni haklarını pazarlık konusu haline getirdiği bir ülke tablosu daha da açık hale geldi. Kadınları çok daha açık saldırılar beklediğini söyleyebiliriz" diyor ancak umudu ve mücadeleyi de elden bırakmıyor.

2023 yılını kadınlar açısından özetlemek, deseler, ne derdiniz? En sonda soracağım soruyu aslında baştan soralım… 2024 kadınlar için daha iyi bir geleceğin başlangıcı olabilir mi?

Türkiye’de aslında bir bütün olarak geniş halk kesimleri için ancak özelde kadınlar için uzun yıllardır bir felaket silsilesi yaşanıyor; şiddet felaketi, adaletsizlik felaketi, yoksulluk felaketi, geleceksizlik felaketi.

Buna, 2023 yılında bir de 11 kenti etkileyen depremin ardından, iktidarın halk düşmanı politikaları sonucu hiçbir şeysiz bırakılma hali eklendi ki bu en çok deprem bölgesindeki kadınların yaşamsal yüklerini arttırdı.

Üst üste yaşanan felaketler ve bunlardan yalnızca sermayeye rant, kendisine siyasi çıkar elde etmeye çalışan iktidar politikaları; ağır bir cendere yarattı. Bugün artık yoksulluk intiharlarından bahsediyoruz. Daha yakın zamanda “çocuklarım aç” diyerek intihar eden yurttaşın eşinin anlattığı ağır yoksulluk tablosu bu ülkenin gerçeği. Koca bir ülke çocukların açlığıyla sınanıyor. Her 4 çocuktan birinin okula aç gittiği, evin yükünün katmerlendiği, bu yükün şiddeti daha da arttırdığı, devlet olanaklarının kadınları, çocukları bu şiddet ve yoksulluk cenderesinden çıkarmak için değil, sermayenin semirmesi için kullanıldığı bu tabloda, böylesi bir cenderede en çok sıkışan, ezilen, nefes alamayan hep kadınlar olur.

Bu yıl ayrıca kadınların kağıt üstündeki haklarını bile “fazla” gören siyasi odakların ülke siyasetinde kendisine öncesine göre daha fazla alan açtığı, tek adam yönetiminin siyasi beka projelerine yedeklenmek için gerici çevrelerin kadınların medeni haklarını pazarlık konusu haline getirdiği bir ülke tablosu daha da açık hale geldi.

Fakat umut, hele ki kadınlar söz konusu olunca, her zaman vardır. Ben de en baştan söylemiş olayım o halde; 2024 yılının daha iyi bir geleceğin başlangıcı olması için pek çok emare de var. Bütün bu zorlukların, saldırıların yanında, zorlukların aşılması için verilen mücadeleyi de aklımızda tutmak zorundayız. Verdiğim iki can yakıcı örnek üzerinden devam edebiliriz. Birincisi açlık… Biliyorsunuz; Ekmek ve Gül’ün başlattığı okullarda 1 öğün ücretsiz, sağlıklı yemek kampanyası var. Kadınların ülkenin her yerine yayılan mücadelesi olmasa, bu konu gündem bile olmayacaktı. Bu talebin artık çok geniş bir kamuoyunun ortak talebi haline gelmiş olmasını bir kazanım olarak görmemiz gerekir. Yine deprem felaketinde; devletin, kadınları yok sayan afet politikasının karşısında, kızkardeşlik köprüsü ya da başkaca isimlerle örülen dayanışma ağları sayesinde kadınlar hayatta kaldılar ve hayatı yeniden kurarken hafızalarında bu dayanışma ve örgütlülük var. Yine kadınların şiddete karşı ve haklarının korunması için verdiği mücadele de bu ülkenin en meşru ve en geniş mücadelelerinden biri. Bu meşruiyet ve genişlik, kadınların en yerelde, en geniş, en ortak örgütlülüğünün dayanağı haline geldi ve bu dayanaklar, yaşadığımız yoksulluğun, sefaletin, şiddetin, geleceksizliğin karşısına büyük bir gövde olarak çıkabilmemiz için de sırtımızı yaslayacağımız umut aynı zamanda. Yeni bir yıldan değil, kadınları asgaride bir yaşama mahkum edenler karşısında kadınların mücadele azminden umutluyum ve geleceği bu umutla kuracağız.

Mücadelede daha kat etmemiz gereken çok şey var

2023 yılının en büyük hak kayıplarından biri kadınlar açısından yaşandı… Aslında 2021’den devredilen bir sorun sözleşmenin iptali… Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Meclis’in onayladığı İstanbul Sözleşmesi'nden tek imzayla çekilme kararı… Kadınların Danıştay mücadelesi… Sözleşmeden çekildikten sonra yargılamalarda neler değişti? Kadın cinayetlerindeki davalar nasıl etkilendi? Kolluk güçleri kararın iptalinden sonra, şiddete uğrayan kadınlara nasıl yaklaştı?

Sözleşmeden çekilme; tek adam iktidarının kadınlara karşı açtığı savaşın belki de en görünür hamlesi oldu. Bu hamlenin aslında gerici ortaklarının ittifak şartlarından biri olduğunu da bir süre sonra görmüş olduk. Tek adam iktidarı diye tarif ettiğimiz rejimin en belirgin özelliklerinden biri de her türlü devlet mekanizmasının Tayyip Erdoğan’a tabi kılınması diyebiliriz. İktidar ve özellikle Erdoğan tarafından ağıza alınan her türlü söz, derhal emir telakki edilip ona göre şekil ve tutum alındığını biliyoruz. Bu durum yargı için de geçerli. Bugün de herhalde bunun en çarpıcı örneklerinden birini Can Atalay meselesinde görüyoruz.

Bağımsız bir yargı mekanizması olmadığı için; sözleşmeden çekilmenin somut karşılığı elbette kadına yönelik şiddet vakalarında kendini gösterdi. Bir anda ülkenin çeşitli yerlerinde kadınların 6284 sayılı yasanın korumasından faydalanmasının zora sokulmaya başlandığına ilişkin haberler aldık. Tedbir süreleri düşürüldü, delil isteyen mahkemeler oldu, karakollardan kadınlar geri gönderilmek istendi… Yani süreç zora sokuldu. Bu, kadın hareketinin, kadın örgütlerinin derhal gündemine giren ve teşhir edilen bir konu oldu. Tam da bu yüzden aslında, kadınların şiddete karşı arayışlarının bu türden zorluklarla engellenmesine yönelik de bir bariyer oluşturuldu diye düşünüyorum. Bu tartışmayı en geniş kesimlere ulaştırabilmiş olmamız, kadınlar karakolda, adliyede bu türden zorluklarla karşı karşıya bırakıldığını kendi haklarını bilen bir yerden “Hayır, bu doğru değil, benim böyle böyle haklarım var” demesinin olanaklarını arttırdı. Bir yandan da süregiden davaların takibi, bunların kamuoyu gündemine sokulması, bu süreçlerde haklarımızın ne olduğunun paylaşılması da etkili oldu diye düşünüyorum. Ama elbette ki, her güne en az bir kadının hayatını şiddet yüzünden kaybettiği gerçeği orta yerde duruyorken, bu mücadelede daha kat etmemiz gereken çok şey olduğu da bir gerçek.

Şimdi hangi aşamada sözleşme. Tamamen tükendi mi hukuk yolu?

Biliyorsunuz, çok sayıda dava açılmıştı. Bir kısmının duruşmaları çok kalabalık da geçmişti ve tarihi anlara şahit olmuştuk. Şu anda bazı barolarca açılan davalar Danıştay’da hâlâ görülüyor. Bazıları açısındansa Danıştay İdari Dava Daireler Kurulunda devam ediyor. Henüz hukuk süreci nihayete erdi diyemeyiz.

180600.jpg

6284 bir sembol yalnızca

Kadına karşı şiddetin önlenmesini amaçlayan 6284 sayılı kanun tartışıldı bu yıl. Özellikle seçim dönemi bu yasa iktidar bloğunda pazarlık konusu oldu. İktidar bu yasayı neden yok etmek istiyor?

6284 sayılı yasa, İstanbul Sözleşmesini kendisine dayanak yapan bir yasa. Bu yasayla biliyorsunuz ki şiddet görme ihtimali olan ya da şiddet gören kadınlar, varsa çocukları ve yakınlarının korunması amaçlanıyor. Her ne kadar uygulanmasında çeşitli sorunlar yaşansa da hala hukuk alanında en etkili koruma mekanizması olarak tarif edebiliriz. Fakat bu yasa, gerek tarifleri gerekse mekanizmanın işleme yöntemlerinde hala İstanbul Sözleşmesinin ruhundan emareler taşıyor. Örneğin kadınların şiddetin ispatı için delil göstermesi gerekmiyor. Bir nevi “kadının beyanı esastır” tartışmasında da tarafını belli eden bir yasa diyebiliriz.

Bu da iktidarı rahatsız ediyor. Fakat bu rahatsızlığı tek başına bir yasa rahatsızlığı olarak tarif etmek hatalı bir okuma olur. Bu bir politik rahatsızlık ve kaldırmak istemek de politika göstergesi. 6284 bir sembol yalnızca. Kadına yönelik şiddet tarihsel olarak da, belli bir toplum biçimini yerleştirmenin ve sürekli kılmanın aracı olarak kullanılagelen en ilkel araçlardan biri.

Kadının ev içi ve ev dışı emeğinin, aile dışındaki toplumsal ve siyasal etkinliklerinin değersizleştirildiği, kadının kendi doğurganlığı ve kendi bedeni üzerindeki kontrolünün zayıflatılmaya çalışıldığı dönemlerde, kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılması, iktidar eliyle önünün açılması, ev içi şiddetin kadınların toplumsal denetiminin bir parçası haline gelmesi “olağan”. Amaç, kadınları baskı altında tutmak, iktidarın “makbul” gördüğü hale rızayla ya da zorla bürünmesini sağlamak. Kadınlara “yaşama koşulu” olarak, kadınlara biçilen “itaatlar, cefakar, sebatkar” rollerini kusursuz şekilde sürdürmeleri bekleniyor. Bugün ülkede kadının koşulsuz itaatine dayalı, iktidara hizmet görevi odaklı toplumsal yeniden yapılanma, kadınların haklarında ve özgürlüklerinde ısrarcı olmalarıyla sekteye uğradığı için, kadınları hizalamak üzere var olan bütün siyasal haklarında bir geriye çekme politikası izleniyor. Yalnızca fiziksel değil, kadınlara yönelik her türden saldırının dizginlerinden boşandırılması, şiddetten korunma haklarından eşit yurttaşlık haklarına, laiklikten örgütlenme haklarına her anlamda, topyekun bir saldırıyla kadınların korunaksız bırakılması hamlelerinin bir parçası 6284’e yönelik saldırılar.

Yani aslında tek adam iktidarının hayal ettiği toplumsallığı kurabilmesi için kadınlar kilit önemde, iktidarın ekonomik, toplumsal ve siyasal hedefleriyle kadınların yaşamsal haklarının kullanılabilir olması, hak ettikleri hayatın gereklerinin yerine getirilmesi arasında çok doğrudan bir ilişki var.

Şimdi yeni hedefler var sanıyorum. Anayasa’yı değiştirmek istiyor Erdoğan iktidarı? Medeni Kanun hedefte deniyor?

Aslında bu hedeflere yeni diyemeyiz. Ta -bilinen adıyla- boşanmaların önlenmesi komisyonu raporu ve onun hazırlık sürecine dayanan, 2016’dan bugüne gelen bir tahayyülden bahsedebiliriz. O dönemle başlamasa da o dönemde ayyuka çıkan kadın haklarına dönük açık saldırı hattı örüldü. Yıllar içinde hazırlanan, taşları döşenen yolun; bugün nihayete erdirilmek istendiği çok açık. Kadınları çok daha açık saldırılar bekliyor diyebiliriz. Medeni Kanun ve Anayasa değişikliği bu anlamda çok kritik.

Anayasa tartışması, burjuva muhalefetinin de pas atmasıyla kadınların “başörtü” sorunuyla gündeme taşındı. Fakat niyetlenen şeyin başörtü serbestisini garanti altına almak olduğunu söylemek saflık olur. Kaldı ki bir kıyafet düzenlemesinin bir devletin kurucu metniyle tarif edilmesini de hak ve özgürlükler üzerinden tartışmak olanaksız. Çok açık bir şey var ki o da toplumun dizayn edilmesi gayretinde vites arttıran AKP’nin, bu dizaynı yine kadınlar üzerinden şekillendirmeye çalışması. Kadınları zapturapt altına alma hevesi ve bir bütün olarak “aile” politikası, AKP’nin yalnızca sosyal değil; daha çok ekonomik planlarının da garantisi.

Dolayısıyla Medeni Kanun değişikliği de bundan azade okunamaz. Kadınların medeni, sosyal ve siyasal haklarının iktidarın dilediği şekilde düzenlenmesi için yıllardır çeşitli çalışmalar yapılıyor. Az önce bahsettiğim boşanma komisyonu raporu bunlardan biriydi. Ancak bunun dışında da çalıştaylar, paneller, sosyal medya trolleri üzerinden sahte kampanyalar düzenleniyor. Nafaka, miras, boşanma gibi hakların bir bütün olarak tırpanlanmasına ve yeniden düzenlenmesine dönük çalışmalar gerçekleştiriliyor. Şimdi 4-5 Ocak’ta bir Medeni Kanun çalıştayı yapılacak ve Aralık ayı içerisinde de Aile Çalıştayı yapıldı. Fakat bunlar gerçekten kadınların ne talep ettiğini dert eden bileşenlerle değil; tam tersine onlardan kaçırılarak yapılan hazırlıklar. Dolayısıyla bir politikanın, açık söylemek gerekirse kadın düşmanı politikanın dayatmalarından ibaret.

Kadınları şeriat toplumunda biçilen rolden öteye görmeyenlerle ittifak kuruldu

Seçim dönemlerinde kadın hakları pazarlık konusuydu diye bir not düşmüşken devam etmek isterim. 2023 seçimlerinde HÜDA Par ve Yeniden Refah Partisi ile yapılan LGBTİ ve Kadın haklarına dair pazarlıkları nasıl okudunuz…

Aslında önceki sorularda kısmen buna da cevap vermiş oldum. Seçim sürecinde ve sonrasında da buna ilişkin değerlendirmeler çokça yapıldı. Tekrara düşmemek adına özetle şöyle tarif edebilirim sanırım: AKP iktidarı ve Erdoğan; tek adam iktidarının devamı için kadınlara açık bir cephe açtı ve bunu ittifak koşulu yapan en gerici müttefikleriyle buluştu. Bu sebeple “karanlık ittifak” yakıştırması yapıldı ki çok yerindeydi. Şeriat özlemiyle yaşayan ve kadınları da ancak şeriat toplumunda biçilen rolden öteye bir konumda görmeye tahammülü olmayan siyasi bir aklın desteğiyle yeniden iktidar oldu AKP.

Bu yalnızca bir seçim pazarlığı değil; aynı zamanda siyasi bir hat belirlemesiydi. Bugün de meclisin ilk işlerinin pazarlık konusu yapılan kadın hakları üzerinden planlandığını görüyoruz. Medeni Kanun, Anayasa, Aile Hukuku… Hepsinin altında kadın haklarının yok edilme planı var.

Ve en gerici odaklar Meclis’te… 2024 nasıl geçecek bu bakımdan?

Meclis, gerici ittifakların zihnen donattığı bir yer. Dolayısıyla 2024’ün kadınlar için getireceklerinin çok da hayırlı olacağını söylemek mümkün olmaz. Gerici ittifakların da sadece din eksenli olduğunu söylemek doğru olmaz, bugün patronların doldurduğu bir meclisten söz ediyoruz ve apaçık bir biçimde sermayenin sınıfsal çıkarlarıyla kadınların en temel haklarını hedef alan gerici çevrelerin hedefleri, çıkarları ortaklaşıyor. Bu gerici patron ittifakı sayısal çoğunlukla da meclisi domine ediyor. 2024’ün zorlu bir yıl olacağını söylemek gerekir. Fakat kadın hareketi, esas değiştirici gücün meclisteki çoğunlukla olmayacağını çok defa gösteren bir deneyime sahip. Dolayısıyla bu zorlu yılın aynı zamanda mücadele dolu bir yıl olacağını da gönül rahatlığıyla söylemek mümkün.

Şimdi önümüzde yerel seçimler var… Milletvekilliği seçimlerinde kadın temsili yine beklentilerin altında kaldı. 31 Mart yerel seçimleri için umutlu musunuz?

Kadınların siyasette eşit temsili, doğrudan siyasetin konusu. Türkiye’deki hakim siyaset de kadınların değil siyasette; evden dışarıda dahi olmasına tahammülsüz. Dolayısıyla hayatın her alanında olduğu gibi, kadınların siyasete de katılımı bundan bağımsız değil. Bundan önceki yıllarda da gerek genel gerekse yerel seçimlerde kadınların oranını yükselten her zaman Kürt hareketi oldu, malum. O nedenle ancak ikili bir çıkarım yapmak gerekir. Yerel seçimlerde de kuvvetle muhtemel sosyalist hareketlerin seçim perspektifinde kadınların temsiliyetiyle ilgili bir soru işareti olmayacaktır. Ancak iktidar ve burjuva muhalefetine dair umut beslemek fazla iyi niyetlilik olur.

Yalnızca bir düzenleme değil; tepeden tırnağa bütüncül bir politika gerek

Erken yaşta zorla evlendirilen çocuklar elbette sadece 2023’ün gündemi değil… İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G. babasının kendisini 6 yaşındayken imam nikahıyla ‘evlendirdiğini’ anlattığında, buna benzer birçok mağdur olduğu gözler önüne serildi… Nasıl bir düzenlemeye ihtiyaç var?

AKP bunu kendi gündeminden hiç çıkarmıyor. Faillerin affedilmesi ve kız çocuklarının onlarla yaşamaya zorlanması gibi düzenlemelerin sürekli etrafında gezinen bir siyasi ısrarı var. Lafı evirip çevirmeden, doğrudan söylemek gerekir ki bu istismarı aklamak, desteklemek ve savunmaktır. Yani suçtur.

Ancak AKP bu suça azmettirecek politikalarını sistematik bir biçimde sürdürüyor. Bu politikalar nedeniyle çocukların zorla evlendirilmesi oranları düşmediği gibi yükseliyor. Örneğin; 4+4+4 başta olmak üzere eğitimden kız çocuklarını uzaklaştıracak hamleler ilk yapıldığında; bunun kız çocuklarının erken yaşta zorla evlendirilmesine yol açacağını ısrarla söylemiş olmamıza karşın geri adım atılmadı. Ve eğitimden kopan kız çocuklarının evliliğe zorlandığı bir tablo çıktı karşımıza.

Tarikat ve cemaatlerin vakıflarının ve derneklerinin bu kadar meşru bir şekilde iktidarla her alanda kol kola gezerek ülke yönettiği bir çürümüşlükle karşı karşıyayız. Hiranur Vakfı çok çarpıcı bir olaydı. Ancak aynı zamanda büyük, yaygın ve sistematik bir sorunun minyatür bir örneği olarak da gerçekleri gösterdi.

Son dönemlerde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in sözleri de çok gündem oldu. Biz de bu konuya meclis açıldığından beri dikkat çekiyoruz. Özellikle eğitimde yapılan değişiklikler adım adım eğitimi dinselleştirdi. Yusuf Tekin ise bu konuda en hızlı ve “cesur” adımları atan, sözleri söyleyen bakan oldu. ÇEDES, karma eğitim tartışmaları, müfredat değişikliği, anaokullarına mescit, cemaatlerle eğitim protokolleri… Buna karşı çıkan eğitim sendikaları, veli ve Alevi derneklerini, siyasi partileri ciddiye alan bir tavır olmadığı gibi aksine hareket edeceğini de bangır bangır bağırdı.

Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde; bu sorunun yalnızca bir düzenleme ile değil; tepeden tırnağa bütüncül bir politikayla çözüme kavuşacağı söylenebilir. Zira tek bir yasa ya da mahkeme kararı bir sistem sorununu ortadan kaldıramaz. Gerçek laikliği hayata geçirecek düzenleme ve uygulamalar ancak çözüm olabilir.

Gündem