Siyasal İslamcılık cüret işi…

Siyasal İslamcılık cüret işi…
Her alanda, her anlamda toplumsal bir çöküşün içindeyiz ve bu çöküşün ideolojik arka planını siyasal İslam oluşturuyor.

ESAT AYDIN


Siyasal İslamcıların çoğunlukta olduğu veya yönetimde bulundukları yerlerde fikirleri kök salıyor, hüküm sürüyor.

Varlığını dayattıkları topraklarda, güzel olan, iyi olan, bilimsel olan, insanlığa/canlı yaşamına faydası olan her şeyi, bizatihi yaşamın ve evrensel değerlerin karşısında konumlanıp, yok etmeye çabalıyor.

Çağın zehri olarak toplumsal her kanala nüfuz ediyor.

Kültürel siyasal ya da ekonomi alanında; iç politikada ya da dış politikada herhangi bir tekleme, tıkanma yaşadıklarında çıkış kapısını bulmada zorlanmıyor.

Herhangi bir çıkar konusuyla güncel bağlam kuruyor, her türlü malzemeyi maharetle devşirebiliyor.

Müttefik olurken de düşmanlaştırırken de muazzam esnekler.

Bitmeyen uğraşlarından biri de “cinsellik”… Elbette bunu normal ve olağan biçimlerde dillendirip, özgür bir cinsel yaşamı savunmuyorlar; aksine gerici tüm düşüncelerini kadın/çocuk bedeninde cisimleştirip, her fırsatta her alanda kusuyorlar.

Öpüşen bir çift dahi görmeye dayanamıyorlar; ama gelin görün Ensar’da 45 çocuğa istismar edilmesine ses çıkarmıyorlar veya istismardan hakkında soruşturma açılan Asım Sultanoğlu'nun Urfa'ya İl Milli Eğitim Müdürü olarak atanmasına ya da 6 yaşında çocuğun evlendirilmesine de...

Yenilen, içilen nelerin “şehvet” uyandırıcı olduğunu söyleyeninden tutun da çocukların kolu, bacağı açık olduğu için pedofilinin normal olduğunu ileri süren hocalara kadar geniş bir skala söz konusu...

Yıllardır eğitim sisteminde yaşanan gerileme bir yana, bugün karma eğitimden vazgeçmek isteyen bir iktidar ve karşılıklı birbirini etkileyen yapılar mevcut. Birkaç gün önce geçilen bir haberde Şanlıurfa’da bazı STK’ların karma eğitimin kaldırılması için imza kampanyası başlattığı paylaşıldı. Diğer yandan Yargıtay okullara imam atanmasını öngören projeyi de laikliğe aykırı bulmadı.

Aslında AKP karma eğitimi fiilen ortadan kaldırmaya yönelik olarak 4 + 4 + 4 sistemiyle zaten adım atmıştı.

Orta öğretimde evlenen çocukların örgün eğitim dışına çıkabilmesi, okul öncesinden itibaren kız çocuklarının örtünmesinin önünün açılması, imam hatiplerde, ortaokullarda, liselerde çeşitli düzenlemeler, kuran kurslarının küçük yaşlardan itibaren yaygınlaştırılması ve çocukları buna “uygun” giydirmek, “milli ve manevi değerlere” uygun olmadığını iddia edip çeşitli konularda değişiklikler yapmak...

Bu yazıya sığmayacak kadar büyük oranda bir değişimden söz ediyoruz.

1997’nin bedelinin tüm topluma ödetildiği rövanşı, o gün düşü kurulan hayallerin karşılığı… Laik yaşamada ve bilimsel eğitimde büyük bir yarık açıp hem paralı eğitimi yaygınlaştırmak hem de İslamlaşmayı sağlamak.

Devleti bulunması gereken alanlardan çekip, sosyal devleti her aşamasında tahrip edip, cemaat insafına çocuk bırakmak…

Bugünün Milli Eğitim Bakanı da bu sebeple bu işin başında. Müsteşarlığında imam hatipler büyümüş, okullara mescit gelmiş ve türban ortaokullarda serbest kılınmış, karma eğitim zorunlu değil demişti.

Sayıyoruz, bitmiyor…

MEB’in geçen yılki verilerine göre 900 bin civarında kız öğrenci eğitim-öğretimin dışında, 600 bini aşkın kız öğrenci de açık öğretime kayıtlı.

“Biz karma eğitimi özgürlük meselesi olarak görüyoruz. İsteyen veliler çocuklarını karma eğitim yapan okullara, istemeyenler kızların/ erkeklerin ayrı eğitim gördüğü okullara gönderebilir” diyenlerin planıdır, projesidir bugünkü süreç.

Otobüs yolculuğu sırasında namaz kılarken yolcu bekleten yolcular, menzil şeyhinin cenazesine uçak kaldıran Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bolat tarafından uçuş sırasında namaza uygun düzenleme yapılacağı açıklamaları ve bunu yaparken de yine mağdur olmaları da ayrı bir boyut.

Hatta Ayasofya ayak kokuyor diye de mağdur oldular.

Tabi bir de vergisiyle zengin olunan alkollü içecekler var, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin içki satıp satmadığı resmen infial yaratırken, muhalefet cephesi de bu işe cevabını elbette veremedi...

Türkiye Aile Birliği Başkanı imiş, Adem Çevik isimli şahıs “Laiklik kaldırılıp ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresi yeniden anayasaya eklenmelidir. Yönetim şekli İslam Cumhuriyeti olmalıdır. Kısas, idam ve hırsızlara el ayak kesme cezası tekrar gelmelidir.” ifadelerini dillendirmekten hiç çekinmedi. Siyasal İslamcılık cüret işi…

Örnekleri çoğaltmak mümkün, Yeniden Refah’ın milletvekilleri de bu konuda sanırsınız yarışta. Fatih Erbakan İlahiyat Fakülteleri için “Ehl-i Sünnet dışı akımlara karşı gerekeni yapacağız” sözlerini dile getiriyor. Hangi sıfatla söylediği ise başka bir mevzu…

Oysa; “Kimlik mücadelesi bir şekilde kini ve öfkeyi de barındırmakta. Ancak içinde kini barındıran kimliği bırakın tasavvufu, herhangi bir din bile kabul edemez.” diyordu Tarık Çelenk bir yazısında…

Ali Yüksel’in ilişkilere yönelik: "Evlenmek sadece cinsel zevk için değildir…piyasayı piçler ile mi dolduralım?" veÖldüğüm zaman beni Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri yargılamayacak, hesabı onlara vermeyeceğim.”

sözleri ise onun içinde olduğu hareketin de ideolojinin de seyrini ortaya koyuyor.

Kendisi; siyasal İslamcıların laik yönelimli devletin, cumhuriyetin içini boşaltma sürecindeki kötülük nesnesi, duvarında çatlak açmak için koç başlarından biri…

Cumhuriyeti, laikliği yok etmek isteyen siyasal İslamcıların ideolojik çekirdeği…

Cumhuriyet karşıtı kodların vücuda gelmiş hali örnek verdiği kendi yaşamı…

Hedefinde lideri, oğul Erbakan gibi 6284 de var, medeni kanun da...

İstanbul Sözleşmesi’nden laikliğe, ilericiliğe karşı çitlerini yükseltmiş bu güruh istedi diye çıkılmadı mı?

Unutmayın, bunların muadili bugün Afganistan’da devlet yönetiyor, Pakistan’da Hristiyan avına çıkıyor…

İstiyor ki o çitin arkasında bu devlet de kalsın, kendi de yönetsin…

İster şeriat diyelim ister demeyelim; ama açık ki istedikleri dinsel pratiklerini yeniden inşa etmek, görünür kılmak…

İstedikleri kamusal alanda, devlet işleyişinde dini referansları hâkim kılmak…

Beğenelim, beğenmeyelim veya her açısından eleştirelim bu topraklarda öyle ya da böyle bir modernleşme projesi vardı ve belli bir ilericiliğin, laikliğin, toplumun faydasına olacak bazı şeylerin temeliydi.

O temel yok olmak üzere.

Ancak açık ki Kemalizm taraftarları da kaybolmuşa benziyor...

Hani bir oyun vardı pac-man diye, önüne geleni yutan; işte yaşadığımız…

Cumhuriyetin laik yönelimli 100 yıllık tarihinin reddiyesi, hatta tasfiyesinin dinsel tematik hali tam da bu.

“Alternatif medeniyet” projeleri tam da burada anlatılan…

Rahatsız siyasal İslamcıların gözünden cumhuriyetin/ ilerici ivmenin muhasebesi bu…

Bitmeyen düşmanlıkları, hesapları bu…

“Kinleri, dinleri…”

Piyasayla bütünleşmek meselesinde ise sorun yok; bilumum tarikat ve cemaat ve her bir ferdi sistemle gayet uyumlu. Öyle ya muhafazakar Türk burjuvazisinin temsilcisi Erol Yarar şöyle demiyor muydu: “ Zengin olmalıyız, dinsizlerden daha güçlü olmak için daha zengin olmalıyız.” Müsiad’ın Konya kurucu başkanı Hüseyin Üzülmez de el yükseltiyordu: ” İslamın zenginliği yasakladığı fikrini İslamın düşmanları yaymıştır.”

Yarar ve Üzülmez, piyasa İslamının cismani hali, onlara göre İslam da piyasaya dahil. Onlar böyle de piyasa İslamının dünyadaki diğer vaizleri farklı mı? Endonezya’da Abdullah Gymnastiar: “İslam bize zengin olmamız gerektiğini öğretiyor. Hz Muhammed ve yakınları da zengindi. Hatırlayın; Hz Muhammed’in kendisi de çok iyi bir iş adamıydı.” derken, Mısır’da Amr Khaled : “İnsanlar bana bakıp, ‘bak zengin bir dindar’ derler, Allah’ı benim zenginliğim üzerinden sevebilirler” diyordu, “ümmetin kapitalizm ruhunu uyandırmak” istercesine…

Piyasayla bütünleşmiş İslamın, yeni “müslim pride’ın tarifinin kadercilik ve çilecilik zihinsel engelini aşmaktan geçtiğini göstermek istercesine…

Öyle ya; Cat Stevense’ı Yusuf İslam yapan İslam, bugün konserlerine başlamasına cevaz veren piyasa İslamına evrildi…

Bugün bizde bu piyasalaşma ve İslamlaştırma süreci tonunu gittikçe koyulaştırıyor; dinselleşmenin en yoğun, baskının en şedit haliyle ve din referanslı bir rejimde bir karşı devrime gidiliyor.

Üstelik bu cüret cumhuriyetin yüzüncü yılında daha da ivme kazanıyor.

Mesele bu ülkenin geleceği…

“Bugün vardığımız noktada en acil sorunumuzun özgürlük ve demokrasi kavgası olduğunu ve on yaşındaki kızlarımızın bile türban "özgürlüğüne" kavuştuğu bir ortamda her gün biraz daha güçlenen bir "karşı-devrim" süreci içinde, bu kavganın laiklik kavgasından bağımsız yürütülemeyeceği inancındayım .” diyor ya Taner Timur, haklı…

Hayatımıza çizgiler çiziliyor, sınırlar çekiliyor ve biz hep siyasal İslamcıları memnun etmek zorundaymışız gibi bir yöne çekiliyoruz, sürekli hesap vermek zorundaymış gibi bir histerinin ortasındayız ve kendine muhalif denen yapılar, kişiler de bu hâli pompalıyor.

İktidarın hiçbir alandaki meşruiyeti tartışılmıyor veya söz konusu histerinin yarattığı çöküşe karşı örgütlü, organize, kuvvetli bir tavır konmuyor; aksine işbirlikçilerini ve onların hayal dünyalarını izliyoruz.

Toplumsal barışı Necip Fazıl’da gören, konserinde Erdoğan ailesine büyük sevgi gösterip “malları nasıl götürdük”lerini ifade eden veya çeşitli biçimlerde iktidarın yarattığı garabetle uyumlanmış şarkıcılar, oyuncular, sanatçılar görüyoruz.

Bunlar birer yansıma, gidişat değişirse bu yansıma değişir.

Ülkenin ve toplumun bugünkü halini bir bütün olarak düşünmek zorundayız.

Ali Yüksel'in sözlerini veya Necip Fazıl göndermelerini büyüyen yoksulluktan, pahalılıktan, tahakkümden, ayrımcılıktan, kadın cinayetlerinden, LGBTİ bireylere yönelik politikalardan, çocukların cemaat yurtlarına teslim edilişinden, yiten değerlerden, çürüyen eğitim sisteminden bağımsız değil.

Dur demek zorundayız.

Medeniyete karşı ördükleri, yükselttikleri çiti tersine çevirip bunları orada tutmalıyız.

Gündem